Thomas ve Marie evlerini tümüyle restore ediyorlar.
- Thomas and Marie are entirely renovating their home.
O, tamamen cesaretsiz değil.
- He is not entirely without courage.
Ben, onun söylediğini tamamen anlamıyorum.
- I don't entirely understand what he said.
Sen bütünüyle hatalı değilsin.
- You're not entirely wrong.
Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.
- Sami is still not entirely satisfied.
Sen bütünüyle hatalı değilsin.
- You're not entirely wrong.
Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.
- Sami is still not entirely satisfied.
Bütün günü plajda geçirdik.
- We spent the entire day on the beach.
Bu, bütün diskteki favori parçam.
- This is my favorite track on the entire disc.
Tom'un vasiyetine göre, Mary onun tüm gayrimenkulünü miras olarak alacak.
- According to Tom's will, Mary will inherit his entire estate.
Tom üç saatte tüm kitabı okudu.
- Tom read the entire book in three hours.
Kitabın tamamını okursanız hayal kırıklığına uğramazsınız.
- You won't be let down if you read the entire book.
Ben, onun söylediğini tamamen anlamıyorum.
- I don't entirely understand what he said.
Tom gece yarısında uyandı ve bir paket cipsin hepsini yedi.
- Tom woke up in the middle of the night and ate an entire bag of chips.
Zorbalık ciddi bir problemdir fakat onu saf dışı bırakmaya çalışmanın tamamen gerçekçi bir teklif olmadığını anlamak zorundayız.
- Bullying is a serious problem, but we have to understand that setting out to eliminate it entirely isn't a realistic proposition.
It is entirely up to you.
- It's entirely up to you.
This is not entirely Tom's fault.
- This isn't entirely Tom's fault.
Tom and Mary have been doing that their whole life.
- Tom and Mary have been doing that their entire life.
The whole city burned.
- The entire city burned.
... entirely depends on the individual circumstances we went to choose ...
... entirely around the web. ...