gelme

listen to the pronunciation of gelme
Turkish - English
arrival

The accident happened previous to my arrival. - Kaza ben gelmeden önce oldu.

With the arrival of winter, the leaves on the trees fall down. - Kışın gelmesiyle birlikte ağaçlardaki yapraklar düşer.

coming

Her dad won't be coming, he is very busy. - Babası gelmeyecek, o çok meşgul.

It was bad enough that he usually came to work late, but coming in drunk was the last straw, and I'm going to have to let him go. - Onun işe genellikle geç gelmesi yeterince kötüydü fakat sarhoş gelmesi bardağı taşıran son damlaydı ve ben onun işine son verdireceğim.

concourse
arriving

I'd love to know if my luggage is arriving soon. - Ben bagajımın yakında gelip gelmeyeceğini bilmek istiyorum.

Guests began arriving a little after 2:30. - Misafirler 2.30'dan biraz sonra gelmeye başladı.

coming, arriving
originating from; derived from
turned: mühendislikten gelme bir yazar an engineer turned writer
phys. incidence (of light rays)
coming, arriving, arrival
{i} Advent
birbiri ardından gelme
sequence
gelmek
come

Mr Smith has not turned up yet though he promised to come. - Gelmek için söz verdiği halde Bay Smith henüz dönmedi.

You'll have to come back in a while: the man dealing with that business has just gone out. - Kısa bir süre içinde tekrar gelmek zorunda kalacaksın: o işle ilgilenen adam az önce dışarı çıktı.

elinden her iş gelme
versatility
karşı gelme
objection
gelme açısı
angle of incidence
geri gelme
return

The symptoms haven't returned. - Semptomlar geri gelmedi.

geri gelme
coming back

I wish you'd consider coming back to Boston. - Keşke Boston'a geri gelmeyi düşünsen.

I wish you'd consider coming back home. - Keşke eve geri gelmeyi düşünsen.

geri gelme
rebound
gerçekle karşı karşıya gelme
a rude awakening
gelmek
{f} arrive

I don't want to arrive all sweaty at work. - İşyerine ter içinde gelmek istemiyorum.

I would like to arrive. - Ben gelmek istiyorum.

gelmek
to come; to come back, to return; to arrive, to roll up; to get in, to roll up, to arrive; to reach; to derive from sth; to fit, to suit; to seem, to appear; to endure, to bear, to put up with; to suffer; to amount to; to pretend, to to feign; to come in
birden fazla anlama gelme
ambiguity
önce gelme
precedence
gel
came

What came first? The egg or the hen? - Hangisi ilk olarak geldi? Yumurta mı yoksa tavuk mu?

I came to Japan from China. - Çin'den Japonya'ya geldim.

gel
come

Wisdom does not automatically come with age. - Bilim yaş ile otomatik olarak gelmez.

Why did you come to Japan? - Neden Japonya'ya geldin?

gelmek
(Atasözü) ejaculate (during the sexual intercourse)
gel
come from

Susan found out where the puppy had come from. - Susan köpeğin nereden geldiğini öğrendi.

Social order does not come from nature. It is founded on customs. - Toplumsal düzen doğadan gelmez. Gelenekler üzerine kurulmuştur.

gelmek
stem
gelmek
come from

It had to come from somewhere. - O bir yerden gelmek zorundaydı.

koloni haline gelme
colonization
gelmek
{f} get

Everyone knows that he worked hard to get to the top of the company. - Şirketin tepesine gelmek için, onun sıkı çalıştığını herkes biliyor.

Tom is the one who wanted to get here early. - Tom buraya erken gelmek isteyen kişidir.

birdenbire meydana gelme
outburst
gelmek
fall
gelmek
navigate
gelmek
appear
gelmek
happen by
gelmek
suit
gelmek
spring from
gelmek
fit
gelmek
come to hand
gelmek
to feign
gelmek
come in

Would you like to come in? - İçeri gelmek ister misiniz?

Do you want to come inside? - İçeri gelmek ister misin?

gelmek
have an orgasm
gelmek
derive
gelmek
turn

He promised to come, but hasn't turned up yet. - O gelmek için söz verdi, ama henüz dönmedi.

Mr Smith has not turned up yet though he promised to come. - Gelmek için söz verdiği halde Bay Smith henüz dönmedi.

gelmek
form
gelmek
pretend
gelmek
endure
gelmek
bear
gelmek
derive from something
gelmek
seem

Tom didn't seem to want to come with us. - Tom bizimle gelmek istiyor gibi görünmüyordu.

