durumlar

listen to the pronunciation of durumlar
Turkish - English
circumstances

These are special circumstances. - Bunlar özel durumlar.

There are complicated circumstances behind the matter. - Sorunun ardında karmaşık durumlar vardır.

goings-on
cases

In some cases, mastectomy is prophylactic surgery - a preventive measure taken by those considered to be at high risk of breast cancer. - Bazı durumlarda, meme ameliyatı koruyucu bir ameliyattır- meme kanseri riski yüksek olduğu düşünülenler tarafından alınan bir önlem.

There are some cases where this rule does not apply. - Bu kuralın geçerli olmadığı bazı durumlar vardır.

positions
external
durum
{i} circumstance

These are special circumstances. - Bunlar özel durumlar.

He can't accommodate himself to his circumstances. - O bulunduğu duruma kendini alıştıramaz.

durum
situation

The situation resulted in violence. - Durum şiddetle sonuçlandı.

He can't cope with difficult situations. - Zor durumlarla başa çıkamıyor.

durum
status

Would you please let me know what the status is right away? - Lütfen hemen bana durumun ne olduğunu bildirir misin?

Employers cannot refuse to hire workers because of their race, religion, ethnic origin, skin colour, sex, age, marital status, disability or sexual orientation. - İşverenler ırkları, dinleri, etnik kökenleri, deri renkleri, cinsiyetleri, yaşları, medeni durumları, engellilikleri ya da cinsel yönelimleri nedeniyle işçileri işe almayı reddemezler.

durum
case

This rule cannot be applied in every case. - Bu kural her durumda uygulanamaz.

There are some cases where this rule does not apply. - Bu kuralın geçerli olmadığı bazı durumlar vardır.

durum
condition

That car dealer gave me a bum steer when he told me this used Toyota was in good condition. - O araba satıcısı bu kullanılmış Toyota'nın iyi durumda olduğunu söylediğinde bana yanlış bilgi vermiş.

They are in great condition. - Onlar mükemmel durumdalar.

durum
{i} position

Tom made his position clear. - Tom durumunu netleştirdi.

Divorce can put mutual friends of the divorcing couple in a difficult position, particularly if it's an acrimonious split. - Boşanmalar, boşanan çiftlerin ortak arkadaşlarını zor durumda bırakabilir, özellikle de ayrılık sert ve tantanalı olmuşsa.

durum
state

TV is harmful in that it keeps your mind in a passive state. - TV aklınızı pasif durumda tutması bakımından zararlıdır.

He is content with his present state. - Bugünkü durumundan memnundur.

durum
occasion

His story wasn't appropriate for the occasion. - Onun hikayesi durum için uygun değildi.

He never drinks except on special occasions. - Özel durumlar dışında asla içmez.

durum
conditions

This patient's conditions are getting worse day after day. - Bu hastanın durumu günden güne kötüleşiyor.

Weather conditions may change. - Hava durumları değişebilir.

durum
{i} fact

These facts support my hypothesis. - Bu durum hipotezimi destekliyor.

What was the determining factor in this case? - Bu durumda belirleyici faktör neydi?

durum
instance

We have many things in common: hobbies, educational backgrounds, for instance. - Ortak çok şeyimiz var: örneğin hobilerimiz, eğitim durumu.

durum
{i} context
durum
event

What would you do in the event of a zombie apocalypse? - Bir zombi kıyameti durumunda ne yapardın?

In the event of misfortune, celebrations are the best. - Talihsizlik durumunda kutlamalar en iyisidir.

durum
score
durum
{i} lie

What reason could I possibly have to lie to you? - Ne diye sana yalan söylemek durumunda kalayım ki?

durum
matter

It is not known who has the authority in this matter. - Bu durumda kimin otorite olduğu bilinmiyor.

There are complicated circumstances behind the matter. - Sorunun ardında karmaşık durumlar vardır.

durum
aspect

The instrumental case is one of the most graceful aspects of the Russian language. - Araç durumu Rus dilinin en zarif yönlerinden biridir.

durum
state, condition, case, things; situation, circumstance; status; position; case
durum
size

He sized up the situation and acted immediately. - Durumu değerlendirdi ve derhal harekete geçti.

durum
where

One's point of view depends on the point where one sits. - Bir kişinin bir şeye bakma tarzı onun durumuna bağlıdır.

There are some cases where this rule does not apply. - Bu kuralın geçerli olmadığı bazı durumlar vardır.

acil durumlar
(Tıp) emergencies
durum
frame of mind
durum
complexion
durum
(Bilgisayar) mode

In most cases, modernization is identified with Westernization. - Çoğu durumda, modernizasyon batılılaşma ile tanımlanır.

durum
capacity
durum
iteration
durum
point

One's point of view depends on the point where one sits. - Bir kişinin bir şeye bakma tarzı onun durumuna bağlıdır.

It is important that a lawyer should leave no stone unturned even on minor points and harp on the same subject to achieve a break through in an impasse. - Bir avukatın zor bir durumda küçük konularda bile her taşın altına bakması ve aynı konuda sonuca ulaşmak için ısrarla belirtmesi önemlidir.

durum
things

Among other things, we talked about the weather. - Diğer şeyler arasında hava durumunu konuştuk.

