hali̇

listen to the pronunciation of hali̇
Turkish - English

Definition of hali̇ in Turkish English dictionary

hal
{i} situation

The international situation is becoming grave. - Uluslararası durum önemli hâle geliyor.

This makes the situation worse. - Bu, durumu daha kötü hale getirir.

ruh hali
mood

She may well refuse to speak to you because she's in a very bad mood. - O, kötü bir ruh hali içerisinde olması dolayısıyla seninle konuşmayı reddedebilir.

Tom was tired and in a bad mood. - Tom yorgun ve kötü bir ruh hali içindeydi.

hal
{i} status
hali
void
hali
empty,vacant; uninhabited, deserted
hali olmamak
be fagged out
hali olmamak
be tired
hali olmamak
be exhausted
hali olmamak
beat
hali olmamak
be worn
hali hazır
already
hali olma
to state
hali saha
state court
hâli olmak, boş olmak
state of being, to be empty
hali harap
to be in great trouble
hali kalmamak
have no strength left
hali kalmamak
languish
hali kalmamak
be exhausted
hali kalmamak
droop
hali kalmamak
to have no strength left, to be tired out/worn-out
hali kalmamak
faint
hali kalmamak
feel faint
hali kalmamış
languishing
hali vakti yerinde
well off
hali vakti yerinde
well to do
hali vakti yerinde
well-off, affluent, in clover
hali vakti yerinde
in good circumstances
hali vakti yerinde
well endowed
hali vakti yerinde
well situated
hali vakti yerinde olmak
live in clover
hali vakti yerinde olmak
be in clover
hasta olma hali
(Tıp) morbidity
hal
condition

Tom is still in critical condition. - Tom hâlâ kritik durumda.

Tom's condition is still critical. - Tom'un durum hâlâ kritik.

hal
{i} stand

Tom is still standing. - Tom hâlâ ayakta duruyor.

He is still standing. - Halen ayakta duruyor.

hal
{i} state

Even though the United States is a developed country, it still has some very poor people. - Gelişmiş bir ülke olsa bile Abd'de hala bazı çok yoksul insanlar var.

The American Government declared a state of emergency. - Amerikan hükümeti olağanüstü hal ilan etti.

ruh hali
temper

He is in good temper. - O, iyi bir ruh hali içinde.

She was in a bad temper. - O, kötü bir ruh hali içindeydi.

savaş hali
warfare
hal
{i} repair
hal
plight
hal
aspect
ismin i hali
objective
ruh hali
state of mind

This is a dangerous state of mind for a man to be in. - Bu, içinde bulunacak bir adam için tehlikeli bir ruh halidir.

uyku hali
somnolence
hal
{i} lay

Fadil still doesn't believe Layla is guilty. - Fadıl hâlâ Leyla'nın suçlu olduğuna inanmıyor.

The deep layers of the ocean is still almost unexplored. - Okyanusun derin katmanları hâlâ neredeyse keşfedilmemiş.

cezir hali
low tide
de (ismin-de hali)
at
doluluk hali
(Tıp) plethora
gerilme hali
state of stress
hal
demeanor
hal
melting
hal
port

The storm will make it impossible for the ship to leave port. - Fırtına geminin limandan ayrılmasını imkansız hale getirdi.

Their ship is still in port. - Onların gemisi hâlâ limanda.

hal
disposition
hal
dethronement
hal
instance
hal
strength
hal
order

I don't care who your father is. You still have to follow my orders. - Babanın kim olduğu umurumda değil. Hala benim emirlerime uymak zorundasın.

We need to work together in order to make the world a better place. - Dünyayı daha iyi bir yer hâline getirmek için birlikte çalışmamız gerek.

hal
temper

Matter changes its form according to temperature. - Madde sıcaklığa göre hal değiştirir.