You don't seem to want to come with us. - Bizimle gelmek istemiyor gibi görünmüyorsun.

gelmek
present oneself
gelmek
amount to
gelmek
weigh

She weighs more than 80 kg. - O, 80 kilodan daha fazla gelmektedir.

gelmek
get in
ingiliz soyundan gelme
anglo-saxon
verimli hale gelme
fertilization
yerine gelme
countercoil
önce gelme
preceding
gel
{f} coming

Please pardon me for coming late. - Lütfen geç geldiğimden dolayı beni affet.

Look out! There's a truck coming! - Dikkat! Buraya gelen bir kamyon var!

gel
flow

These flowers come from Holland. - Bu çiçekler Hollanda’dan geliyor.

Fruits come from flowers. - Meyveler çiçeklerden meydana gelir.

gelmek
come through
gelmek
come over

Would you like to come over to my house? - Evime gelmek ister misiniz?

Tom says that he'd like to come over this afternoon. - Tom bu öğleden sonra gelmek istediğini söylüyor.

gelmek
derive from
gelmek
pop

Electric cars are becoming more and more popular. - Elektrikli otomobiller gittikçe daha popüler hale gelmektedir.

gelmek
roll up
gelmek
come round
gelmek
draw
gelmek
get on for
gelmek
turn up
gelmek
rank
gelmek
accrue
gelmek
strike
birbiri ardı sıra gelme
ignore each other during the coming
diftong durumuna gelme işi
diphthong cases come to work
dünyaya gelme
come to the world
gel
do come
gelmek
come with

You must come with me. - Benimle gelmek zorundasın.

Do you want to come with us? - Bizimle gelmek ister misiniz?

gelmeler
are coming
görmemezlikten gelme
ignore
görmezlikten gelme
ignore
içten gelme
spontaneity
toz haline gelme
dust to become
uykusu gelme
come sleep
yüzyüze gelme
confrontation
zora gelme
have come
üstün gelme, üstünlük, zafer kazanma
come on, superiority, victory, win
aileden gelme
by stirpes
arka arkaya gelme
evolution
arkası gelme
subsequence
aynı noktaya gelme
(Hukuk) convergence
bakıma muhtaç hale gelme
fall into disrepair
bir araya gelme
aggregation
davetsiz gelme
intrusion
denk gelme
coincidence
ekip haline gelme
teaming
gelmek
(followed by a negative imperative) if you can help it: Gel, şimdi kızma! How can I help but be angry! Gelelim .... Let us turn to (another subject). gelince
gelmek
(istasyona) put in
gelmek
scale in
gelmek
to come into; to come in
gelmek
to survive from, come from; to last till
gelmek
to come to, reach, arrive at (a stage of activity)
gelmek
(kilo) weigh
gelmek
when it comes to ...: Herkese karşı çok cömerttir ama karısına gelince on para vermez. He is very generous to everybody but when it comes to his wife he doesn't give her a cent. gelsin ... (gelsin ..., gitsin ....) (followed by a noun) describes lavishness or an easy, leisurely manner: Gelsin çaylar, (gitsin) kahveler, hiç çalıştığı yok. He kills time all day sipping tea and coffee and never working. gelip çatmak/dayanmak (for time) to come round at last, be finally at hand. gelip geçici transient, passing. gelip geçmek
gelmek
come up to
gelmek
Come now: Gel, bu işten vazgeçelim. Come now, let's leave this
gelmek
as for ...: Bana gelince, ben bugün kitap okumak istiyorum. As for me, I want to read a book today
gelmek
to cost (a certain amount)
gelmek
come to

Don't bother to come to my house. - Evime gelmek için zahmet etmeyin.

Tom was really glad to hear that Mary wanted to come to his party. - Tom Mary'nin onun partisine gelmek istediğini duyduğunda gerçekten memnun oldu.