They are content with things as they are. - Onlar mevcut durumdan memnun.

durum
way

I love the way the air is so fresh and clean after it rains. - Yağmur yağdıktan sonra havanın çok taze ve temiz olması durumunu seviyorum.

The situation of the villagers is better than ten years ago in many ways. - Köylülerin durumu birçok yönden on yıl öncesine göre daha iyi.

durum
predicament
durum
layup
durum
(Biyokimya) phase
durum
state of play
durum
(Askeri) quality

Both quantity and quality are important in most cases. - Hem miktar hem de kalite birçok durumlarda önemlidirler.

durum
configuration
durum
standing
durum
showing
durum
(Bilgisayar) status of
durum
stand

I'll always stand by you in case of trouble. - Ben her zaman sorun durumunda hep yanında olacağım.

durum
set-up
durum
shape

His business affairs are in good shape. - Onun iş ilişkileri iyi durumda.

Tom is in bad shape these days. - Tom bugünlerde kötü durumda.

durum
(Fizik,Teknik) inertia
durum
metamorphosis
durum
order

She always keeps her room in good order. - Odasını her zaman iyi durumda tutar.

Sami's SUV is in perfect working order. - Sami'nin SUV'u mükemmel çalışır durumda.

kural dışı durumlar
(Bilgisayar) exceptions
durum
footing
durum
ball game

We have ourselves a whole new ball game. - Bambaşka bir durumumuz var.

durum
{i} lay

I'm going to lay aside that money for emergencies. - Acil durumlar için o parayı biriktireceğim.

Layla is tired of Fadil's infidelity. - Leyla, Fadıl'ın sadakatsizliğinden bıkmış durumda.

durum
{i} repair
durum
stative
Savunma Bakanlığı Acil Durumlar Makamı Bulup Getirme ve Analiz Sistemi
(Askeri) Department of Defense (DOD) Emergency Authorities Retrieval and Analysis System
benzeri durumlar
similar cases
durum
state , status
durum
situation, circumstances. (...)
durum
fettle
durum
pass

TV is harmful in that it keeps your mind in a passive state. - TV aklınızı pasif durumda tutması bakımından zararlıdır.

durum
attitude
durum
estate
durum
state of affairs

I will not tolerate such a state of affairs. - Böyle bir duruma göz yummayacağım.

This is a deplorable state of affairs. - Bu üzücü bir durumdur.

durum
posture
durum
conjuncture
durum
set

The situation could only be settled by war. - Bu durum sadece savaşla halledilebilirdi.

durum
plight

The documentary is meant to raise consciousness about the plight of the poor. - Belgesel, yoksulların durumuyla ilgili bilinci arttırmayı amaçlıyor.

The documentary is meant to raise consciousness about the plight of the poor. - Belgesel, yoksulların durumu hakkında bilinçlendirmek demektir.

durum
state, condition
durum
{i} situs
durum
state, status
durum
{i} trim
durum
setup
durum
{i} stance
durum
eventuality
kural uygulanacak durumlar
(Bilgisayar) apply rule if
sınırlayıcı uygulamalar ve hakim durumlar danışma kurulu
(Hukuk) advisory commitee on restrictive practices and dominant positions
özel durumlar
(Hukuk) special circumstances
English - English

Definition of durumlar in English English dictionary

durum
A hard variety of wheat, Triticum turgidum or Triticum durum, whose flour is used to make pasta and bread
durum
wheat with hard dark-colored kernels high in gluten and used for bread and pasta; grown especially in southern Russia, North Africa, and northern central North America
durum
{i} type of wheat
Turkish - Turkish

Definition of durumlar in Turkish Turkish dictionary

durum
Bir zaman kesiti içinde bir şeyi belirleyen şartların hepsi, vaziyet, hâl, keyfiyet, mevki, pozisyon: "Genel Sekreter, kazadaki sıtma durumu hakkında verdiğim uzun tafsilattan pek memnun kaldı."- R. N. Güntekin
durum
Bireyin toplum içindeki ilişkileriyle belirlenen yeri. İsim soyundan kelimelerin birbirleriyle edatlarla ve fiillerle ilişkilerini belirleyen biçim, hâl
durum
Duruş biçimi, konum
Durum
keyfiyet
Durum
boyut
Durum
mevki
Durum
halet
durum
özellikle makarna yapımında kullanılan bir buğday cinsi
durum
Makarna üretiminde kullanılan bir buğday türü
durum
Bir zaman kesiti içinde bir şeyi belirleyen şartların hepsi, vaziyet, hâl, keyfiyet, mevki, pozisyon
durum
İsim soyundan kelimelerin birbirleriyle edatlarla ve fiillerle ilişkilerini belirleyen biçim, hâl
durum
Bireyin toplum içindeki ilişkileriyle belirlenen yeri
English - Turkish

Definition of durumlar in English Turkish dictionary

durum
unundan makarna yapılan bir cins buğday Triticum durum
durumlar
Favorites