Hakim, sanığın bütün para cezalarını ödeyecek parayı bulana kadar hapiste kalacağını söyledi.
- The judge said that the defendant will remain in jail until he finds the money to pay all his fines.
Bu, Boston'un en hoşi otellerinden biridir.
- This is one of Boston's finest hotels.
Tom'la daha fazla kontak kurmak istemiyorsan, benim için hava hoş.
- If you don't want to have any more contact with Tom, that's fine with me.
Bu planı uygulamak için karar verilmesine rağmen, ince noktaların hâlâ planlanmaya ihtiyacı var.
- Although the decision to implement this plan has already been made, the finer points still need to be planned out.
O, ince yontulmuş özelliklere sahip bir kızdı.
- She was a girl with finely chiseled features.
“İyi misin?” “Ben iyiyim!”
- Are you OK? I'm fine!
İyiyim, teşekkürler. Ya siz?
- Fine, thank you. And you?
Konuşması birçok güzel cümle içeriyordu.
- His speech contained many fine phrases.
Adanın güzel bir limanı var.
- The island has a fine harbor.
Tom 300 dolar para cezası ödedi.
- Tom paid a $300 fine.
Bir dolar para cezasına çarptırıldım.
- I was fined a dollar.
Onlar Pandora'nın kutusunu açana kadar her şey yolunda.
- Everything is fine until they open Pandora's box.
Sanırım her şey yolunda.
- I think everything's fine.
Bu güzel günlerden bir gün o sadece hak ettiğini alacak.
- One of these fine days he will get his just deserts.
Ona o paranın satın alabileceği en iyi eğitim verildi.
- He was given the finest education that money could buy.
Cümlede bir sıkıntı göremedim.
- The sentence seems fine to me.
Rahatla, iyi gidiyorsun.
- Relax, you're doing fine.
Sağlıklı bir merak, aslında güzel bir şeydir.
- A healthy curiosity is truly a fine thing.
Güzel sağlıklı bir bebek doğurdu.
- She gave birth to a fine healthy baby.
Bayırturpunu soy ve ince ince doğra.
- Peel and finely chop the horseradish.
Öyle güzel bir gündü ki çok iyi eğlendik.
- It was such a fine day that we had a very good time.
Tom çok iyi bir müzisyen.
- Tom is a very fine musician.
O, orada ne olduğu ile ilgili güzel bir açıklama yazdı.
- He wrote a fine description of what happened there.
Tom arabasını yanlış yere park ettiği için ceza ödemek zorunda kaldı.
- Tom had to pay a fine because he parked in the wrong place.
Tom yaya geçidinden geçmediği için ceza ödemek zorunda kaldı.
- Tom had to pay a fine for jaywalking.
Bu kahveyi çok ince öğüt.
- Grind this coffee very fine.
Ben iyiyim. Sadece küçük bir kesik.
- I'm fine. It's just a little cut.
En son ne zaman bir para cezası ödedin?
- When was the last time you paid a fine?
Bu öğleden sonra hava güzel olacak.
- It will be fine this afternoon.
Mükemmel iyi hissediyorum.
- I feel perfectly fine.
He refilled his glass. ‘The fine is very good,’ he said.