etmek

listen to the pronunciation of etmek
Turkish - English
practise
do
practice
pay

We have come to pay you a visit. - Sizi ziyaret etmek için geldik.

Tom doesn't have to pay attention to what Mary says. - Tom Mary'nin söylediklerine dikkat etmek zorunda değil.

auxiliary verb
demur
atone for
be worth
pronounce

It is difficult for me to pronounce the word. - Kelimeyi telaffuz etmek benim için zordur.

This word is difficult to pronounce. - Bu sözcüğü telaffuz etmek zordur.

amount to
reside
discommode
assume

I assume Tom is here to help. - Sanırım Tom yardım etmek için burada.

worth

It is worthwhile visiting that museum. - O müzeyi ziyaret etmek faydalıdır.

The U.S. exports billions of dollars' worth of passenger airplanes. - Amerika Birleşik Devletleri milyarlarca dolar değerinde yolcu uçakları ihraç etmektedir.

to reach (a time)
cost

It'll cost about 2,000 yen to fix it. - Onu tamir etmek yaklaşık 2,000 yene mal olacaktır.

It will cost about 2000 yen to repair it. - Onu tamir etmek yaklaşık 2000 yene mal olacak.

render
make

Tom managed to make time to visit Mary while he was in Boston. - Tom Boston'da iken Mary'yi ziyaret etmek için zaman ayırmış olabilir.

Every day they killed a llama to make the Sun God happy. - Onlar Güneş Tanrısı'nı mutlu etmek için her gün bir lama öldürdü.

(dans) step
to deprive (someone) of (something)
(dua) say
to do, to make, to render; to cost; to amount to, to total; to be worth
tender
get

I never get sick of dancing. - Ben asla dans etmekten usanmam.

Bill and John like to get together once a month to chat. - Bill ve John sohbet etmek için ayda bir kez bir araya gelmekten hoşlanıyorlar.

(Matematik) to equal, make
to do, make
add up to
subject
to amount to, make
(toplamı) aggregate
to wrong, treat (someone) unjustly
have

If you flunk this exam, you'll have to repeat the course. - Bu sınavda başarısız olursan, kursu tekrar etmek zorunda kalacaksın.

If we are to be there at six, we will have to start now. - Biz altıda orada olacaksak, şimdi hareket etmek zorundayız.

take

May I take a few days off to visit my family? - Ailemi ziyaret etmek için birkaç gün izin alabilir miyim?

I don't want to take on any more work. - Daha fazla iş kabul etmek istemiyorum.

send

The other colonies began sending troops to help. - Diğer koloniler yardım etmek için asker göndermeye başladı.

to soil or wet (one's underpants, bed, etc.). etmediğini bırakmamak/komamak to do all the harm one can. ettiğini bulmak/çekmek to get one's deserts. Etme eyleme! Please don't do it!/Come on now, stop it! ettiği hayır ürküttüğü kurbağaya değmemek to be more of a hindrance than a help; to cause more harm than good. ettiği ile kalmak to be left with nothing but the shame of it (when a design against another has not come off). Etme yahu! Is that so?/You must be kidding. ettiğini yanına bırakmamak to get revenge on (someone), not to let (someone) get away with something. ettiği yanına (kâr) kalmak to get away with a bad deed
(toplam) total
to do (well or wrong)
misbehave
put

Taking a watch apart is easier than putting it together. - Bir saati parçalara ayırmak onu monte etmekten daha kolaydır.

You've tried so hard to put me to shame, haven't you? - Beni rezil etmek için çok çabaladın, değil mi?

smb
total

We had to agree to total confidentiality and sign a non-disclosure agreement. - Toplam gizliliği kabul etmek ve bir gizlilik sözleşmesi imzalamak zorundaydık.

execute
hakaret etmek
insult

No one wanted to insult these men. - Hiç kimse bu adamlara hakaret etmek istemedi.