gelmek
to come from, originate in, spring from
gelmek
to weigh about, be about, come to
gelmek
to acknowledge the truth of (something) at last
gelmek
to have, be afflicted with
gelmek
(ışık) go on
gelmek
to tolerate, put up with
gelmek
go to scale at
gelmek
to be, come in: birinci gelmek to be the first. Gel
gelmek
an auxiliary verb which denotes continuous action when suffixed to a gerund: alışageldiğimiz which we are accustomed to. yapılagelen which is always being done
gelmek
to come back (to), return (to)
gelmek
to be (good, bad, etc.) for, affect (someone) (in a certain way)
gelmek
pull
gelmek
scale out
gelmek
to come with, accompany
gelmek
to come out of, result from
gelmek
(for time) to be about, get to be
gelmek
auxiliary verb to pretend not to: duymazlıktan gelmek to pretend not to hear
gelmek
to pass through, come and go. gelmiş geçmiş of all who have come and gone, of all those who have been; of all (the things) that have happened so far; of all times, of all periods. gelip gitmek to come and go, frequent. Gel keyfim gel. (Konuşma Dili) How sweet it is!/It's great to be alive! Geleceği varsa, göreceği de var. (Konuşma Dili) He'll regret it if he does! (said as a threat). gel zaman git zaman a long time afterwards
gelmek
(for time) to come
gelmek
set
gelmek
to appear to be, seem to be
gelmek
to hit, come to
gelmek
to pass by
gelmek
to be proper, be appropriate
gelmek
to be, lie (in a certain direction)
gelmek
to come from, result from
gelmek
to come from

It had to come from somewhere. - O bir yerden gelmek zorundaydı.

gelmek
(ağırlık) weigh
gelmek
attain; carry over
gelmek
auxiliary verb to feel like (doing something); to feel, get: uykusu gelmek to feel sleepy
gelmek
to come to visit
gelmek
fall on
gelmek
to come with, begin with, start with
gelmek
to come up to, come to, reach
gelmek
to receive from, get from, gain from
gelmek
to be unable to resist (doing something), not to be able to help (doing something): İçtikçe içeceğim geliyor. The more I drink, the more I want to drink
gelmek
to come to

You'll have to come tomorrow. - Yarın gelmek zorunda kalacaksın.

Would you like to come to my parents' house? - Ebeveynlerimin evine gelmek ister misin?

gelmek
turn the scale at
gelmek
to be derived from, come from
gelmek
{f} attain
gelmek
{k} show up

He was annoyed at having to show up before the public. - İnsanlardan önce gelmek zorunda olmak onun canını sıkıyordu.

Everyone will be expecting you at the party. You have to show up by hook or by crook. - Herkes partide sizi bekliyor olacak. Siz şöyle ya da böyle gelmek zorundasınız.

gelmek
{f} carry over
gelmek
be along
göreve gelme
accession
iktidara gelme
accession to power
içinden gelme
spontaneity
içinden gelme
willingness
içten gelme
spontaneousness
kanuna karşı gelme
outlawry
karşı gelme
defiance
karşı gelme
infringement
karşı gelme
kick
karşı gelme
contravention
karşı gelme
protest
karşı gelme
resistance
karşı gelme
noncompliance
karşı gelme eğilimi
negativism
karşı karşıya gelme
skirmish
kulağa hoş gelme
euphony
meydana gelme
origination
patlayacak hale gelme
simmer
sonradan gelme
subsequence
sürekli tuvaleti gelme
tenesmus
yakarak toz haline getirme veya gelme
calcination
yaprak haline gelme
lamination
önce gelme
(Hukuk) figure prominently
önceki durumuna gelme
reinstatment
üst üste gelme
overlap
English - English

