Definition of güç in Turkish English dictionary
- (Askeri) strength
The strengthening of competitiveness on export markets is an urgent need.
- İhracat pazarlarında rekabet gücünün güçlendirilmesi acil bir ihtiyaçtır.
Time, which strengthens friendship, weakens love.
- Zaman, dostluğu güçlendirir, sevgiyi zayıflatır.
- power
The boat uses a motor for the power.
- Tekne güç için bir motor kullanır.
Turkish war of independence against Eurpean imperialist powers had lasted from 1919 to 1923.
- Avrupalı emperyalist güçlere karşı yapılan Türk İstiklal Savaşı 1919'dan 1923'e kadar devam etti.
- force
The Japanese military forces seemed too strong to stop.
- Japon askeri güçleri durdurmak için çok güçlü görünüyordu.
At the Battle of Verdun, French forces stopped a German attack.
- Verdun Savaşında,Fransız güçleri bir Alman saldırısını durdurdu.
- might
Even the mightiest of empires comes to an end.
- En güçlü imparatorlukların bile sonu gelir.
Japan is a mighty nation.
- Japonya güçlü bir ulustur.
- dominance
- muscle
Without strong tendons, large muscles are of no use.
- Güçlü tendonlar olmadan büyük kasların kullanımı yoktur.
Courage is very important. Like a muscle, it is strengthened by use.
- Cesaret çok önemlidir. Bir kas gibi kullandıkça güçlenir.
- mean
A high savings rate is cited as one factor for Japan's strong economic growth because it means the availability of abundant investment capital.
- Yüksek tasarruf oranı Japonya'nın güçlü ekonomik büyümesi için bir faktör olarak kabul edilmektedir.Çünkü o bol yatırım sermayesi kullanılabilirliği anlamına gelmektedir.
- laborious
- choosy
- ascendancy
- compulsion
- competency
- resource
- onerous
- (deyim) go hard for
- fastidious
- stiff
- puissance
- tough
Athletes must be tough not only physically, but also mentally.
- Atletler sadece fiziksel olarak değil fakat aynı zamanda zihinsel olarak da güçlü olmalılar.
Times are tough. Try to be strong!
- Devir kötü. Güçlü olmaya çalış!
- vires
- problematic
- formidable
- onerous ağır
- (Ticaret) coercive power
- troublesome
- (deyim) go hard with
- virtue
Calm is a virtue of the strong.
- Sakinlik, güçlünün bir erdemidir.
- austere
- duty
Tom has a strong sense of duty.
- Tom'un güçlü bir görev duygusu var.
- tricky
- clutch
- difficulty
The old man escaped, but with difficulty.
- Yaşlı adam kaçtı ama güçlükle.
The old woman climbed the stairs with difficulty.
- Yaşlı kadın merdivenleri güçlükle tırmandı.
- punch
- with difficulty
The old woman climbed the stairs with difficulty.
- Yaşlı kadın merdivenleri güçlükle tırmandı.
The old man escaped, but with difficulty.
- Yaşlı adam kaçtı ama güçlükle.
- pith
- capability
- stamina
- forcefulness
- arduous
- capacity
The cells have the capacity to convert food into energy.
- Hücrelerin gıdayı enerjiye dönüştürme güçleri var.
- tricksy
- control
Tom has difficulty controlling his anger.
- Tom öfkesini kontrol etmekte güçlük çekiyor.
Franco's forces took control in Spain.
- Franko'nun güçleri İspanya'da kontrolü ele geçirdi.
- rod
- hard
Tom could hardly wait for the chance to go swimming again.
- Tom tekrar yüzmeye gitme fırsatını güçlükle bekleyebiliyordu.
Some stars are hardly visible to the naked eye.
- Bazı yıldızlar çıplak gözle güçlükle görülebilmektedir.
- clout
- command
- sting
- energy
The cells have the capacity to convert food into energy.
- Hücrelerin gıdayı enerjiye dönüştürme güçleri var.
- baffling
Do you remember that baffling murder case?
- O güç cinayet davasını hatırlıyor musunuz?
- difficult, hard
- intensity
- sword
The pen is mightier than the sword.
- Kalem kılıçtan daha güçlüdür.
- sinew
- spirit
A powerful spirit resides in the forest.
- Güçlü bir ruh ormanda ikamet eder.
Mathematics is the most beautiful and most powerful creation of the human spirit.