The phrase is meant to insult people. - İfade insanlara hakaret etmek anlamına gelir.

itiraf etmek
admit

I have to admit I enjoyed it. - Bunu beğendiğimi itiraf etmek zorundayım.

It takes a lot of courage to admit that you're wrong. - Hatalı olduğunu itiraf etmek çok cesaret ister.

eşlik etmek
accompany

You're welcome to accompany us. - Bize eşlik etmek için buyurun.

takip etmek
pursue
göç etmek
migrate
ibadet etmek
worship

On New Year's Day many Japanese go to the shrine to worship. - Yeni Yıl Günü birçok Japon ibadet etmek için türbeye giderler.

istila etmek
invade
hitap etmek
address

It might be better to address her as Doctor. - Ona doktor olarak hitap etmek daha iyi olabilir.

cüret etmek
dare
pes etmek
give in
rahatsız etmek
annoy

Tom is doing that just to annoy Mary. - Tom bunu sadece Mary'yi rahatsız etmek için yapıyor.

I didn't want to annoy you. - Seni rahatsız etmek istemedim.

ısrar etmek
persist

To err is human, but to persist in error is diabolical. - Hata yapmak insana mahsustur ama hatada ısrar etmek şeytanidir.

adapte etmek
adapt
ayırt etmek
distinguish

You must educate your tongue to distinguish good coffee from bad. - İyi kahveyi kötü kahveden ayırt etmek için dilini eğitmelisin.

Reality and fantasy are hard to distinguish. - Gerçek ve hayali ayırt etmek zordur.

küfür etmek
(Ticaret) swear

She knows five languages, but when she wants to swear, she does so in her maternal language. - Beş yabancı dil biliyor ama küfür etmek istediği zaman kendi ana dilinde konuşuyor.

Swearing relieves the pain. - Küfür etmek ağrıyı hafifletir.

lanet etmek
curse
motive etmek
motivate
muamele etmek
treat
telâffuz etmek
pronounce

Some German words are extremely difficult to pronounce for an English speaker, for example: Streichholzschächtelchen. - Bazı Almanca sözcükleri telaffuz etmek, İngilizce konuşan biri için son derece zordur örn. Streichholzschächtelchen

This word is difficult to pronounce. - Bu sözcüğü telaffuz etmek zordur.

öncülük etmek
lead
beyan etmek
declare
inkâr etmek
deny

There is no denying that she is very efficient. - Onun çok verimli olduğunu inkar etmek yok.

Denying a quality education to the children of working families is as wrong as denying health care or child care to working families. - Çalışan ailelerin çocukları için kaliteli bir eğitimi inkar etmek çalışan aileler için sağlık hizmetlerini ya da çocuk bakımını inkar etmek kadar yanlıştır.

muayene etmek
examine

I have to examine you. - Seni muayene etmek zorundayım.

inşa etmek
construct
tecâvüz etmek
rape

They want to rape our women. - Kadınlarımıza tecavüz etmek istiyorlar.

Sami wanted to rape Layla. - Sami, Leyla'ya tecavüz etmek istedi.

flört etmek
flirt

I can't help it if girls want to flirt with me. - Kızlar benimle flört etmek isterse elimde değil.

kopya etmek
transcribe
ameliyat etmek
operate

We have to operate urgently. - Acilen ameliyat etmek zorundayız.

We have to operate urgently. - Derhal ameliyat etmek zorundayız.

itiraz etmek
object

I don't mean to object to your proposal. - Amacım önerine itiraz etmek değil.

işgal etmek
occupy

The settlers are the most peaceful people in the world. They cross thousands of miles to occupy a land that doesn't belong to them and they never kill anyone if they're not a savage native. - Göçmenler dünyadaki en huzurlu insanlardır. Onlara ait olmayan bir toprağı işgal etmek için binlerce mil geçerler ve eğer vahşi yerli değillerse kimseyi öldürmezler.

meşgul etmek
occupy
organize etmek
organise
teşhis etmek
diagnose
önderlik etmek
lead
fark etmek
distinguish
hibe etmek
grant
idare etmek
handle

Tom is hard to handle. - Tom'u idare etmek zor.