Definition of gelme in English English dictionary

gel
A girl
gel
Any gel intended for a particular cosmetic use, such as for styling the hair
gel
A semi-solid to almost solid colloid of a solid and a liquid, such as jelly, cheese or opal
gel
To develop a rapport
gel
a colloid in a more solid form than a sol
gel
{f} become a gel; congeal; change into gel
gel
The spelling jell is usually used in American English and is sometimes used in British English for meanings
gel
Gels are thicker, more viscous acrylic liquids that do not require mixing with polymer powder Most gels are photo-initiated (instantly cured) with an ultra-violet light
gel
To hold uniform hairstyles in place and to keep their hair out of their eyes, swimmers use a specially formulated waterproof hair gel
gel
To become a gel
gel
A sheet of transparent plastic that comes in a variety of colors to add a certain effect to the light Also is made in a dull clear form to soften the look of the light
gel
A colloidal dispersion that shows some rigidity and will keep the shape of the container in which it has been placed Gelatinization The swelling and consequent thickening of starch granules when heated in water Gelation Solidifying, resulting in the formation of a gel Gluten The elastic, tenacious substance formed from the insoluble proteins (gliadin and glutenin) of wheat flour during dough development Gram (g) Metric unit of weight equal to 0 035 ounces One kilogram is equivalent to 1,000 grams, and one pound equals 453 6 grams Gristle Tough cartilaginous, tendinous, or fibrous matter in table meats Gross Consisting of an overall total, exclusive of deductions (as with gross weight)
gel
The initial jelly-like solid phase that develops during formation of a resin from a liquid Also, a semi-solid system consisting of a network of solid aggregates in which liquid is held
gel
become a gel; "The solid, when heated, gelled"
gel
is a buzzword couples use to indicate the special harmonious cohesion and magical relationship that exists between them as a partnership, and on the dance floor - a bonding of two dancers as individuals and in partnership - their complete rapport, 'we gel well' says it all
gel
Jelly like material formed by the coagulation of a liquid Semisolid emulsion that liquefies when applied to the skin
gel
a semi-rigid mass of a lyophilic sol in which the dispersion medium has been absorbed by the sol molecules
gel
A dispersion of a liquid throughout a solid matrix
gel
{i} semi-solid chemical mixture which resembles jelly; gelatin slide, colored translucent material placed over theater lights; hair gel, jelly-like substance used in styling hair
gel
To apply (cosmetic) gel to (the hair, etc)
gel
The initial semi-solid stage that develops during the solvation of a resin by a plasticizer
gel
An epoxy when in paste-consistency form, can be applied on overhead or vertical applications
gel
-A chemical compound used to seal and mechanically cushion fiberoptic filament in a cable The cleaners used to remove are made by American Polywater
gel
If people gel with each other, or if two groups of people gel, they work well together because their skills and personalities fit together well. They have gelled very well with the rest of the side There were signs on Saturday that the team is starting to gel at last Their partnership gelled and scriptwriting for television followed
gel
If a vague shape, thought, or creation gels, it becomes clearer or more definite. Even if her interpretation has not yet gelled into a satisfying whole, she displays real musicianship It was not until 1974 that his ability to write gelled again
gel
To congeal
gel
The irreversible point at which a polymer changes from a liquid to a semi-solid Sometimes called the "B" stage
gel
Colloidal suspension of a solid dispersed in a liquid; a semirigid solid
gel
A partial cure of plastic resins; a semi-solid, jelly-like state similar to gelatin in consistency
gel
Gemini impression A proof meeting the right to print impression or standard used for the edition that is made for exhibition purposes
gel
GUI-Enabling Layer A component of the Visual Age Interspace API
gel
A cross–linked, insoluble material which can form in a hot melt applicator under extended thermal stress
gel
semisolid matrix (usually agarose or acrylamide) used in electrophoresis to separate molecules
gel
Gel is a thick jelly-like substance, especially one used to keep your hair in a particular style. a thick wet substance that is used in beauty or cleaning products