Tom has a bad temper. - Tom'un kötü bir ruh hali var.

hal
line of conduct
hal
pose
hal
behaviour
hali
dat
ismin -den hali
(Dilbilim) the ablative
ismin -e hali
(Dilbilim) dative
ismin -e hali
the dative
ismin -i hali
(Dilbilim) accusative
ismin -i hali
(Dilbilim) accusative case
ismin -i hali
(Dilbilim) the accusative
ismin yalın hali
(Dilbilim) nominative
ismin-e hali
dative case
ismin-e hali
(Dilbilim) dative
ismin-i hali
objective case
ismin-i hali
objective
kendinden geçme hali
trance
kriz hali
(Tıp) critical condition
medeni hali
marital status
met hali
high tide
tehlike hali
emergency
uyku hali
(Gıda) dormant
uyku hali
quiescence
yerin hali
(Meteoroloji) ground
hal
posture
hal
position

My uncle retired from teaching last year, but he still managed to hang onto a position at the university. - Amcam geçen yıl öğretmenlikten emekli oldu, fakat üniversitede bir görevi hâlâ sürdürebiliyordu.

hal
case

In case of fire, call 119. - Yangın haline, 119'u ara.

In that case, I think you should come in today. - O halde, ben sizin bugün gelmeniz gerektiğini düşünüyorum.

hal
comportment
hal
occasion
-i hali
Accusative case
ay hali
Menstruation
hali
carpet
hali
carpeting
isim hali
case
yeni ay, ayın ilk hali
new moon, the first state in
yönelme hali
orientation state
-de hali
{g} the locative case, the locative
-de hali
locative case kalma durumu
-den hali
{g} the ablative case, the ablative
-den hali
ablative case
-e hali
{g} the dative case, the dative
-i hali
{g} the accusative case, the accusative
-i hali
accusative (case) belirtme durumu
-in hali
{g} the genitive case, the genitive
alarm hali
(Havacılık) alert phase
aracın içinde olan, aracın içinde olma hali
(Askeri) inboard
ayakta duracak hali kalmamak
to feel fatigued
ayakta duracak hali kalmamış
ready to drop
ayakta duracak hali kalmamış
fit to drop
cezir hali
ebb tide
cezir hali the sea when it is
at ebb
den hali
ablative
denge hali
condition of equilibrium
denge hali
state of equilibrium
depresyon hali
saturninity
doygun olma hali
saturity
doygunluk hali
state of saturation
doğum hali
childbed
eril ve dişil hali aynı olan
(kelime) epicene
evlilik hali
connubiality
gaz hali
gaseous
gaz hali
gaseous state

This substance is in gaseous state. - Bu madde, gaz halindedir.

genç kızlık hali
girlishness
hal
fettle
hal
sight

Yesterday, my aunt regained her sight. - Dün, halam görüşünü yeniden kazandı.

There's still no end in sight. - Görünürde hâlâ bir son yok.

hal
(covered) marketplace
hal
estate
hal
covered wholesale food market
hal
set

The dispute was finally settled. - Tartışma sonunda halledildi.

The sun having set, they were still dancing. - Güneş batarken, onlar hâlâ dans ediyorlardı.

hal
circs
hal
event

The event is still fresh in our memory. - Olay anımızda hâlâ taze.

It's worth trying at all events. - Her halükarda denemeye değer.

hal
demeanour [Brit.]
hal
face

From the look on his face, he is in a bad mood now. - Görünüşe göre o şimdi kötü bir ruh hali içinde.

Half a million children still face malnutrition in Niger. - Yarım milyon çocuk Nijer'de hâlâ yetersiz beslenme ile karşı karşıyadır.

hal
footing
hal
form

Matter changes its form according to temperature. - Madde sıcaklığa göre hal değiştirir.

After her sickness, she's only a shadow of her former self. - O, hastalığından sonra, eski halinin sadece bir gölgesidir.

hal
conversion
hal
mood

She may well refuse to speak to you because she's in a very bad mood. - O seninle konuşmayı reddedebilir çünkü o çok kötü bir ruh hali içinde.

She is in a bad mood. - O kötü bir ruh hali içinde.

hal
figure

Idiot! She's not being honest when she says she loves you. Haven't you figured it out yet? She's just a gold digger. - Aptal! Seni sevdiğini söylediğinde dürüst olmuyor. Hâlâ anlamadın mı? O, tam bir altın arayıcısı.

I haven't figured that out yet. - Onu henüz halletmedim.

hal
{i} demeanour
hal
feature
hal
solution

We still haven't found the solution. - Hâlâ çözümü bulmadık.

hal
size

The size of the carpet is 120 by 160 centimeters. - Halının büyüklüğü 120'ye 160 santimetredir.