This machine is easy to handle. - Bu makineyi idare etmek kolaydır.

mutlu etmek
make happy
müdahale etmek
(Hukuk) interfere

Russia, the European Union and the U.S. are accusing each other of interference in Ukraine's domestic affairs. - Rusya, Avrupa Birliği ve ABD; birbirlerini Ukrayna'nın iç işlerine müdahale etmekle suçluyorlar.

I don't want to interfere with your personal life. - Ben kişisel yaşamınıza müdahale etmek istemiyorum.

prova etmek
rehearse
rehberlik etmek
lead
sevk etmek
dispatch
tedarik etmek
procure
alay etmek
mock

It is cruel to mock a blind man. - Kör bir insanla alay etmek acımasızcadır.

berbat etmek
spoil

I don't want to spoil everything. - Her şeyi berbat etmek istemiyorum.

Spoiling an ending is a heinous crime against humanity. - Sonu berbat etmek, insanlığa karşı iğrenç bir suçtur.

davet etmek
summon
devam etmek
go on

You're right. I have to go on living. - Haklısın. Yaşamaya devam etmek zorundayım.

It's absolutely impossible for me to go on like this. - Böyle devam etmek benim için kesinlikle imkansızdır.

dikkat etmek
pay attention

You have to pay attention. - Dikkat etmek zorundasın.

Tom doesn't have to pay attention to what Mary says. - Tom Mary'nin söylediklerine dikkat etmek zorunda değil.

dikte etmek
dictate
dizayn etmek
design
dua etmek
pray

Praying for Tom is all you can do. - Bütün yapabileceğiniz Tom için dua etmek.

We knelt down to pray. - Biz dua etmek için diz çöktük.

elde etmek
get

Right now, all I want to do is get something to eat. - Şu anda, tüm istediğim yiyecek bir şey elde etmek.

Layla used her sexuality to get what she wanted. - Leyla istediği şeyi elde etmek için cinselliğini kullandı.

enjekte etmek
inject
et
{i} meat
hak etmek
deserve

What did I do to deserve this? - Bunu hak etmek için ne yaptım?

hayal etmek
imagine

It's difficult to imagine life without television or the Internet. - Televizyon ya da internet olmayan hayatı hayal etmek zor.

It's pretty easy to imagine. - Bu hayal etmek oldukça kolaydır.

hizmet etmek
serve

Does a government have to serve ideologies, or rather, the interests of the people? - Bir hükümet ideolojiler mi sunmak zorunda? Daha doğrusu insanların çıkarlarına mı hizmet etmek zorunda?

Sometimes we have to serve our husbands like slaves. - Bazen köle gibi erkeğimize hizmet etmek zorundayız.

iade etmek
return

Ah! I forgot again! I was supposed to go to the library to return a book today! - Ah! Tekrar unuttum! Bugün bir kitabı iade etmek için kütüphaneye gitmem gerekiyordu.

I have to return this book to the library today. - Kitabı bugün kütüphaneye iade etmek zorundayım.

icat etmek
invent

If God did not exist, we'd have to invent him. - Tanrı olmasa onu icat etmek zorunda kalırız.

He is very bad at inventing excuses. - Bahaneler icat etmekte çok kötüdür.

iflas etmek
go bankrupt
ihanet etmek
betray

I'd rather die than betray my friends! - Arkadaşlarıma ihanet etmektense ölmeyi tercih ederim!

To translate is to betray. - Çevirmek ihanet etmektir.

ihlal etmek
violate

You are not allowed to violate the rules. - Size kuralları ihlal etmek için izin verilmez.

ikamet etmek
dwell
ikna etmek
persuade

We failed to persuade him. - Onu ikna etmekte başarısız olduk.

It was hard to persuade him to cancel the trip. - Bu geziyi iptal etmesi için onu ikna etmek zordur.

ilan etmek
declare

In Belgium, Flemish people want to declare their independence someday. - Belçika'da Flaman halkı bir gün bağımsızlığını ilan etmek istiyor.