gel
Inert polymer, usually made of agarose or polyacrylamide, that separates macromolecules such as nucleic acids or proteins during electrophoresis
gel
a thin translucent membrane used over stage lights for color effects
gel
apply a styling gel to; "she mousses her hair"
gel
a colloid in a more solid form than a sol become a gel; "The solid, when heated, gelled
gel
The formation of a solid material from the modification or destabilization of a liquid Gels have varying degrees of hardness depending on the solids concentration of the mass Silicates form gels that have an SiO2 matrix with entrapped water in the pores [Top]
gel
(1) a state or condition in which an ink or vehicle demonstrates a semi-solid or jelly-like consistency; can refer to deterioration to an unworkable condition; (2) partially cured plastisol ink that is dry to touch 79º-116ºC (175º-240ºF) but not completely cured 135º-171ºC (275º-340ºF)
Turkish - Turkish
Bir ışının, kaynağından çıkarak bir ayna yüzüne veya saydam bir cismin yüzeyine erişmesi
Gelmiş olan
Gelmek işi
Yetişme
gelmek
Kendine yapılan herhangi bir davranış veya durumu iyi karşılamak: "Kadri o adamlardandır ki, iyi davranmaya, yüz vermeye gelmez."- M. Ş. Esendal."Bizim baştan savma işe gelmediğimizi bilirsin."- R. H. Karay
gelmek
Kazanılmak, sağlanılmak
gelmek
Bir şeye sonradan inanmak, doğruluğuna hak vermek, eğilim göstermek, kabul etmek
gelmek
Akmak
gelmek
Uymak
gelmek
Olmak, -e uğramak
gelmek
Etkisini herhangi bir biçimde göstermek
Gelmek
çıkmak
Gelmek
girmek
Gelmek
(Osmanlı Dönemi) İTYAN
Gelmek
(Osmanlı Dönemi) CEY'E
gel
Öğüt, istek anlatır
gelmek
Sürerlik fiili yapmaya yarar
gelmek
İzlemek, takip etmek
gelmek
Gel, gelsin biçiminde "elinde ise" anlamında da kullanılır
gelmek
İhtiyaç anlatan deyimler kurmaya yarar
gelmek
Herhangi bir sırada bulunmak
gelmek
Belli bir süre dolmak veya belli bir zamana ulaşmak: "Vakit kuşluğu aşmış, öğleye geliyordu."- N. Cumalı
gelmek
Belli bir süre dolmak veya belli bir zamana ulaşmak
gelmek
Başlamak, ulaşmak
gelmek
İsabet etmek
gelmek
Gelmek fiilinin olumlu emir kipi, bazen öğüt, istek anlatır
gelmek
Kendine yapılan herhangi bir davranış veya durumu iyi karşılamak
gelmek
Biriyle birlikte gitmek
gelmek
Oturmaya, ziyarete gitmek
gelmek
Varlığını sürdürmek, yaşamak, intikal etmek
gelmek
-mez, -mezlik ile birlikte yapmacık anlatan deyimler yapar
gelmek
Katılmak, eklenmek
gelmek
Başlamak, ortaya çıkmak
gelmek
Türemek
gelmek
Bir yerden alınıp bir yere ulaştırılmak
gelmek
Varmak, ulaşmak
gelmek
Sürerlik fiili yapmaya yarar. -mez, -mezlik ile birlikte yapmacık anlatan deyimler yapar
gelmek
Düşmek, rast gelmek
gelmek
Bir yere gitmek, varmak: "Gurbetten gelmişim yorgunum, hancı."- B. S. Erdoğan
gelmek
Görünmek, sanılmak: "Baygın da olsa yabancı bir kadını böyle kucağında tutmak ona pek ayıp bir şey gibi geldi."- H. Taner
gelmek
Uygun düşmek: "Caddelerde oturmaya gelmez."- Ö. Seyfettin
gelmek
Geriye dönmek: "... adamı Ödemiş'ten aldım geldim, her masrafını çektim."- N. Cumalı
gelmek
Daha önce üzerinde durulmuş olan bir konuya yeniden dönmek
gelmek
Geriye dönmek
gelmek
Ortaya çıkmak, doğmak
gelmek
Yönelme durumundaki bazı kelimelere getirilerek birleşik fiil yapar. ...-dikçe, ...-esi biçiminde kullanılan sıfat-fiil eklerinden sonra geldiğinde önceki fiille ilgili olarak pekiştirilmiş bir istek ve sürerlik bildirir
gelmek
Sonuç çıkmak
gelmek
Görünmek, sanılmak
gelmek
Kadar olmak
gelmek
Kadar olmak. Çıkmak, yönelmek. İzlemek, takip etmek
gelmek
Bir yere gitmek, varmak
gelmek
Mal olmak
gelmek
Dayanmak, tahammül etmek
gelmek
Uygun düşmek
gelmek
Oturmaya, ziyarete gitmek. İsabet etmek
gelmek
Başlamak, ulaşmak. İhtiyaç anlatan deyimler kurmaya yarar
gelmek
Yönelme durumundaki bazı kelimelere getirilerek birleşik fiil yapar
gelmek
Çıkmak, yönelmek
gidip gelme
Gidiş, dönüş
English - Turkish

Definition of gelme in English Turkish dictionary

gel
jöle

O, saçına jöle sürer. - Tom puts gel in his hair.

Tom saçına jöle çaldı. - Tom put gel in his hair.

gel
pelte

Pelte limonlu ve portakallı olarak yapılabilen içine taze meyve katıldığında ise tadına doyum olmayan tatlıdır.

gel
koloit şekli vermek
gel
koloit şeklini almak
gel
bkz.jell
gel
{f} jöle haline gel
gel
jel

Ben jelatin kullanmadan panna cotta yaparım. - I make panna cotta without using gelatin.

gel
jelatin gibi olmak
gel
{i} koloit
gel
koloitkoloit haline gelmek
gel
{f} jöleye dönüşmek
gel
{f} jelleşmek
gel
şekil al/peltekleş
gel
(Tıp) Katılaşmış pelte halinde koloid, jel
gelme
Favorites