Select Keyboard:
Türkçe ▾
  1. Türkçe
  2. English
  3. العربية
  4. Dansk
  5. Deutsch
  6. Ελληνικά
  7. Español
  8. فارسی
  9. Français
  10. Italiano
  11. Kurdî
  12. Nederlands
  13. Polski
  14. Português Brasileiro
  15. Português
  16. Русский
  17. Suomi
  18. Svenska
  19. 中文注音符号
  20. 中文仓颉输入法
X
"1234567890*-Bksp
Tabqwertyuıopğü,
CapsasdfghjklşiEnter
Shift<zxcvbnmöç.Shift
AltGr

gleich groß

listen to the pronunciation of gleich groß
German - Turkish
bir boyda
gleichgroß
(Ähnlichkeit) benzerlik; ~heitszeichen n müsavi isareti ~klang m ahenk, harmoni -kommen (j-m an et.) b-ne bsde esit olm.; b-le boy ölcüsebilmek; basabaş cikmak -laufend l. muvazi, mütevazi, paralel
gleichgroß
miskinlik, letarji, nemeläzimcilik ~heit / l. müsavat, esitlik
gleichgroß
(Regelmäßigkeit) ittirat, inti-zam. bir karar
gleichgroß
(uninteressant) aläkasiz; -^ ob ... oder ister ... ister; Dos ist mir ~. Bana hava hos. Bana viz gelir. ~ werden (gegen) bsden sogu-mak; -es Dahinleben habigaflet (va.); Das ist mir vollkommen ^. (bei Ablehnung von Einwänden) Ben sunu bunu bilmem. ~gültigkeit / l. läkaydi. kayitsizlik, ilgi-sizlik, hevessizlik, aldirmazilk, meraksizlik
gleichgroß
(synchron) senkron -lautend l. (Wörter) telaffuzu ayni olan; sestes, essesli
gleichgroß
önemsizlik
gleichgroß
(Texte) birbirine mutabik oten; — mit dem Original Asiina uygun -machen l. bsle yeksan (od. bir) etm.. tesviye etm
gleichgroß
bir boyda; ^ sein boyca akran olm. -gültig l. (desinteressiert) läkayt, kayitsiz, aldinssiz, ilgisiz, heves-siz, meraksiz, miskin
gleichgroß
(träge) letarjik, miskin. nemeläzimci
gleichgroß
maih. esitlemek ~macherei / pej. nivelman ~maß n l. tenasüp, tenazur, simetri
gleichgroß
(belanglos) ehernmiyetsiz
gleichgroß
pej. yeknesaklik, monotoni
English - Turkish

Definition of gleich groß in English Turkish dictionary

equal
aynı düzeyde olmak
commensurate
uygun
equal
akran
equal
{f} yetişmek
commensurate
{s} oranlı
commensurate
münasip
commensurate
uygun/eşit
commensurate
{s} orantılı

Tom eğitimi ve tecrübesi ile orantılı bir iş bulmuştu. - Tom got a job commensurate with his training and experience.

commensurate
ölçüleri eşit otan
commensurate
{s} eşit
commensurate
commensurately uygun bir öIçü ile
equal
{s} aynı

Kanun herkes için aynıdır. - The law is equal for all.

Üniversite öğrencilerinin sıkı çalışmaları gerekir, ama aynı derecede onların aktif bir sosyal yaşam için de zaman ayırmaları gerekir. - College students should study hard, but equally they should also make time for an active social life.

equal
{s} dengeli
equal
{s} başabaş
equal
{f} bir olmak