Use the video to declare your love! - Aşkını ilan etmek için video kullan!

ilave etmek
add

Is there anything you want to add to what I just said? - Az önce söylediklerime ilave etmek istediğin bir şey var mı?

Is there anything you'd like to add? - İlave etmek istediğin bir şey var mı?

imha etmek
destroy
iptal etmek
cancel

Tom may have to cancel the picnic. - Tom pikniği iptal etmek zorunda kalabilir.

We don't want to cancel. - İptal etmek istemiyoruz.

istifa etmek
resign

He was finally forced to resign. - O, sonunda istifa etmek zorunda bırakıldı.

I don't want to resign my job at present. - Şu andaki işimden istifa etmek istemiyorum.

ithal etmek
import

He imports clothes from Turkey. - O Türkiye'den giysiler ithal etmektedir.

Japan has to import most of its raw materials. - Japonya ham maddelerinin çoğunu ithal etmek zorunda.

izole etmek
insulate
kabul etmek
approve

Tom has to approve this. - Tom bunu kabul etmek zorunda.

kavga etmek
fight

Fighting isn't my style. - Kavga etmek benim tarzım değildir.

I don't enjoy fighting. - Ben kavga etmekten hoşlanmam.

kontrol etmek
check

I have to check and see what the contract says. - Sözleşmenin ne dediğini kontrol etmek ve görmek zorundayım.

How many bags do you want to check? - Kaç tane çanta kontrol etmek istiyorsun?

koordine etmek
coordinate

Schedules are difficult to coordinate. - Programları koordine etmek zordur.

kurban etmek
sacrifice
mahkum etmek
condemn

It is better to risk saving a guilty man than to condemn an innocent one. - Masum birini mahkum etmektense suçlu bir adamı kurtarmayı göze almak daha iyidir.

mecbur etmek
compel
memnun etmek
please

She's hard to please. - Onu memnun etmek zor.

He is hard to please. - Onu memnun etmek zordur.

merak etmek
wonder

I can't help but wonder where Tom is. - Tom'un nerede olduğunu merak etmekten başka yapabileceğim bir şey yok.

Tom couldn't help but wonder if everybody was safe. - Tom herkesin güvende olup olmadığını merak etmekten kendini alamadı.

muhafaza etmek
conserve
nefret etmek
hate

I don't want to hate you. - Senden nefret etmek istemiyorum.

To hate, to love, to think, to feel, to see; all this is nothing but to perceive. - Görmek, hissetmek, düşünmek, sevmek, nefret etmek; bütün bunlar algılamaktan başka bir şey değildir.

niyet etmek
intend
rekabet etmek
compete

I had to compete with him for promotion. - Ben tanıtım için onunla rekabet etmek zorunda kaldım.

I want to compete again. - Tekrar rekabet etmek istiyorum.

rencide etmek
offend

I no longer want to offend anyone. - Kimseyi rencide etmek istemiyorum artık.

I don't want to offend them. - Onları rencide etmek istemiyorum.

rica etmek
request

Tom is the type of person who always demands that something be done rather than request that it be done. - Tom bir şeyin yapılmasını rica etmek yerine bir şeyin yapılmasını her zaman talep eden türden bir insan.

I would like to request a short recess. - Ben kısa bir ara rica etmek istiyorum.

tahmin etmek
guess

It really isn't hard to guess the answer. - Cevabı tahmin etmek gerçekten zor değil.

Tom's password was easy to guess. - Tom'un şifresini tahmin etmek kolaydı.

tahsis etmek
assign
takdir etmek
appreciate

It is not so difficult to appreciate good music. - İyi müziği takdir etmek hiç de zor değildir.

To appreciate her beauty, you have only to look at her. - Onun güzelliğini takdir etmek için sadece ona bakmak zorundasın.

taklit etmek
imitate

I like to imitate Queen Elizabeth. - Kraliçe Elizabeth'i taklit etmek istiyorum.

