give birth to

listen to the pronunciation of give birth to
English - Turkish
(deyim) yol açmak
doğum yapmak
meydana getirmek
doğurmak

Birçok ebe geleceğe doğurmak için gereklidir. - Many midwives are needed in order to give birth to the future.

doğur

Birçok ebe geleceğe doğurmak için gereklidir. - Many midwives are needed in order to give birth to the future.

Mary en fazla iki çocuk doğurmayı istemektedir. - Mary intends not to give birth to more than two children.

Kaynağı olmak
(çocuk/yavru) doğurmak
dünyaya getirmek
give birth
{f} doğurmak

Bu gerçek bir hikaye. Bir kadın, doğurmak için ünlü bir kadın-doğum kliniğine yatırıldı. - This is a true story. A woman was admitted to a reputed obstetrics clinic to give birth.

Birçok ebe geleceğe doğurmak için gereklidir. - Many midwives are needed in order to give birth to the future.

have
it has geçmi zaman had malik olmak
have
{f} almak

Ben bu oda için yeni bir halı satın almak zorundayım. - I have to buy a new carpet for this room.

Bankada paçayı yırtmak ve A52 yi almak zorundasın. - You'll have to get off at the bank and take the A52.

give birth
doğum yapmak

Eğer gerçekten aile değerlerine önem veren bir milletsek, çoğu kadının doğum yapmak için ücretli izin bile alamadığı gerçeğine katlanmazdık. - If we’re truly a nation of family values, we wouldn’t put up with the fact that many women can’t even get a paid day off to give birth.

give birth
kurtulmak
have
eline ulaşmak
have
izin vermek

Onunla konuşmama izin vermek zorundasın. - You have to let me talk to her.

Gitmene izin vermek zorundayım. - I have to let you go.

have
doğurmak
have
{f} elde etmek

Tom'un o hakkı elde etmek için sadece bir şansı olacak. - Tom will have only one chance to get that right.

Tam sevinç değerini elde etmek için, onu paylaşacak birisine sahip olmalısınız. - To get the full value of joy, you must have someone to divide it with.

give birth
doğur

Birçok ebe geleceğe doğurmak için gereklidir. - Many midwives are needed in order to give birth to the future.

Sen evde mi yoksa doğumevinde mi doğurdun? - Did you give birth at home or at a maternity hospital?

have
geçirmek

Sadece birlikte biraz zaman geçirmek istedim. - I just wanted to have some time together.

Tom ile birkaç dakika yalnız geçirmek istiyorum. - I'd like to have a few minutes alone with Tom.

have
içmek

Biz biraz şarap içmek istiyoruz. - We'd like to have some wine.

Bir fincan kahve daha içmek istiyorum. - I'd like to have another cup of coffee.

have
sahip ol

Yüksek yerlerde arkadaşlara sahip olmak güzel olmalı. - It must be nice to have friends in high places.

Balinaların kendi diline sahip olduklarına inanılmaktadır. - It is believed that whales have their own language.

have
davet etmek

Faturayı ödemek zorunda kaldım! Bir dahaki sefere, onlar beni davet etmek zorunda kalacaklar. - I had to pay the bill! The next time, I'll have them invite me.

Pul koleksiyonum yok ama onu davet etmek için bir mazeret olarak kullanabildiğim Japon kartpostal koleksiyonum var. - I don't have a stamp collection, but I have a Japanese postcard collection that I could use as an excuse to invite him.

have
{f} olmak

Yüksek yerlerde arkadaşlara sahip olmak güzel olmalı. - It must be nice to have friends in high places.

Mezun olmak için yeterli kredim yok. - I don't have enough credits to graduate.

give birth
(fiil) doğurmak
give to
(deyim) give someone to understand that... birine üstü kapalı anlatmak,çıtlatmak,ima etmek
have
{i} kumpas
have
{i} hile

Ben ne zaman hile yaptım? - When have I ever cheated?

Ben hile yapma niyetim yok. Konu ne? - I have no intention of cheating. What's the point?

have
{f} kabul etmek

Önerilerinizi kabul etmekten başka seçeneğim yok. - I have no choice but to accept your proposals.

Tom'un işini yapması için birini kabul etmek zorunda kalacağız. - We will have to take on someone to do Tom's work.

have
{i} varlıklı kimse
have
{f} bulunmak

Siyasal etkinlikte bulunmak için zamanım yok. - I have no time to engage in political activity.

Adil payına katkıda bulunmak zorundasın. - You have to contribute your fair share.

have
(fiil) sahip olmak, olmak, elde etmek, almak, yapmak, etmek, kabul etmek, göz yummak, aldatmak, dolandırmak, zorunda olmak, bulunmak
have
{f} etmek

Pul koleksiyonum yok ama onu davet etmek için bir mazeret olarak kullanabildiğim Japon kartpostal koleksiyonum var. - I don't have a stamp collection, but I have a Japanese postcard collection that I could use as an excuse to invite him.

Biz altıda orada olacaksak, şimdi hareket etmek zorundayız. - If we are to be there at six, we will have to start now.

to give birth to
vermek
English - English
bear a child, bring forth offspring; bring forth, originate, create something (as of an idea or vision)
give birth
To become the female parent of

She gave birth to a beautiful baby girl.

give birth
To release live offspring from the body into the environment

It was clear that she was about to give birth.

give birth
To become the source of

Einstein gave birth to a famous equation relating energy to mass.

give birth
{f} bear
To give birth to
have
give birth
create or produce an idea; "Marx and Engels gave birth to communism"
give birth
create or produce an idea; "Marx and Engels gave birth to communism
give birth
{f} bear a child
give birth
give birth (to a newborn); "My wife had twins yesterday!"
give birth to

    Turkish pronunciation

    gîv bırth tı

    Pronunciation

    /ˈgəv ˈbərᴛʜ tə/ /ˈɡɪv ˈbɜrθ tə/

    Videos

    ... that they give birth to me and I give birth to them, and the ...
Favorites