hareketsiz

listen to the pronunciation of hareketsiz
Turkish - English
stationary
still

Tom doesn't know how to sit still. - Tom nasıl hareketsiz oturacağını bilmiyor.

Keep your hands still. - Ellerinizi hareketsiz tutun.

immobile

The car stopped completely immobile. - Araba tamamen hareketsiz durdu.

motionless

Tom remained motionless. - Tom hareketsiz kaldı.

Tom sat motionless on a chair in the corner of the room. - Tom odanın köşesinde bir sandalyede hareketsiz oturdu.

inactive
stagnant
put
inert
dormant

Mt. Asama is now dormant. - Asama yanardağı şu an hareketsiz.

in repose
staring
stock still
at rest
motionless, inactive
tepid
ponderous
sleepy

Sami lived in the outskirts of this sleepy town. - Sami bu hareketsiz kasabanın dışında yaşıyordu.

quiescent
motionless, inactive; still; static
flat
(Ticaret) passive
(Fizik) rest
fixed
sedentary
akinetic
grey
stock-still
torpid
quiet
actionless
stockstill
immovable
hareket
movement

Your movements were unaccountable. - Hareketlerin sorumsuzdu.

He is awkward in his movements. - O hareketlerinde hantaldır.

hareket
motion

Are you in favor of this motion? - Bu hareketi destekliyor musun?

The man lay motionless. - Adam hareketsiz yatıyordu.

hareket
move

They were so frightened that they couldn't move an inch. - O kadar korktular ki bir inç hareket edemediler.

George felt the train begin to move. - George trenin hareket etmeye başladığını hissetti.

hareketsiz hale getirme
immobilization
hareketsiz hale getirmek
immobilize
hareketsiz kalmak
(Hukuk) to fail to act
hareketsiz kalmak
stand still
hareketsiz yatmak
lie still
hareketsiz yatmak
lie dormant
hareket
{i} act

You must act more wisely. - Daha akıllıca hareket etmelisin.

The people who live in Japan must act according to the Japanese country constitution. - Japonya'da yaşayan insanlar Japon ülkesi anayasasına göre hareket etmelidir.

hareket
travel

The earth travels in an orbit around the sun. - Dünya güneşin etrafında bir yörüngede hareket eder.

Sound travels very quickly. - Ses çok hızlı şekilde hareket eder.

hareket
behavior

This movement had a great impact on the behavior of women. - Bu hareketin, kadınların davranışları üzerine büyük bir etkisi vardı.

hareket
movement; move; motion; act, behaviour, conduct; activity, action; departure, start
hareket
flight

My flight will depart in an hour. - Uçağım bir saat içinde hareket edecek.

I need a flight that leaves on Monday afternoon. - Pazartesi öğleden sonra hareket eden bir uçuşa ihtiyacım var.

hareket
{i} bearing
hareket
handling
hareket
evolvement
hareket
(Gıda) action times activation energy
hareket
militate
hareket
(Gıda) action times
hareket
ultrasonic
hareket
doings
hareket
animation
hareket
despite
hareket
kinesis
hareket
behave

Don't behave lightly. - Düşünmeden hareket etme.

hareket
(Askeri) travelling speed
hareket
commotion
hareket
conversation
hareket
(Bilgisayar) transactional
hareket
walk

Go to work, send your kids to school. Follow fashion, act normal, walk on the pavements, watch TV. Save for your old age. Obey the law. Repeat with me: I am free. - İşe git, çocuklarını okula gönder. Modayı takip et, normal hareket et, kaldırımda yürü, televizyon izle. Yaşlılığın için para biriktir. Kanunlara uy. Benimle birlikte tekrarla: Ben özgürüm.

You must be completely still and walk on your tip-toes. The baby is asleep. - Sen tamamen hareketsiz olmalısın ve parmak uçlarında yürümelisin. Bebek uyuyor.

hareket
(Askeri) weigh
hareket
life

Sami had to act to save his life. - Sami hayatını kurtarmak için harekete geçmek zorundaydı.

Layla had to act to save her life. - Leyla hayatını kurtarmak için harekete geçmek zorunda kaldı.

hareket
stroke
hareket
front

The driver was shouting because the car in front of him wasn't moving. - Sürücü, önündeki araç hareket etmediği için bağırıyordu.

hareket
activity
hareket
locomotion
hareket
action

Her actions are inconsistent with her words. - Hareketleri ile sözleri tutarsız.

AIDS can be stopped only if every person decides to take action against it. - Yalnızca her birey ona karşı harekete geçmeye karar verirse, AIDS durdurulabilir.

hareket
play

Let's play that by ear. - Olayların akışına göre hareket edelim.