If something is fashionable, everyone wants to imitate it. - Eğer bir şey modaysa herkes onu taklit etmek ister.

talep etmek
request
tamir etmek
fix

I had to fix the toaster. - Ben tost makinesini tamir etmek zorunda kaldım.

How much will it cost to fix the car? - Arabayı tamir etmek kaça mal olacak?

tarif etmek
describe

Some feelings are difficult to describe. - Bazı duyguları tarif etmek zordur.

tavsiye etmek
recommend

I found out a very interesting site I'd like to recommend. - Tavsiye etmek istediğim çok ilginç bir site buldum.

tebrik etmek
congratulate

I would just like to congratulate Tom for his work. - Ben sadece onun çalışmaları için Tom'u tebrik etmek istiyorum.

I never got a chance to congratulate you. - Seni tebrik etmek için bir şansım olmadı.

tecrit etmek
isolate
tedavi etmek
cure

Doctors did everything they could to cure him. - Doktorlar onu tedavi etmek için ellerinden gelen her şeyi yaptı.

At present it is medically impossible to cure this disease. - Şu anda bu hastalığı tedavi etmek tıbben mümkün değildir.

tehdit etmek
threaten

Tom threatened to leave Mary. - Tom Mary'yi tehdit etmekle terk etti.

I swear all I meant to do was to threaten Tom. - Tüm yapmak istediğimin Tom'u tehdit etmek olduğuna yemin ederim.

temas etmek
contact

Please don't hesitate to contact me if you have any other questions. - Başka sorunlarınız olursa benimle temas etmekten çekinmeyin.

It's too late to contact Tom now. - Artık Tom'la temas etmek için çok geç.

temsil etmek
represent

The only reason for the existence of a novel is that it does attempt to represent life. - Bir romanın varlığının tek nedeni hayatı temsil etmek için girişimde bulunmasıdır.

His compositions represent the last echo of Renaissance music. - Onun besteleri rönesans müziğinin son yankısını temsil etmektedir.

tercih etmek
prefer
teselli etmek
console

When Luisa broke into tears, only her best friend approached to console her. - Luisa gözyaşlarına boğulduğunda, yalnızca onun en iyi arkadaşı onu teselli etmek için yaklaştı.

I had to console her on the telephone. - Ben onu telefonda teselli etmek zorunda kaldım.

teslim etmek
deliver

Amazon wants to use drones to deliver packages. - Amazon paketleri teslim etmek için dronlar kullanmak istiyor.

How long does it take to deliver a pizza? - Bir pizzayı teslim etmek ne kadar sürer?

teyit etmek
confirm

I'm calling to confirm your appointment. - Randevunu teyit etmek için arıyorum.

umut etmek
hope

I guess it was too much to hope for. - Sanırım bu umut etmek için çok fazlaydı.

yolculuk etmek
travel

Do you like to travel by yourself? - Tek başına yolculuk etmekten hoşlanır mısın?

Traveling by boat is a lot of fun, isn't it? - Gemiyle yolculuk etmek çok eğlenceli, değil mi?

ziyaret etmek
visit

I'd like to visit your country someday. - Ben, bir gün ülkenizi ziyaret etmek istiyorum.

I don't like visiting big cities. - Büyük şehirleri ziyaret etmekten hoşlanmam.

arzu etmek
desire
dans etmek
dance

No one did anything but dance. - Hiç kimse dans etmekten başka bir şey yapmadı.

Tom doesn't have to dance with Mary unless he wants to. - Tom istemediği sürece Mary ile dans etmek zorunda değildir.

idam etmek
execute
teşvik etmek
encourage

I'll do whatever I can to encourage Tom to stay in school. - Tom'u okulda kalmaya teşvik etmek için elimden geleni yapacağım.

You might want to encourage Tom to do his own homework early. - Tom'u kendi ev ödevini erkenden yapması için teşvik etmek isteyebilirsin.

