Benim televizyon bozuk.
- My television is broken.
Benim masa saati bozuk gibi görünüyor.
- My clock seems to be broken.
Tutulmamış bir söz hiç verilmemesinden daha iyidir.
- Better a broken promise than none at all.
Promises are made to be broken.
- Versprechen werden gemacht, um gebrochen zu werden.
The American boy spoke broken Japanese.
- Der amerikanische Junge sprach gebrochenes Japanisch.