- Matematik, insan ruhunun en güzel ve en güçlü yaratısıdır.
- difficult, hard, arduous, troublesome, stiff, strenuous, tough, laborious; with difficulty
- potential
- arm
He has very strong arms.
- Onun çok güçlü kolları var.
Japan's army was very powerful.
- Japonya'nın ordusu çok güçlüydü.
- pep
- iron
This boat is made with high grade aluminum and high strength iron.
- Bu tekne üstün kaliteli alüminyum ve yüksek güçlü demir ile yapılır.
- difficult
I have difficulty understanding abstract modern art, especially Mondrian.
- Soyut modern sanatı anlamada güçlük çekiyorum, özellikle Mondrian.
The old woman climbed the stairs with difficulty.
- Yaşlı kadın merdivenleri güçlükle tırmandı.
- steam
- performance
- ability
The ability to show weakness is a strength.
- Zayıflığı gösterme yeteneği bir güçtür.
- potency
- stuffing
- invest
A high savings rate is cited as one factor for Japan's strong economic growth because it means the availability of abundant investment capital.
- Yüksek tasarruf oranı Japonya'nın güçlü ekonomik büyümesi için bir faktör olarak kabul edilmektedir.Çünkü o bol yatırım sermayesi kullanılabilirliği anlamına gelmektedir.
- rough
- torque
- strenuous
- troublous
- güç bela
- scarcely
Scarcely had I reached home before the telephone rang.
- Telefon çalmadan önce güç bela eve varmıştım.
- güç vermek
- sustain
- güç analizi
- (Politika, Siyaset) power analysis
- güç yönetimi
- Power Management
- güç belâ
- hardly
I had hardly reached the school when the bell rang.
- Güç bela okula varmıştım ki zil çaldı.
Tom hardly said a word all day.
- Tom bütün gün güç bela bir söz söyledi.
- güç gösterisi
- showdown
- güç açık
- (Bilgisayar) power up
- güç durum
- impasse
- güç durum
- mess
- güç durum
- scrape
- güç durum
- straits
- güç durum
- dilemma
- güç duruma düşmek
- Get into a fix, come to a pretty pass, get into a jam
- güç hattı
- (Elektrik, Elektronik) power line
- güç kartı
- (Bilgisayar) power card
- güç modu
- (Bilgisayar) power mode
- güç verme
- sustenance
- güç ışığı
- (Bilgisayar) power led
- güç artırımı
- power expansion
- güç birliği
- forces
- güç dengesi
- balance of power
- güç harcamak
- put effort into itexert oneself
- güç kaynaği
- power supply
- güç olmak, zor olmak
- power to be difficult to
- güç, tahammül edilmez
- power, will not be tolerated
- güç akoru
- (Muzik) power chord
- güç aktarımı
- power transfer
- güç alma
- power take-off
- güç almak
- take heart
- güç aşısı
- (Hukuk) shot in the arm
- güç bandı
- power band
- güç bela
- scarcely, with great difficulty
- güç belâ
- with great difficulty
- güç belâ
- narrowly
Tom narrowly escaped death.
- Tom güç bela ölümden kaçtı.
Tom narrowly escaped being hit.
- Tom çarpılmaktan güç bela kaçtı.