şikayet etmek
complain

They do nothing but complain. - Onlar şikâyet etmekten başka bir şey yapmıyorlar.

Tom did nothing but complain. - Tom şikâyet etmekten başka bir şey yapmadı.

analiz etmek
analyze

The students have to analyze an excerpt from the book. - Öğrenciler kitaptan bir alıntıyı analiz etmek zorundalar.

We have to analyze that. - Onu analiz etmek zorundayız.

anons etmek
announce
ağız kavgası etmek
squabble
değiş tokuş etmek
exchange
endişe etmek
worry

I won't have to worry anymore. - Artık endişe etmek zorunda kalmayacağım.

Stop worrying about what happened to Tom. - Tom'a ne olduğu hakkında endişe etmekten vazgeç.

et
{i} flesh
feda etmek
sacrifice

Do you wanna sacrifice something? - Bir şey feda etmek ister misin?

Would it be ethical to sacrifice one person to save many? - Birçok kişiyi kurtarmak için bir kişiyi feda etmek etik olur muydu?

feragat etmek
renounce
garanti etmek
warrant
gevezelik etmek
babble
hareket etmek
act

If you really have grounds for acting the way you did, then please tell me. - Yaptığınız şekilde hareket etmek için gerçekten sebebiniz varsa, o halde lütfen bana söyleyin.

We'll have to act fast. - Hızlı hareket etmek zorunda kalacağız.

hayret etmek
be surprised
hücum etmek
attack
ibraz etmek
submit
israf etmek
waste

I hate to waste my time. - Zamanımı israf etmekten nefret ederim.

Tom said he didn't want to waste time arguing. - Tom tartışarak zaman israf etmek istemediğini söyledi.

istismar etmek
exploit
itaat etmek
obey

We have to obey orders. - Emirlere itaat etmek zorundayız.

Children must obey their parents and parents must obey their employers. - Çocuklar ebeveynlerine itaat etmek zorundadır ve ebeveynler patronlarına itaat etmek zorundadır.

not etmek
note

I have to make a note of that. - Onu not etmek zorundayım.

nüfuz etmek
penetrate
sitem etmek
reproach
sürgün etmek
relegate
taciz etmek
harass

Tell your son to quit harassing my daughter. - Oğluna kızımı taciz etmekten vazgeçmesini söyle.

tahliye etmek
discharge

Your honor, I would like to discharge counsel. - Sayın yargıç, danışmanı tahliye etmek istiyorum.

takas etmek
exchange

I would like to exchange money. - Para takas etmek istiyorum.

tasfiye etmek
liquidate
teftiş etmek
inspect
telâfi etmek
atone
temin etmek
procure
tercüme etmek
translate

It's useless to translate things that people don't want to say. - İnsanların söylemek istemediği şeyleri tercüme etmek faydasızdır.

I like to translate your sentences. - Cümlelerinizi tercüme etmekten hoşlanıyorum.

teşebbüs etmek
attempt
teşekkür etmek
thank

Tom wanted to thank Mary in person. - Tom Mary'ye şahsen teşekkür etmek istedi.

I'd like to treat you to lunch to thank you for all your help. - Tüm yardımlarına teşekkür etmek amacıyla sana öğle yemeği ısmarlamak istiyorum.

teşkil etmek
constitute
yardım etmek
help

The boy cried Wolf, wolf! and the villagers came out to help him. - Kurt, kurt diye çocuk bağırdı! ve köylüler ona yardım etmek için dışarı çıktılar.

There is not much I can do to help, I am afraid. - Korkarım ki yardım etmek için yapabileceğim çok şey yok.

yemin etmek
vow
yeniden inşa etmek
rebuild

Layla wanted to rebuild her marriage. - Leyla evliliğini yeniden inşa etmek istedi.

The south had no money to rebuild. - Güneylilerin yeniden inşa etmek için hiç parası yoktu.

