güzel güzel

listen to the pronunciation of güzel güzel
Turkish - English
peacefully
calmly
beautifully
finely
calmly and quietly
calmly, peacefully
beautifully, calmly and quietly
güzel
good

I am surprised that she refused such a good offer. - Onun böyle güzel bir teklifi reddetmesine şaşırdım.

At last a good idea struck me. - Sonunda aklıma güzel bir fikir geldi.

güzel
lovely

Meg has a lovely face. - Meg'in güzel bir yüzü var.

Whenever we have such lovely rain, I recall the two of us, several years ago. - Her nezaman böyle güzel bir yağmurumuz olsa, ben yıllar öncesini, ikimizi hatırlıyorum.

güzel
pleasant

It was a pleasant day, but there were few people in the park. - Güzel bir gündü ama parkta çok az kişi vardı.

I had a pleasant dream last night. - Dün gece güzel bir rüya gördüm.

güzel
pretty

She sang pretty well. - O oldukça güzel söyledi.

My mother bought me a pretty dress this past Sunday. - Geçtiğimiz Pazar annem bana güzel bir elbise aldı.

güzel
nice

The style is nice, but do you have it in a different color? - Tarz güzel, ama farklı bir renginiz var mı?

I wonder if it will be nice. - Havanın güzel olup olmayacağını merak ediyorum.

güzel
beautiful

Switzerland is a very beautiful country and well worth visiting. - İsviçre, çok güzel bir ülkedir ve ziyaret edilmeye değerdir.

Nagasaki, where I was born, is a beautiful port city. - Doğduğum yer olan Nagasaki, güzel bir liman kentidir.

güzel
smart

Mary is smarter than Jane who is prettier than Susan. - Mary Susan'dan daha güzel olan Jane'den daha akıllı.

It's the smart thing to do. - Bu yapılacak güzel bir şey.

güzel
beauty

The beauty of the scenery is beyond description. - Manzaranın güzelliği kelimelerle anlatılamaz.

Words cannot express the beauty of the scene. - Kelimeler manzaranın güzelliğini ifade edemez.

güzel konuşan
eloquent

Cicero was the most eloquent of the Roman orators. - Çiçero Roma hatiplerinin en güzel konuşanıydı.

The eloquent scholar readily participated in the debate. - Güzel konuşan bilim adamı kolayca tartışmaya katıldı.

en güzel zaman
prime

Tom is now in his prime. - Tom şu an en güzel zamanında.

He was cut down in his prime. - O, en güzel zamanında öldürüldü.

güzel
likely

It is likely to be fine tomorrow. - Yarın hava muhtemelen güzel olacak.

güzel
fine

She is studying fine art at school. - Okulda güzel sanatlar okuyor.

He wrote a fine preface to the play. - O, oyun için güzel bir önsöz yazdı.

güzel
handsome

He had handsome dark eyes with long lashes. - Onun uzun kirpikli güzel koyu gözleri vardı.

The handsome prince fell in love with a very beautiful princess. - Yakışıklı prens çok güzel bir prensese aşık oldu.

güzel
beautifully

The actress was dressed beautifully. - Aktris güzel giyinmişti.

She writes beautifully. - O güzel şekilde yazar.

güzel
beautiful, good-looking, elegant; pretty, nice, lovely; good, fine; (hava) fine, pleasant, favourable; shapely; enjoyable; beautifully; well; nicely; beauty; beauty queen; Fine! Good! Well!
güzel koku
fragrance

During mating season many animals exude strong fragrances. - Çiftleşme sezonunda birçok hayvan güçlü güzel kokular çıkarır.

Roses have a nice fragrance. - Güllerin güzel kokusu vardır.

güzel
comely
güzel durmak
become
güzel
the beautiful

We stood looking at the beautiful scenery. - Biz güzel manzaraya bakarak ayakta durduk.