She played a part in the women's lib movement. - Kadınların özgürlüğü hareketinde bir rol oynadı.

hareket
departure

In China, you have to go to the departure station and buy train tickets there. - Çim'de, hareket istasyonuna gitmek ve tren biletleri orada almak zorundasın.

hareket
behaviour
hareket
deed

His brave deed earned him respect. - Onun cesur hareketi ona saygı kazandırdı.

hareket
stir

The politician stirred up the workers. - Politikacı işçileri harekete geçirdi.

durgun, sakin, hareketsiz
calm, quiet, still
hareket
off-block
hareket
be moving
hareket
moving in
hareket
in the motion
hareket
movement of
hareket
the act
hareket
move of
atıl-hareketsiz ulusal muhafız
(Askeri) Inactive National Guard
hareket
step
hareket
transaction

This is an illegal transaction. - Bu yasadışı bir harekettir.

hareket
earthquake, tremor
hareket
movement, organized movement
hareket
rail. traffic
hareket
demeanour [Brit.]
hareket
motion, movement, action
hareket
setout
hareket
behaviour [Brit.]
hareket
starting

The train was just on the point of starting when I got to the station. - İstasyona vardığımda tren tam hareket etmek üzereydi.

hareket
deportment
hareket
stir, activity
hareket
(Hukuk) movement, act, conduct
hareket
gesture

Tom gestured for me to leave. - Tom ayrılmam için bana el hareketi yaptı.

She gave me a hand gesture I didn't understand. - O bana anlamadığım bir el hareketi yaptı.

hareket
exercising, exercises, exercise
hareket
conduct
hareket
act, action, deed; conduct, behavior
hareket
mus. tempo
hareket
{f} activated
hareket
start

The train started before we got to the station. - İstasyona varmadan önce tren hareket etti.

You will miss the train, unless you start for the station at once. - Derhal istasyona hareket etmezsen, treni kaçıracaksın.

hareket
{i} demeanour
heykel gibi hareketsiz
(deyim) as still as a statue
titreşim halindeki telin hareketsiz noktası
nodal point
Turkish - Turkish
Hareket etmeyen, yerinden kımıldamayan, durgun, durağan
Hareket etmeyen, yerinden kımıldamayan, durgun, durağan: "Başını kaldırmaksızın hep aynı durumda sessiz ve hareketsiz."- Y. K. Karaosmanoğlu
immobil
HAREKET
(Osmanlı Dönemi) Kımıldanma. Davranış. Yola çıkmak. Bir cismin sabit bir noktaya göre yerinin veya durumunun değişmesi. Sarsıntı
Hareket
(Osmanlı Dönemi) HEBS
Hareket
(Osmanlı Dönemi) HABAZ
Hareket
(Osmanlı Dönemi) KEDEME
Hareket
(Osmanlı Dönemi) HIRAK
Hareket
(Osmanlı Dönemi) HEYS
Hareket
(Osmanlı Dönemi) HEYŞ
Hareket
(Hukuk) DEVİNİM
Hareket
(Osmanlı Dönemi) VAKŞ
hareket
Davranış
hareket
Belirli bir amaca varmak için birbiri ardınca yapılan ilerlemeler, akım
hareket
Yer sarsıntısı, deprem
hareket
Kas ve eklemlerin, belli doğal şartlar içerisinde işlemeleri sonucu vücut bölümlerinde düzenli ve olumlu etkilerle oluşturdukları yer değişimi
hareket
Yer sarsıntısı, deprem: "Ben, diyor, hareket olurken Eminönü'nde idim."- M. Ş. Esendal
hareket
Yola çıkma
hareket
Vücudu oynatma, kıpırdatma veya kımıldanma
hareket
Devinim
hareket
Davranış: "Sakin, dürüst, kıyafeti ve hareketleriyle hiçbir ayrılık göstermeyen bir adamdır."- H. E. Adıvar
hareket
Kas ve eklemlerin, belli doğal şartlar içersinde işlemeleri sonucu vücut bölümlerinde düzenli ve olumlu etkilerle oluşturdukları yer değişimi
hareket
Bir parçanın yavaşlık, çabukluk derecesi
hareket
Katarların düzenlenmesi ve hangi saatlerde yola çıkıp hangi duraklarda karşılaşacaklarını düzenleme işleri
hareket
Vücudu oynatma, kıpırdatma veya kımıldanma: "Her hareketi kamera önünde rol yapıyormuşçasına hesaplı."- R. H. Karay
hareket
Bir cismin durumunun ve yerinin değişmesi, devinim
hareket
Demir yollarında katarların düzenlenmesi ve hangi saatlerde yola çıkıp hangi duraklarda karşılaşacaklarını düzenleme işleri
hareketsiz
Favorites