eşlik

listen to the pronunciation of eşlik
Turkish - English
accompaniment
company

If you don't want to be alone, I can keep you company. - Yalnız olmak istemiyorsan sana eşlik edebilirim.

If you don't want to stay alone, I can keep you company. - Yalnız kalmak istemiyorsanız size eşlik edebilirim.

convoy
attendance
companionship

Pets offer us more than mere companionship. - Evcil hayvanlar sadece bize eşlik etmekten daha fazlasını sunar.

accompaniment; companionship; parity
parity
equality
waiting
{i} escort

May I escort you home? - Eve kadar size eşlik edebilir miyim?

Tom escorted Mary to the door. - Tom Mary'ye kapıya kadar eşlik etti.

be accompanied by
eşlik etmek
accompany

You're welcome to accompany us. - Bize eşlik etmek için buyurun.

wife

A good daughter will make a good wife. - İyi bir kız çocuğu, iyi bir eş yapacaktır.

My wife will be glad to see you, too. - Eşim de seni görmekten memnun olacak.

peer
{i} partner

Pigeons stay with the same partner for life. - Güvercinler ömür boyu aynı eşle kalırlar.

How did you meet your partner? - Eşinle nasıl tanıştın?

match

Tom and Mary were a match made in heaven. - Tom ve Mary cennette yapılan bir eşti.

The cushions on the sofa don't match those on the armchairs. - Kanepedeki minderler koltuklardakilerle eşleşmiyor.

husband

Her husband smokes like a chimney. - Eşi, bir baca gibi sigara içiyor.

Tom's wife doesn't know Mary's husband. - Tom'un eşi Mary'nin eşini tanımıyor.

spouse

Does your spouse attend church with you? - Eşiniz sizinle birlikte kiliseye katılır mı?

All of their spouses got on the bus. - Onların eşlerinin hepsi otobüse bindi.

eşlik etmek
escort
eşlik etme
escort
eşlik etmek
attend
eşlik eden
attendant
eşlik eden
in waiting
eşlik eden
accompanying

In front of the water fountain, there was a young woman accompanying herself on a guitar. - Çeşmenin önünde gitarıyla kendine eşlik eden genç bir kadın vardı.

eşlik eden kimse
accompanist
eşlik edenler
retinue
eşlik etmek
wait upon
eşlik etmek
go with
eşlik etmek
consort
eşlik etmek
a) to accompany b) to escort, to convoy
eşlik etmek
herd
eşlik etmek
come along

I don't see why I had to come along. - Neden eşlik etmek zorunda olduğumu anlamıyorum.

eşlik etmek
walk
eşlik etmek
keep smb. company
eşlik etmek
wait on
eşlik etmek
companion

Pets offer us more than mere companionship. - Evcil hayvanlar sadece bize eşlik etmekten daha fazlasını sunar.

eşlik etmek
to accompany

You're welcome to accompany us. - Bize eşlik etmek için buyurun.

eşlik etmek
go along
eşlik etmek
convoy
identical
{i} couple

Same-sex couples should be able to get married. - Eş cinsel çiftler evlenebilmeli.

The young couple was accompanied by a chaperone. - Genç çifte bir hastabakıcı tarafından eşlik edildi.

consort
counterpart
equal

Everyone has the right of equal access to public service in his country. - Her şahıs memleketin kamu hizmetlerine eşitlikle girme hakkını haizdir.

Everyone, without any discrimination, has the right to equal pay for equal work. - Herkesin, hiçbir fark gözetilmeksizin, eşit iş karşılığında eşit ücrete hakkı vardır.

{s} matching

I'm thinking of matching you against Yoshida in the race. - Seni yarışta Yoshida'ya karşı eşleştirmeyi düşünüyorum.

Tom and Mary got matching tattoos. - Tom ve Mary'nin eşleşen dövmeleri var.

woman

It's hard to be a woman. One must think like a man, act like a lady, look like a girl, and work like a horse. - Kadın olmak zordur. Erkek gibi düşünmeyi, hanımefendi gibi davranmayı, genç kız gibi görünmeyi ve de eşek gibi çalışmayı gerektirir.

Nobody is equal to this young woman in the field of music. - Müzik alanında hiç kimse bu genç kadın eşit değildir.

{i} Dutch
eşlik eden
(Muzik) backup
eşlik etmek
usher
{i} pair

This is why Tatoeba is multilingual. But not that kind of multilingual. Not the kind where languages are simply being paired up together, and where some pairs are left behind. - Tatoeba'nın çok dilli olmasının nedeni budur. Fakat o tür çok dilli değil. Dillerin sadece birlikte eşleştirildiği ve bazı çiftlerin geride bırakıldığı tür değil.

The boys and girls paired off for the dance. - Erkekler ve kızlar dans için eşleştiler.

eşlik eden
(Muzik) featuring
twin

My wife and I can't decide on names for the twins. - Eşim ve ben ikizler için isimler üzerinde karar veremiyoruz.

screw
equal to

He is not equal to his father. - O, babasına eşit değil.