ümit etmek
expect
şok etmek
shock

Sami liked to shock people. - Sami insanları şok etmekten keyif alırdı.

tahmin etmek
estimate
ısrar etmek
insist
yardım etmek
assist

Tom is here to assist us. - Tom bize yardım etmek için burada.

They came to our assistance. - Onlar bize yardım etmek için geldiler.

göç etmek
immigrate
muhafaza etmek
preserve
inşa etmek
build

They formed a project to build a new school building. - Onlar yeni bir okul binası inşa etmek için bir proje oluşturdu.

His plan is to build a bridge over that river. - Onun planı o nehir üzerinde bir köprü inşa etmektir.

işaret etmek
indicate
sürgün etmek
banish
yerinden etmek
displace
ümit etmek
hope

All we can do is hope. - Bütün yapabileceğimiz ümit etmektir.

All we can do now is hope that Tom does what he's promised to do. - Artık bütün yapabileceğimiz Tom'un yapmaya söz verdiği şeyi yapmasını ümit etmektir.

idare etmek
conduct
terk etmek
desert
ispat etmek
demonstrate
analiz etmek
analyse
davet etmek
invite

I want to invite you to a party. - Sizi bir partiye davet etmek istiyorum.

I called you, on the one hand to invite you out to eat, and on the other to tell you my son is going to get married. - Bir taraftan seni yemeğe davet etmek için, diğer taraftan sana oğlumun evleneceğini söylemek için seni aradım.

devam etmek
proceed

How would you like to proceed? - Nasıl devam etmek istersin?

Are you ready to proceed? - Devam etmek için hazır mısın?

dikkat etmek
be careful

If you want to lose weight, you'll have to be careful about what you eat. - Eğer zayıflamak istiyorsan ne yediğine dikkat etmek zorundasın.

We have to be careful with expenses. - Giderlerimize dikkat etmek zorundayız.

elde etmek
obtain

It was easy to obtain. - Onu elde etmek kolaydı.

garanti etmek
assure
hareket etmek
move

We have to move very quickly. - Çok hızlı şekilde hareket etmek zorundayız.

They would have to move fast. - Onlar hızlı hareket etmek zorunda kalacaktı.

iddia etmek
claim

Some claim that full-body scanners violate the Fourth Amendment. - Bazıları tam vücut tarayıcılarının dördüncü yasa değişikliğini ihlal ettiğini iddia etmektedir.

ifade etmek
express

I'd like to express my gratitude. - Minnettarlığımı ifade etmek istiyorum.

Tom called on Mary to express his sympathy. - Tom sempatisini ifade etmek için Mary'yi aradı.

ikamet etmek
(Hukuk) reside
ilan etmek
(Hukuk) announce
itiraf etmek
confess

Tom felt he had no other choice than to confess to police. - Tom polise itiraf etmekten başka bir seçeneği olmadığını hissetti.

She was forced to confess. - O, itiraf etmek için zorlandı.

itiraz etmek
object to

I don't mean to object to your proposal. - Amacım önerine itiraz etmek değil.

kontrol etmek
control

It's sometimes difficult to control our feelings. - Duygularımızı kontrol etmek bazen zordur.

They formed a company to control it. - Onu kontrol etmek için bir şirket kurdular.

mecbur etmek
obligate
rehberlik etmek
guide

I went with them so that I could guide them around Nagasaki. - Ben Nagasaki çevresinde onlara rehberlik etmek için onlarla birlikte gittim.

I want a guide to Chicago. - Chicago için rehberlik etmek istiyorum.

