Tom onun için hava hoş olduğunu söyledi.
- Tom said that's fine with him.
Tom'la daha fazla kontak kurmak istemiyorsan, benim için hava hoş.
- If you don't want to have any more contact with Tom, that's fine with me.
O, ince yontulmuş özelliklere sahip bir kızdı.
- She was a girl with finely chiseled features.
Bu planı uygulamak için karar verilmesine rağmen, ince noktaların hâlâ planlanmaya ihtiyacı var.
- Although the decision to implement this plan has already been made, the finer points still need to be planned out.
İyiyim, teşekkürler. Ya siz?
- Fine, thank you. And you?
Ben, havanın iyi olacağını düşünüyorum.
- I think it will be fine.
Adanın güzel bir limanı var.
- The island has a fine harbor.
Okulda güzel sanatlar okuyor.
- She is studying fine art at school.
Ben yasadışı otopark için 20 dolar para cezasına çarptırıldım.
- I was fined 20 dollars for illegal parking.
Ken hızdan dolayı 7.000 yen para cezasına çarptırıldı.
- Ken was fined 7,000 yen for speeding.
Şimdi her şeyin yolunda olduğuna inanıyorum.
- I believe everything is fine now.
Onlar Pandora'nın kutusunu açana kadar her şey yolunda.
- Everything is fine until they open Pandora's box.
Onun bir tepenin üzerinde yer alan evinin güzel bir manzarası var.
- Situated on a hill, his house commands a fine view.
Tom muhtemelen bunun yaptığı için para cezası alacak.
- Tom is likely going to be fined for doing that.
Cümlede bir sıkıntı göremedim.
- The sentence seems fine to me.
Rahatla, iyi gidiyorsun.
- Relax, you're doing fine.
Sağlıklı bir merak, aslında güzel bir şeydir.
- A healthy curiosity is truly a fine thing.
Güzel sağlıklı bir bebek doğurdu.
- She gave birth to a fine healthy baby.
Bayırturpunu soy ve ince ince doğra.
- Peel and finely chop the horseradish.
Tom çok iyi bir müzisyen.
- Tom is a very fine musician.
O gün hepimiz çok iyi bir zaman geçirdik.
- We all had a fine time that day.
O, orada ne olduğu ile ilgili güzel bir açıklama yazdı.
- He wrote a fine description of what happened there.
Tom arabasını yanlış yere park ettiği için ceza ödemek zorunda kaldı.
- Tom had to pay a fine because he parked in the wrong place.
Ken hızdan dolayı 7.000 yen para cezasına çarptırıldı.
- Ken was fined 7,000 yen for speeding.
Bu kahveyi çok ince öğüt.
- Grind this coffee very fine.
Ben iyiyim. Sadece küçük bir kesik.
- I'm fine. It's just a little cut.
Umarım bu güzel hava hafta sonuna kadar sürer.
- I hope this fine weather lasts till the weekend.
En son ne zaman bir para cezası ödedin?
- When was the last time you paid a fine?
Mükemmel iyi hissediyorum.
- I feel perfectly fine.
He refilled his glass. ‘The fine is very good,’ he said.