I advised the shy young man to declare his love for the beautiful girl. - Ben, utangaç genç adama güzel kıza aşkını ilan etmesini tavsiye ettim.

gelişi güzel
indiscriminately
güzel
nicely

The fire's blazing nicely now. - Ateş artık güzelce yanıyor.

Tom's creative thinking nicely complemented Mary's organizational talents. - Tom'un yaratıcı düşüncesi Mary'nin örgütsel yeteneklerini güzelce tamamladı.

güzel
dilly
güzel
enjoyable
güzel
wellfavored
güzel
sightly
güzel
favourable
güzel
(Argo) bad

Time is a good physician, but a bad cosmetician. - Zaman iyi bir hekim ama kötü bir güzellik uzmanıdır.

I can't help but feel like the ending of Breaking Bad was ridiculously rushed, still an amazing show but it could've been better. - Kendimi Breaking Bad'in sonunun gülünç bir şekilde aceleye getirildiğini düşünmekten alıkoyamıyorum - yine de çok güzel bir dizi ama daha iyi olabilirdi.

güzel (çok)
beautiful
güzel görünüş
glory
güzel kadın
goddess
güzel kokulu
fragrant

These flowers are not only beautiful but also fragrant. - Bu çiçekler sadece güzel değil fakat aynı zamanda güzel kokulu da.

The flower planted in our porch is very fragrant. - Bizim verandada dikili çiçek çok güzel kokulu.

güzel kokulu
fragrance
güzel konuşan
conversational
güzel konuşan kimse
conversationalist
güzel kız
doll
güzel kız
beauty
güzel yan
beauty
küçük ve güzel
bijou
tadı güzel
junk food
güzel kişi
beauty
çok güzel kız
peach
aroma (güzel) koku
aroma
en güzel
finest

This is the finest picture I have ever seen. - Bu şimdiye kadar gördüğüm en güzel resim.

Lee was dressed in his finest clothing. - Lee en güzel elbisesini giymişti.

gelişi güzel
cursory
gelişi güzel
haphazard
görünmek (güzel, hasta vb)
look
güzel
treacly
güzel
sheene
güzel
charming

Jane is fat and rude, and smokes too much. However, Ken thinks she's lovely and charming. That's why they say love is blind. - Jane şişman ve kaba ve çok sigara içiyor. Fakat, Ken onun güzel ve çekici olduğunu düşünüyor. Aşkın gözü kördür demelerinin nedeni bu.

güzel
dreamy
güzel
elegant

Fifth Avenue is an elegant street. - Beşinci sokak güzel bir sokaktır.

How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon? - Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?

güzel
(Konuşma Dili) bully for you
güzel
winsome
güzel
gaiiant
güzel
sharp

The most beautiful flowers have the sharpest thorns. - En güzel çiçeklerin en keskin dikenleri vardır.

güzel
self sufficiency
güzel
well-favored
güzel
agreeable
güzel
well-favoured
güzel
delicate
güzel
(Argo) def

Mary was definitely the prettiest girl at the party. - Mary kesinlikle partide en güzel kızdı.

The real definition of science is that it's the study of the beauty of the world. - Bilimin gerçek tanımı, dünyanın güzelliğini araştırmaktır.

güzel
good-looker
güzel
delicious
güzel
grateful
güzel
good-looking

Mary is a good-looking woman. - Mary güzel bir kadın.