Tom can still wear the same size jeans he did when he was twenty years old. - Tom yirmi yaşındayken giydiği aynı beden pantolonu hâlâ giyebiliyor.

hali
loch,lough
hali
waste
hali
accusative
hali
dative
hali
devoid
hipnoz hali
trance
ihlal hali
(Hukuk) case of infringement
ikamet etmeme hali
nonresidence
iki kelimenin kaynaşmış hali
blend word
ilgisiz olma hali
dismissiveness
in hali
genitive case
in hali
genitive
in hali
possessive
insan hali
human nature
insan hali
(Konuşma Dili) Human nature is just that way
insanlık hali
it's only human nature
isim hali
locative case
isim hali
locative
isim hali gram. case
(of a noun)
ismin -de hali
the locative
ismin -in hali
the genitive
ismin -in hali
(Dilbilim) the possessive case
ismin de hali
locative
ismin de hali
locative case
ismin den hali
(Dilbilim) ablative
ismin e hali
dative case
ismin e hali
dative
ismin i hali
accusative
ismin i hali
accusative case
ismin i hali
objective case
ismin in hali
objective genitive
iyi ruh hali
good psychology
keyif hali
tipsiness
kolunu kıpırdatacak hali olmamak
to be dead beat
kuruntulu ruh hali
(Pisikoloji, Ruhbilim) delusional mood
kuvantum hali
quantum state
limit gerilme hali
limiting state of stress
meyve hali
wholesale market hall
ne hali varsa görmek
to stew in one's own juice
ne hali varsa görsün
let him stew in his own juice
nemlilik hali
state of humidity
paçasını çekecek/toplayacak hali olmamak
to be hopelessly weak or incompetent
provaların sayfa şekline getirilmiş hali
paste up
ruh hali
frame of mind, mood
ruh hali
inward
ruh hali
tone
ruh hali
humour [Brit.]
ruh hali
frame of mind
ruh hali
habit of mind
ruh hali
humor
ruh hali
spirit

The players were in high spirits after the game. - Oyuncular maçtan sonra çok iyi bir ruh halindeydiler.

For all their serious wounds, all of them were in good spirits. - Ciddi yaralarına rağmen onların hepsi iyi ruh hali içindeydi.

ruh hali
psychology
savaş hali
state of war
sebze hali
fruit market
sebze hali
wholesale market hall
sebze hali
vegetable market
sinirli ruh hali
frayed temper
stabilize harp hali
(Askeri) stabilized warfare
sökülmüş hali gösteren çizim
exploded view
taban hali
ground state
uyku hali
sleep
uyku hali
dormancy
yer belirtme hali
locative
yer belirtme hali
locative case
yoksulluk hali
state of destitution
yük hali
loading case
yük hali
load case
yük hali
loading condition
zaruret hali
(Hukuk) necessity
zımni somaj hali
(Askeri) constructive placement
ölüm hali
deaths
üye olmama hali
nonmembership
English - English

Definition of hali̇ in English English dictionary

hali
Turkish word meaning Carpet
hali
Carpet (Pronounced "ha-la")
hali
The Turkish word for carpet
HAL
hardware abstraction layer
HAL
a homicidal computer, an artificial intelligence that acts similarly to the HAL 9000 featured in 2001: A Space Odyssey
Hal
A diminutive of the male given names Henry, Harold and Harry

I prithee, good Prince Hal, help me to my horse, good king's son.

