göstermekte

listen to the pronunciation of göstermekte
Turkish - English
shows
third-person singular of show
plural of show
göster
{f} show

Will you show me the picture? - Bana resmi gösterir misin?

Oh! Show it to me please. - Ah! Onu bana göster lütfen.

göster
(Bilgisayar) show me

Will you show me on this map, please? - Bana bu haritada gösterirmisiniz, lütfen?

Please show me your picture. - Lütfen bana resmini göster.

göster
(Bilgisayar) unhide
göster
(Bilgisayar) point

The compass points to the north. - Pusula kuzeyi gösterir.

Jim makes a point of jogging three miles every day. - Jim günde üç mil koşmaya özen gösterir.

göster
denote
göster
illustrate

This chart illustrates the function of ozone layer. - Bu tablo ozon tabakasının işlevini gösteriyor.

Everyone can feed the database to illustrate new vocabulary. - Herkes yeni kelimeleri göstermek için veritabanını besleyebilir.

göster
(Bilgisayar) view

Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout. - Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.

I want to show you a spectacular view. - Sana muhteşem bir manzara göstermek istiyorum.

göster
(Bilgisayar) quote
göster
indicate

The sign indicates the way to go. - Sinyal gidecek yolu gösterir.

Yes, you can indicate everything you see. - Evet, gördüğünüz her şeyi gösterebilirsiniz.

göster
{f} mirror

This figure is a mirror of the decrease in imports of crude oil. - Bu şekil ham petrol ithalatının azaldığının bir göstergesidir.

The painting shows a young woman combing her hair before a mirror. - Tablo, aynanın önünde saçlarını tarayan genç bir kadını gösteriyor.

göster
{f} shown

What I most noticed about my Japanese high school, however, was the great respect shown by students toward their teachers. - Her nasılsa, Japon lisem hakkında en fazla fark ettiğim şey öğrenciler tarafından öğretmenlerine gösterilen büyük saygıydı.

It is clearly shown in Johnson's investigation that passive smoking is very harmful. - Pasif içiciliğin çok zararlı olduğu Johnson'ın araştırmasında açıkça gösterilmektedir.

göster
{f} indicated

All verbs are indicated in bold text. - Tüm fiiller koyu metinde gösterilir.

I went in the direction my friend indicated. - Ben arkadaşımın gösterdiği yönde gittim.

göster
{f} screened
göster
{f} screen

There's a good movie screening today. - Bugün iyi bir film gösterimi var.

Her health screening showed no negative results. - Onun sağlık taraması olumsuz sonuçlar göstermedi.

göster
{f} displayed

Warning: unsupported characters are displayed using the '_' character. - Uyarı: desteklenmeyen karakterler '_' karakteri kullanarak gösterilir.

Tom displayed the contents of his wallet. - Tom cüzdanının içindekileri gösterdi.

göster
{f} baring

If you see the lion baring its teeth, don't think that the lion is smiling at you. - Aslanın dişlerini gösterdiğini görürsen, sana gülümsediğini sanma.

göster
{f} bared
göster
{f} showing

Thanks for showing me the way. - Bana yolu gösterdiğiniz için teşekkürler.

Men can only be corrected by showing them what they are. - İnsanlar sadece ne olduklarını göstererek düzeltilebilir.

göster
{f} screening

There's a good movie screening today. - Bugün iyi bir film gösterimi var.

Her health screening showed no negative results. - Onun sağlık taraması olumsuz sonuçlar göstermedi.

göster
{f} display

He never made a display of his learning. - O asla öğrendikleri ile ilgili bir gösteri yapmadı.

In the contest he fully displayed what ability he had. - O, yarışmada hangi yeteneğe sahip olduğunu gösterdi.

göster
{f} indicating

There is no sign indicating that this is a meeting room. - Bunun bir toplantı odası olduğunu gösteren hiçbir işaret yok.

göster
{f} displaying

Dan began displaying symptoms of Alzheimer's. - Dan, Alzheimer belirtileri göstermeye başladı.

göster
designated
göster
demonstrate

The new medicine demonstrated an immediate effect. - Yeni ilaç, etkisini hemen gösterdi.

The salesman demonstrated how to use it. - Satıcı onun nasıl kullanılacağını gösterdi.

göster
bespoke
göster
performance

After the performance, she went backstage. - O, gösteriden sonra kulise gitti.

There were no tickets available for Friday's performance. - Cuma gösterisi için mevcut hiç bilet yoktu.

göster
bespeak
göster
reveal

These letters reveal her to be an honest lady. - Bu mektuplar onun dürüst bir kadın olduğunu gösteriyor.

göster
revealing
göster
bespoken
göstermekte
Favorites