She said that she was good-looking. - O, güzel olduğunu söyledi.

güzel
rosy

She has beautiful rosy cheeks. - Onun güzel al yanakları var.

güzel
delight
güzel
cherub
güzel
delightful
güzel
enviable
güzel (hava)
fine
güzel ahlak
social ethics
güzel davranış
gesture
güzel gözler
beautiful eyes
güzel kadın
beauty

Mrs. Smith was a famous beauty. - Bayan Smith ünlü bir güzel kadındı.

güzel kokulu
sweet smelling
güzel konuşan
silver-tongued
güzel konuşma
elocutionary
güzel konuşma
elocution
güzel kız
chick
güzel kız
eyefull
güzel kızlar
beautiful girls
güzel olmak
become beautiful
güzel olmak
be beautiful
güzel vücutlu
well rounded
güzel şehir
beautiful city
güzel şey
beauty
hava güzel
weather is nice
ince güzel
sylphlike
kafası güzel
(Argo) high
koku (güzel)
scent
koyu ve güzel (renk)
rich
müthiş güzel
ravishing
seni görmek güzel
good to see you
tadı güzel
savoury
çok güzel
peachy
çok güzel
fine as a fiddle
çok güzel
divine
çok güzel
how about that?
çok güzel
ethel
çok güzel
(Argo) going off
çok güzel
super
çok güzel
adorable

The way Tom looked at me was so adorable, I just couldn't say no. - Tom'un bana bakış tarzı çok güzeldi, ben sadece hayır diyemedim.

I have bought an adorable doll for my granddaughter. - Torunum için çok güzel bir bebek satın aldım.

çok güzel
very beautiful

Do you think that brown hair is very beautiful? - Kahverengi saçın çok güzel olduğunu düşünüyor musun?

Seen from the sky, the island was very beautiful. - Gökyüzünden bakıldığında ada çok güzeldi.

çok güzel
spiffy
çok güzel
terrific
çok güzel
admirable
çok güzel
very good

It didn't taste very good. - Tadı çok güzel değildi.

This smells very, very good. - Bu çok, çok güzel kokuyor.

çok güzel
inspired
çok güzel
(Argo) cool

This website is so cool. - Bu web sitesi çok güzel.

It would be so cool if I could speak ten languages! - On dil konuşabilsem, çok güzel olur!

çok güzel
scrumptious
çok güzel
spiffing
çok güzel
fabulous
çok güzel
magical

This fantasy book is a succession of really flashy magical spells and that makes it boring instead. - Bu fantezi kitap gösterişli çok güzel büyülerin bir birbirini izlemesidir ve onun yerine bu onu sıkıcı yapar.

çok güzel
that's great
çok güzel
slashing
çok güzel
(Konuşma Dili) a heaven on earth
güzel bir dille anlatmak
clothe
güzel
personable
alımlı, güzel (kadın)
attractive, beautiful (female)
beyaz tenli, güzel (kadın)
white-skinned, beautiful (female)
gerçek olamayacak kadar güzel
Too good to be true
gösterişli, güzel at
flashy, beautiful horse
gözlerin çok güzel
you have beautiful eyes
günün güzel geçsin
have a nice day
güzel
bully
güzel kokular
fragrances
güzel konuşmak
good to talk
güzel rastlantı
good coincidence
güzel ses
beautiful voice
güzel, sevimli (insan)
nice, cute (men)
anan güzel mi
(Konuşma Dili) You think you're smart, don't you?
aniden gelen güzel fikir
a brain wave
bir güzel dövmek
(Argo) tan someone's hide
büyük ve güzel ev
dome
büyüleyici güzel
witch
en güzel dönem
pink
güzel
well

Switzerland is a very beautiful country and well worth visiting. - İsviçre, çok güzel bir ülkedir ve ziyaret edilmeye değerdir.

Well, the night is quite long, isn't it? - Güzel, gece çok uzun, değil mi?

güzel
good, excellent, fine
güzel
shapely
güzel
bonny
güzel
beauteous
güzel
good looking

What did you think of Tom? He's got a nice voice. Just a nice voice? Well, his face is nothing special, right? Really! I think he's pretty good looking. - Tom hakkında ne düşünüyorsun? Onun güzel bir sesi var. Sadece güzel bir ses mi? Pekala, onun yüzü özel bir şey değil, değil mi? Gerçekten mi! Sanırım o oldukça yakışıklı.