Hal
{i} male first name (form of Harold); family name; town in Belgium
Hal
pet form of Henry and Harry
hal
Holland America Line
hal
enables Windows NT to work with different types of hardware (serves like a mediator between two sides that can't get along)
hal
Hardware Abstraction Layer - The middle layer between Windows NT’s core operating system services and the actual hardware in use on the system The only hardware-specific code resides here HAL operates at the lowest level, translating low-level operating system functions into instructions understandable by the specific hardware used in the system HAL makes up a small percentage of the entire NT operating system, so developing new HALs to support additional CPU architectures is relatively easy This design is the reason NT supports a large and diverse array of hardware
hal
In Sufism, a state of mind reached from time to time by mystics during their journey toward God. The awl (plural of l) are God-given graces that appear when a soul is purified of its attachments to the material world. Unlike maqms, which are based on merit, awl cannot be acquired or retained through an individual's own efforts; the Sufi can only wait patiently for their arrival, which fills him with spiritual joy and renews his desire to seek God. The awl most often referred to are those of watching, nearness, ecstasy, intoxication, sobriety, and intimacy
hal
(Hardware Abstraction Layer) - firmware which provides a semi-or fully standardized interface between an SOC and code designed to exercise the SOC This code forms a layer between the hardware and software, allowing any software which uses a HAL to be more easily ported to operate with a different SOC This may or may not include boot code
hal
Hardware Abstraction Layer Windows NT Software layer linking hardware to the Windows NT kernel
hal
Hardware Adaptation Layer
hal
An acronym for hardware abstraction layer, a Windows NT DLL that links specific computer hardware implementations with the Windows NT kernel Windows NT 4 0 includes HALs for 80x86, Alpha, MIPS, and PowerPC hardware platforms
hal
nIII: voice; tune
hal
Hardware Abstraction Layer An executive component in Windows NT and later operating systems that provides support that is specific to a particular hardware platform HAL provides support for the Kernel, I/O Manager, kernel-mode debuggers, and device drivers that are the lowest level The HAL exports routines that extract hardware details that are platform-specific about caches, I/O buses, and interrupts HAL provides an interface between the hardware of the platform and the operating system software
hal
Hardware Abstraction Layer Used to provide a generic interface to the hardware and 'hide' hardware-specific functions
Turkish - Turkish
(Osmanlı Dönemi) Tenhâ. Boş. Sahipsiz. Issız. İçinde bir şey olmama
HALÎ
(Osmanlı Dönemi) Hâl ile, vaziyet ile. Tavra âit. şimdiki. Hâle mensub
hali
Boş, ıssız, tenha
hali
(Osmanlı Dönemi) boş, ıssız, tenhâ; şimdiki hale âit birşeyi hal ile anlatma
HALÎ'
(Osmanlı Dönemi) Ailesinden ayrılan kimse
HALÎ'
(Osmanlı Dönemi) Kurt
HALİ OLMA
(Hukuk) Boş, ıssız, arınmış, serbest
HALİ SABIKA İRCA
(Hukuk) Eski hale getirme
HALİ İHTİZAR
(Hukuk) Can çekişme
HALİ'
(Osmanlı Dönemi) Boşanmış erkek, zevcesini şer'an terketmiş adam. (Müennesi: Hâlia'dır.)
HALİ'
(Osmanlı Dönemi) Soyulmu
HALİ'
(Osmanlı Dönemi) İtaatsız, isyan eden, utanmaz, kayıtsız, hayasız
HALİ'
(Osmanlı Dönemi) Kovulmuş
HÂL
(Osmanlı Dönemi) Dayı
HAL
(Osmanlı Dönemi) Küçük Hindistan cevizi
HÂL
(Osmanlı Dönemi) Vücudda hususan yüzde görünen siyah benek, ben
Hâl
(Osmanlı Dönemi) TABAK
ZARURET HALİ
(Hukuk) Bir kimsenin gerek kendisini ve gerek başkasını,vukuuna bilerek yer vermediği ve başka türlü hareket olanağı da olmadığı,ağır ve muhakkak bir tehlikeden korumak zorunluluğuyüzünden işlediği fiillerden ceza görmemesi
hal
Saman dökmeye yarayan geniş kürek
hal
Sofilerin geçici olarak, dış dünya ile ilişkilerini keserek girdikleri zevk ve coşku durumu
hal
üstü kapalı pazar yeri
hal
Eritme
hal
Kar küreği
hal
Tahttan indirme
hal
Karışık bir sorunun içinden çıkma, sonuca varma
hal
Siyah ben
hal
Genellikle üstü kapalı pazar yeri
hal
Kar kürümeye yarayan alet
hal
Harman ve kar sıyırgası
hal
Çözme, çözülme
insan hali
Olabilir, hoş karşılamak gerekir
insanlık hali
Olabilir, hoş karşılamak gerekir, insan hâli
isim hali
Başka bir kelime ile ilgi kurmak için, ismin yalın olarak veya ek olarak girdiği durum, ad durumu
keyif hali
İçkili olma, çakırkeyf
nez hali
Can çekişme durumu
vasıta hali
İsmin belirttiği nesnenin vasıta olarak kullanıldığını, fiile vasıta olduğunu belirtmek için kullanılan hâl
vasıta hali eki
bakınız: vasıta hâli
yönelme hali
bakınız: yönelme durumu
yükleme hali
Yükleme durumu, belirtme durumu, belirtme hâli
English - Turkish

Definition of hali̇ in English Turkish dictionary

hal
bk. Hardware Abstraction Layer
hali̇
Favorites