English - English

Definition of etmek in English English dictionary

ET
Eastern Time (synonyms: EST, Eastern Standard Time, EDT. Eastern Daylight Time)
ET
extraterrestrial
et
and
et
Simple past tense and past participle of eat

Something I et?.

et
latin. and so forth
Et
{i} basic chemical element
et
environmental test
et
Endotracheal Tube
et
Educational Technology
et
CPS's fuse link designed for use on a 38kV distribution system The ET fuse link exhibits the same time current characteristics as the T link
et
Student transferred from another grade within the same school
et
and, both
et
embedded training
et
Event table; describes all events appearing in a business model
et
Ethiopia (in Internet addresses). Conservatoire des Arts et Métiers La Vérendrye Pierre Gaultier de Varennes et de peine forte et dure Montesquieu Charles Louis de Secondat baron de La Brède et de
et
A noun suffix with a diminutive force; as in baronet, pocket, facet, floweret, latchet
et
Equivalent Training
et
Exchange termination (ISDN, SS#7)
et
an extraterrestrial being; alien
et
variant of ate or eaten
et
Exchange Termination is the ISDN Exchange where Layer 2 ( for example, LAPD ) information will be terminated
et
Fuse link designed for use on a 38kV distribution system The ET fuse link exhibits the same time current characteristics as the T link
et
a past tense of eat OF - coming from YO - used to call attention
et
Enemy Tank -
et
and - both
et
[Latin] and
et
EvapoTranspiration - This is a measure of the amount of moisture lost from the ground during the day The moisture is lost in two ways, by direct Evaporation from the ground, and byTranspiration from leaves
et
And, in Latin and French
et
The two-character ISO 3166 country code for ETHIOPIA
et
Estimated Time (3)
et
Employment Tribunal
et
endotrachial tube
et
Error Throwing
et
(Japan) Eagle Technologies
Turkish - Turkish
Küçük veya büyük abdestini yapmak
Herhangi bir değerde olmak
Bir durumu ortaya çıkarmak
Vermek
Birini bir şeyden yoksun bırakmak
Bir işi yapmak
Kötülükte bulunmak
Bir durumu ortaya çıkarmak. "İyi, kötü" zarflarıyla birlikte davranmak
Davranmak
Bir işi yapmak: "Şemsi, sıra düştükçe emlak komisyonculuğu ediyordu."- H. Taner
Bulmak, erişmek
Herhangi bir değerde olmak: "Kira dâhil olduğu hâlde aylık masrafımız tam beş lira ediyordu."- Ö. Seyfettin
Bulmak, erişmek: "Hemşerileri gelir, kemençe gibi bir çalgıyla sabahı ederlerdi."- R. H. Karay
Kötülükte bulunmak: "Ah, iki bardak süt sen bana neler ettin?"- S. F. Abasıyanık
Eşit değer kazanmak
göstermek
etüt etmek
İncelemek, araştırmak
akuple etmek
Birleştirmek, entegre etmek
amorti etmek
Bir ürün üretim maliyeti ile belirli bir sure sonra yapmış olduğu kazanımları kendisini sıfırlamak
tahdis etmek
(Nükleer Mühendislik) Hadis rivayet etmek
vefat etmek
Ölmek
dekore etmek
süsleme amacıyla düzen vermek
idare etmek
Yönetmek, çekip çevirmek
idare etmek
Tutumlu kullanmak
nüfuz etmek
Bir şeyin içine işlemek, geçmek
sarf etmek
Kullanmak
Et
(Osmanlı Dönemi) KİDNE
Et
(Osmanlı Dönemi) KIŞM
Et
lahm
Et
(Osmanlı Dönemi) ARİN
Et
(Osmanlı Dönemi) KÜŞTAR
Et
(Osmanlı Dönemi) BADİ'
et
Ten
et
Kasaplık hayvanlardan sağlanan kaslardan oluşmuş besin maddesi: "Bu, kurumuş pastırma renginde bir et parçası idi."- H. Taner
et
İnsanlarda, hayvanlarda deri ile kemik arasındaki kas ve yağdan oluşan tabaka
et
Kasaplık hayvanlardan sağlanan kaslardan oluşmuş besin maddesi
et
Meyvelerde çekirdekle deri arasındaki bölüm
et
(Osmanlı Dönemi) lâhm
etme
Etmek işi
English - Turkish

Definition of etmek in English Turkish dictionary

ampute etmek
(Geometri) (Tıp) Bir uzvu kesip almak
et
cik
et
(Anatomi) ve
etmek
Favorites