Onunla yalnız yüzleşmek zorunda değilsin.
- You don't have to face it alone.
Seçilmiş olanlar kapsamlı tıbbi ve psikolojik testlerle yüzleşmek zorunda kalacak.
- Those selected will have to face extensive medical and psychological tests.
Onun işe genellikle geç gelmesi yeterince kötüydü fakat sarhoş gelmesi bardağı taşıran son damlaydı ve ben onun işine son verdireceğim.
- It was bad enough that he usually came to work late, but coming in drunk was the last straw, and I'm going to have to let him go.
Onu dün gece barda gördüm ve o gerçekten sarhoştu.
- I saw him last night in the bar and he was really drunk.
Yüzlerinizi görmek istemiyorum.
- I don't want to see your faces.
Kadınlar gerçekten oldukça tehlikeliler. Bu konuda ne kadar çok düşünürsem, o kadar çok yüz örtüsünün arkasındaki nedeni anlayabileceğim.
- Women really are quite dangerous. The more I think about this, the more I'm able to understand the reasoning behind face covering.
İki yüzlü topluluklardan nefret ederim.
- I hate two-faced communities.
Tom iki yüzlü olduğu için dikkatli olmak daha iyi.
- Because Tom is two-faced, it's better to be careful.
Bir dinozorla yüz yüze gelmek eğlenceli bir deneyimdi.
- Coming face to face with a dinosaur was a funny experience.
Tom onunla tek başına yüz yüze gelmek zorunda değil.
- Tom doesn't have to face it alone.
Adını öğrenmeden ve yüzünü görmeden önceleri de sana âşıktım.
- Twice and thrice had I loved thee before I knew thy face or name.
Madeni paranın önündeki sözleri anlamıyorum.
- I don't understand the words on the face of the coin.
Bu kızın güzel bir yüzü var. Kalbim ona bakmaktan erir.
- This girl has a pretty face. My heart melts from looking at it.
Tom Mary'ye bakmak için geriye döndü.
- Tom turned around to face Mary.
The stairs shall be built in fairfaced concrete quality.
Polis memuru el fenerini sarhoş adamın yüzüne tuttu.
- The officer shone his flashlight in the drunken man's face.
Sarhoş adam düz yürüyemiyordu.
- The drunken man couldn't walk straight.
Sarhoş olmak işleri daha iyi yapmayacak.
- Getting drunk won't make things better.
Sarhoş olmak için yeterince içelim.
- Let's drink enough to get drunk.
Tom eve sürmek için çok içkili.
- Tom is too drunk to drive home.
Dış görünüşe bakılırsa, hiçbir şey daha makul olamazdı.
- Nothing could be more reasonable, on the face of it.
Kadınların yüzü giysilerini çıkardıklarında çoğunlukla daha güzeldir, zira onlar o zaman dış görünüşleri hakkında düşünmekten vazgeçerler.
- Women's faces are often more beautiful when they take their clothes off, for they then stop thinking about their external appearance.
Altı Facebook hesabımdan biri, Facebook tarafından askıya alındı.
- One of my six Facebook accounts was suspended.
Tom sık sık facebook'ta motivasyon alıntılar postalar.
- Tom often posts motivational quotes on Facebook.
Yüzlerinizi görmek istemiyorum.
- I don't want to see your faces.
Tom'un yüzünü görmek istemedim.
- I didn't want to see Tom's face.
Mary yatağına uzandı, yüzü yastığına gömülü şekilde ağladı.
- Mary laid on her bed, crying with her face buried into her pillow.
İngiltere tehlikeli şekilde düşük gıda malzemeleri ile karşı karşıya idi.
- Britain faced dangerously low supplies of food.
Bu iş sırasında, sert surat yaparsan, müşteriler gelmez.
- In this line of work, if you make a grim face the customers won't come.
Suratına bir yumruk attı.
- He punched her in the face.
Mutlu bir gülümsemeyle görünüşü kurtarabilirsiniz.
- You can save face with a happy smile.
Onun yüzünde her zaman ciddi bir görünüş var.
- She always has a serious look on her face.
O, karşısındaki çocuğuna baktı.
- She looked her child in the face.
Ben ona yüzüne karşı tekrar bakamayacağım.
- I'll never be able to look him in the face again.
Ona inanma. O çok ikiyüzlüdür.
- Don't trust him. He's very two-faced.
Yüzünü ellerinin arasına sakladı.
- She buried her face in her hands.
Mutlu bir gülümseme ile yüzünüzü koruyabilirsiniz.
- You can save face with a happy smile.
Haberi aldığı için beti benzi attı.
- His face turned pale to hear the news.
He is a sharp-faced and lean young man.
Fahişelik, kumar, uyuşturucu madde kullanımı, sarhoşluk, düzeni bozmak ve diğer yasadışı etkinlikler kesinlikle yasaklanmıştır.
- Prostitution, gambling, the use of narcotic substances, drunkenness, disorder, and all other illegal activities are STRICTLY FORBIDDEN.
Tom sokakta yatan bir ayyaşı fark etti.
- Tom noticed a drunkard lying in the street.
Ayyaşlar genellikle oldukça komiktirler.
- Drunkards are often quite amusing.
Tom'un yüzü kötü bir biçimde çürük.
- Tom's face is badly bruised.
Şapkamı giymeyi unuttum ve yüzüm kötü biçimde güneşten yandı.
- I forgot to wear my hat and my face got badly sunburned.
Leyla, doğduğu yer olan Mısır'a geri gönderilmekle yüz yüzeydi.
- Layla faced deportation back to her native Egypt.
Ben devasa sorunlarla yüz yüzeyim.
- I am faced with a mountain of problems.
Görünüşe göre o şimdi kötü bir ruh hali içinde.
- From the look on his face, he is in a bad mood now.
Kurbanın vücudu halı üzerinde yüzü aşağıya bakacak şekilde yatıyordu.
- The victim's body was lying face down on the rug.
İtibarını kaybetmek aşağılanmak anlamına gelir.
- To lose face means to be humiliated.
İtibarımı kaybetmek istemiyorum.
- I don't want to lose face.
The First Time I Got Faced —.
Michelle was of the opinion that all the best con artists were baby-faced, since that inspires trust in others.
It is rude, madam, To intrude, madam, With your brood, madam, Brazen-faced!.
Face the sun.
The face of the cliff loomed above them.
She has a pretty face.
Why the sad face?.
The fans cheered on the face as he made his comeback.
Turn the chair so it faces the table.
The bunkers faced north and east, toward Germany.
They turned to boat into the face of the storm.
I'm going to have to face this sooner or later.
He managed to show a bold face despite his embarrassment.
I'll be out in a sec, just let me put on my face.
He glanced across her at the jawless, pie-faced woman soon to be her mother-in-law, whose owlish eyes were fixed askance upon their hands.
John, in his most poker-faced manner, continued to explain the rules.
Coming home late and red-faced every night from the pub is not what I expected of you.
A red-faced John edged his way quietly out of the room.
He collapsed, red-faced from the effort, against the door jamb.
The customer gave a red-faced account of the argument with the waiter.
I can't for the life of me think where I left the tickets!, she cried out, red-faced.
That was a straight-faced lie, and you knew it.
... that have never been faced before. You will hear more and more about migration into ...
... take Afghanistan back to the kind of dangerous situation that we faced before September 11th. ...