- güç belâ atlatmak
- (sınav) scrape through
- güç belâ olan
- hard pressed
- güç beğenen hard
- to please, particular, exacting, fussy, fastidious
- güç birimi
- power unit
- güç birimi
- unit of power
- güç denemesi
- facedown
- güç destekli
- power assisted
- güç detektörü
- power detector
- güç diyodu
- power diode
- güç durum
- fix
- güç durum
- tickler
- güç durum
- tight corner
- güç durumda
- in deep water
- güç durumda kalmak
- be aground
- güç durumda olmak
- to be in hot water
- güç durumdan kurtarma
- (Hukuk) disentangling
- güç dönem
- (deyim) a bed of nails
- güç dönem
- (deyim) a bed of thorns
- güç faktörü
- power factor
- güç frekansı
- power frequency
- güç gelmek
- to seem difficult to (someone)
- güç gelmek
- to find difficult
- güç gösterge lambası
- (Otomotiv) power indicator light
- güç gösterge ışığı
- (Otomotiv) power indicator light
- güç gösterisi
- tour de force
- güç halle
- with great d fficulty
- güç halle
- with great difficulty
- güç hattı soğutucusu
- (Askeri) power line conditioner
- güç katsayısı
- power coefficient
- güç katı
- power stage
- güç kaybı
- power dissipation
- güç kaynağı
- power unit
- güç kaynağı
- prime mover
- güç kaynağı
- power supply
- güç kaynağı
- power plant
- güç kazancı
- power gain
- güç kazanmak
- gain strenght
- güç kodu
- power code
- güç kontrolü
- power control
- güç koruma platformu; esas bağlantı panosu; öncelik belirleme programı
- (Askeri) power projection platform; primary patch panel; priority placement program
- güç kuramı
- (Hukuk) power theory
- güç nakil organları
- power train
- güç olan
- laboredly
- güç problem
- chinese puzzle
- güç redresörü
- power rectifier
- güç rölesi
- power relay
- güç sağlamak
- power
- güç trafosu
- power transformer
- güç ve ses şiddet birimi
- decibel
- güç veren
- roborant
- güç vermek
- vitalize
- güç vermek
- to energize
- güç vermek
- support
- güç yaklaşımı
- (Hukuk) power approach
- güç yitimi
- power dissipation
- güç yoğunluğu
- power density
- güç yükselteci
- power amplifier
- güç çekici
- power-hammer
- güç çevirici
- transducer
- güç çıkışı
- power output
- güç ölçer
- (Bilgisayar) power meter
- güç şalteri
- power switch
- güç
- (Felsefe) power
- güç, kuvvet
- (Hukuk) force, power, impetus
- güçlendirilmiş çelik kaplama; güç destek platformu
- (Askeri) perforated steel planking; power support platform
- güçler
- forces
Japanese and American forces were still fighting bitterly.
- Japon ve Amerikan güçleri hâlâ acımasızca mücadele ediyorlardı.
Japanese forces marched into Burma.
- Japon güçleri Birmanya'ya yürüdü.
- öz güç
- Self-power
- egemen güç
- sovereign
- askeri güç
- strength
- (ses) güç
- volume
- ac güç
- (Bilgisayar) ac power
- alçak güç
- low power
- askeri güç
- (Askeri) armament
- doruk güç
- (Bilgisayar,Teknik) peak power
- düşük güç
- (Bilgisayar) low power
- ekonomik güç
- (Askeri,Ticaret) economic potential
- elektriksel güç
- (Elektrik, Elektronik,Teknik) electrical power
- etkin güç
- real power
- ezici güç
- (Askeri) juggernaut
- fiziksel güç
- physical power
- geç olsunda güç olmasın
- better late than never
- gizil güç
- (Biyokimya) potential
- gizli güç
- (Ticaret) potential
- güç vermek
- energise
- güç vermek
- corroborate
- hayli güç
- pretty difficult
- itici güç
- motor
- itici güç
- (Havacılık) boost
- kesintisiz güç kaynağı
- (Askeri,Teknik) uninterrupted power supply
- mali güç
- (Ticaret) financial power
- mali güç
- (Ticaret) ability
- mekanik güç
- mechanical power
- net güç
- (Otomotiv) net power
- nominal güç
- nominal power
- nominal güç
- rated capacity
- ortalama güç
- (Elektrik, Elektronik,Teknik) average power
- otomatik güç
- (Bilgisayar) auto power
- sert güç
- hard
- siyasi güç
- political power
- sosyal güç
- (Pisikoloji, Ruhbilim) social power
- sınırsız güç
- (Politika, Siyaset) absolute power
- tam güç
- (Bilgisayar) full power
- tensil güç
- (Tıp) tensile strength
- ters güç
- (Elektrik, Elektronik) inverse power
- vurucu güç
- (Askeri) striking power
- yedek güç
- auxiliary power
- zor güç
- hard
- çekiç güç
- combined task force
- ısıl güç
- thermal power
- ısıl güç
- (Fizik) thermal energy
- güç kesintisi
- power failure
- güç sistemi
- power system
- güç vermek
- energize
- Geç olsun da güç olmasın
- (Atasözü) Better late than never
- güçler
- powers
Tom claims to have psychic powers.
- Tom psişik güçlerinin olduğunu iddia ediyor.
In Japanese folklore, bakeneko are cats with magical powers.
- Japon folklöründe, bakenekolar büyülü güçleri olan kedilerdir.
- kurulu güç
- (Enerji Üretimi) Installed capacity