One plus two is equal to three. - Bir artı iki üçe eşittir.

eşlik etme
(Tıp) comorbidity
correspondent
{i} like

When Tom told Chris he didn't like her scarf, she got rid of it. - Tom Chris'e onun eşarbını sevmediğini söylediğinde, o ondan kurtuldu.

I'd like to introduce you to my wife. - Ben sizi eşime tanıtmak istiyorum.

corresponding
compeer
helpmeet
equi

The ages of the two children put together was equivalent to that of their father. - İki çocuğun yaşları toplandığında babalarınkine eşit oluyordu.

A is equivalent to B has the same meaning as A is true if and only if B is true. - A, B'ye eşittir önermesi, Eğer ve yalnızca eğer B doğruysa A doğrudur ile aynı anlama gelmektedir.

image
better half
ux
one's better half
feme
hubby
eşlik eden
accompaniment
eşlik eden
concomitant
eşlik etme
{i} escorting
eşlik etmek
pair
{i} lady

It's hard to be a woman. One must think like a man, act like a lady, look like a girl, and work like a horse. - Kadın olmak zordur. Erkek gibi düşünmeyi, hanımefendi gibi davranmayı, genç kız gibi görünmeyi ve de eşek gibi çalışmayı gerektirir.

My dream is to be the First Lady. - Hayalim devlet başkanının eşi olmak.

synonym

Eating good isn't synonymous for eating a lot. - İyi yemek, çok yemekle eş anlamlı değildir.

Vanity and pride are different things, though the words are often used synonymously. - Her ne kadar sıkça eş anlamlı olarak kullanılsalar da; kibir ve gurur farklı şeylerdir.

(Tıp) bigeminus
basit ve notasız eşlik
vamp
dikey eşlik
(Bilgisayar) vertical parity
match, counterpart, peer, equal; partner; mate; (karı veya koca) spouse, consort; (cinsel birleşmede) screw
husband; wife; mate, spouse
fellow
identic
mate (of an animal)
mate

The woodpecker is feeding its mate. - Ağaçkakan, eşini besliyor.

Where is the mate to this sock? - Bu çorabın eşi nerede?

old man

The old man was accompanied by his grandchild. - Yaşlı adama torunu tarafından eşlik edildi.

The old man was accompanied by his granddaughter. - Yaşlı adama kız torunu tarafından eşlik edildi.

companion

Pets offer us more than mere companionship. - Evcil hayvanlar sadece bize eşlik etmekten daha fazlasını sunar.

helpmate
doublet
spousal
similar
old woman

The old woman was accompanied by her grandchild. - Yaşlı kadına torunu tarafından eşlik edildi.

The old woman was accompanied by her grandson. - Yaşlı kadına erkek torunu tarafından eşlik edildi.

prov. afterbirth, placenta
friend, companion
duplicate
iso

Languages are partially isomorphic. - Diller kısmen eşyapılıdır.

one of a pair, mate, fellow
coequal
partner (in a game)
old lady
placenta
match, equal, like, double, duplicate, counterpart
the missis
one of a pair
missis
double
equipollent
duo
comate
eşlik eden
accompanist
eşlik etme
{i} concomitance
eşlik etmek
vamp
eşlik etmek
(Fiili Deyim ) accompanied by
geline eşlik eden kız
bridesmaid
genç kıza eşlik eden kadın
duenna
genç kıza eşlik eden kadın
chaperon
genç kıza eşlik etmek
chaperon
iki sevgiliye eşlik etmek
play gooseberry
müziğe eşlik etmek
vamp
Turkish - Turkish
Eş olma durumu
insan sesi yada tek çalgı için yazılmış yapıtlarda, başlıca ses yada seslere yardımcı durumda olan çalgı bölümü
Belirli bir modeli ile armoni oluşturan ve bir veya birkaç partiye bölüştürülen sesler bütünü
eşlik etmek
Beraberinde gitmek, arkadaşlık etmek, refakat etmek
eşlik etmek
Bir solist, bir çalgı veya orkestra ile birlikte müzik icra etmek, refakat etmek
eşlik etmek
Beraberinde bulunmak
(Hukuk) REFİKA
partner
(Hukuk) REFİK
Eşlik etme
refakat
Eşlik etmek
refakat etmek
Karı kocadan her biri, hayat arkadaşı, refik, refika: "Kadın diye eşini bellemiş, dürüst, aile babası bir adamdır."- Z. Selimoğlu
Birbirinin aynı olan veya birbirine çok benzeyen iki şeyden her biri, benzer
Birbirinin aynı olan veya birbirine çok benzeyen iki şeyden her biri, benzer: "Çorabın öbür eşini yerden almak için sol ayağını uzatıyordun."- Ö. Seyfettin
Etene, son, meşime
Karı kocadan her biri, hayat arkadaşı, refik, refika
Etene. İkişer kişilik gruplarla oynanan oyunlarda, ortak oynayan iki kişiden her birinin öbürüne göre durumu
Bir çift oluşturan şeylerden her biri
Birlikte yaşayan dişi ve erkek hayvandan her biri
İkişer kişilik gruplarla oynanan oyunlarda, ortak oynayan iki kişiden her birinin öbürüne göre durumu
Arkadaş
Kuma, ortak
eşlik
Favorites