That lady is very good looking. - O hanım çok güzel gözüküyor.

güzel
belle

Mary looked like Belle from the Beauty and the Beast. - Mary Güzel ve Çirkin'den Belle'ye benziyordu.

güzel
beautifully, well
güzel
sweet

He whispered sweet nothings into her ear. - Kulağına güzel ama anlamsız sözler fısıldadı.

Because you're a sweet and lovely girl. - Çünkü sen tatlı ve güzel bir kızsın.

güzel
fair

After the rain, fair weather. - Yağmurdan sonra, güzel hava.

Will it be fair in Tokyo tomorrow? - Yarın Tokyo'da hava güzel olacak mı?

güzel Sanatlar Akademisi formerly the Academy of Fine Arts
(in Istanbul)
güzel adayı
bathing beauty
güzel ama kafasız kız
doll's face
güzel ama kafasız kız
doll
güzel bulmak
find someone beautiful
güzel elbise
finery
güzel genç kız
gamine
güzel ifade edilmiş
well turned
güzel insan
beautiful-good person
güzel kadın resmi
pin-up
güzel kimse
vision
güzel koku
scent
güzel koku vermek
perfume
güzel kokulu
odoriferous
güzel kokulu
aromatic
güzel konuşan kimse
orator
güzel konuşma
a glib tongue
güzel konuşma bilgisi
paralinguistics
güzel konuşmacı
rhetorician
güzel kız
sylph
güzel kız
rose
güzel kız
juicy girl
güzel kız
pretty girl

Who is the pretty girl sitting beside Jack? - Jack'in yanında oturan güzel kız kim?

That pretty girl is my sister. - O güzel kız benim kız kardeşim.

güzel kız
eyeful
güzel manzaralı yer
beauty spot
güzel olma
beauteousness
güzel olmak
1. to become beautiful. 2. to become good or excellent
güzel sanat
vertu
güzel sanat eseri
article of vertu
güzel sanatlar
fine arts

The fine arts flourished in Italy in the 15th century. - Güzel sanatlar on beşinci yüzyılda İtalya'da gelişti.

Where is the Palace of Fine Arts? - Güzel Sanatlar Sarayı nerede?

güzel sanatlar
fine arts, the arts
güzel sanatlar meraklısı kimse
virtuoso
güzel sanatlar sevgisi
virtu
güzel sanatlarla ilgili
artistic
güzel sanatlarla ilgili
artistical
güzel sanatlarla uğraşma
artistry
güzel sesli ardıçkuşu
(Tabiat Doğa) (kuş, Fam: karatavukgiller,ardıçkuşugiller) [syn.: güzel sesli ardıçkuşu, öter ardıçı] song thrush
güzel söz söyleme sanatı
eloquence
güzel tatlı
ambrosial
güzel ve çekici kız
looker
güzel yazı sanatı
calligraphy
kusursuz güzel olmaz
(Atasözü) Even the best or the most beautiful things have their flaws
müthiş güzel
awfully nice
ne güzel
how lovely
ne güzel
how nice

Tom! How nice to see you again! - Tom! Seni tekrar görmek ne güzel!

How nice to be in Hawaii again! - Yine Hawaii'de olmak ne güzel!

ne güzel
goody
ne kadar güzel bir manzara
What a nice view
ne kadar güzel bir oda
What a nice room
ne kadar güzel bir yer
What a nice place
olduğundan güzel göstermek
flatter
seni görmek çok güzel
it is good to see you
son derece güzel
superfine
tadı güzel
savory
tadı güzel
savoury [Brit.]
tadı güzel
yummy
tadı güzel
tasty
uyuyan güzel
Sleeping Beauty
yaprağı güzel
(Botanik, Bitkibilim) coleus bluemi
yarışmaya katılan güzel
bathing beauty
çok güzel
two thumbs up
çok güzel bir geceydi
It's been a wonderful night
çok güzel kız
very beautiful girl
güzel güzel
Favorites