duruma

listen to the pronunciation of duruma
Turkish - English

Definition of duruma in Turkish English dictionary

durum
{i} circumstance

What would you do in this circumstance? - Bu durumda siz ne yapardınız?

But there was one curious circumstance. - Fakat tuhaf bir durum vardı.

etkisiz duruma getirmek
neutralize
durum
situation

In situations like these, it's best to remain calm. - Bu gibi durumlarda sakin kalmak en iyisidir.

In situations like these, a gun might come in handy. - Bu gibi durumlarda, bir tabanca kullanışlı gelebilir.

durum
status

Would you please let me know what the status is right away? - Lütfen hemen bana durumun ne olduğunu bildirir misin?

I want a status report. - Bir durum raporu istiyorum.

durum
case

In case of an earthquake, turn off the gas. - Bir deprem durumunda, gazı kapatın.

It is difficult for me to handle the case. - Durumla başa çıkmak benim için zor.

durum
condition

The condition of the patients changes every day. - Hastaların durumu her gün değişir.

That car dealer gave me a bum steer when he told me this used Toyota was in good condition. - O araba satıcısı bu kullanılmış Toyota'nın iyi durumda olduğunu söylediğinde bana yanlış bilgi vermiş.

durum
{i} position

He explained his position to me. - O, durumunu bana açıkladı.

Tom made his position clear. - Tom durumunu netleştirdi.

durum
state

While the civil war went on, the country was in a state of anarchy. - İç savaş sırasında, ülke anarşik bir durum içindeydi.

He is content with his present state. - Bugünkü durumundan memnundur.

duruma göre
(Bilgisayar) by status
duruma göre
(Politika, Siyaset) case by case
duruma bağlı
circumstantial
duruma bağlı
positional
duruma göre
(Hukuk) as the case may be
duruma göre davranmak
trim one's sails to every wind
durum
occasion

His speech was not very becoming to the occasion. - Onun konuşması duruma çok uygun değildi.

Let's reserve that for another occasion. - Başka bir durum için onu ayıralım.

durum
conditions

Weather conditions may change. - Hava durumları değişebilir.

This patient's conditions are getting worse day after day. - Bu hastanın durumu günden güne kötüleşiyor.

durum
{i} fact

I live in Belarus and I take pride in this fact. - Beyaz Rusya'da yaşıyorum ve bu durumdan gurur duyuyorum.

What was the determining factor in this case? - Bu durumda belirleyici faktör neydi?

durum
instance

We have many things in common: hobbies, educational backgrounds, for instance. - Ortak çok şeyimiz var: örneğin hobilerimiz, eğitim durumu.

durum
{i} context
durum
event

What would you do in the event of a zombie apocalypse? - Bir zombi kıyameti durumunda ne yapardın?

In the event of misfortune, celebrations are the best. - Talihsizlik durumunda kutlamalar en iyisidir.

durum
score
durum
{i} lie

What reason could I possibly have to lie to you? - Ne diye sana yalan söylemek durumunda kalayım ki?

durum
matter

The common state of this matter is solid. - Bu maddenin normal durumu katıdır.

There are complicated circumstances behind the matter. - Sorunun ardında karmaşık durumlar vardır.

durum
aspect

The instrumental case is one of the most graceful aspects of the Russian language. - Araç durumu Rus dilinin en zarif yönlerinden biridir.

durum
state, condition, case, things; situation, circumstance; status; position; case
etkisiz duruma getirmek
negate
zor duruma sokan
embarrassing
durum
size

He sized up the situation and acted immediately. - Durumu değerlendirdi ve derhal harekete geçti.

durum
where

The situation has come to the point where we either sink or swim. - Durum ya batarsın ya da çıkarsın noktasına geldi.

One's point of view depends on the point where one sits. - Bir kişinin bir şeye bakma tarzı onun durumuna bağlıdır.

hazır duruma getirmek
cock
bitkin duruma getirmek
finish
dayanmak (bir duruma)
face
durum
frame of mind
durum
complexion
durum
(Bilgisayar) mode

In most cases, modernization is identified with Westernization. - Çoğu durumda, modernizasyon batılılaşma ile tanımlanır.

durum
capacity
durum
iteration
durum
point

It is important that a lawyer should leave no stone unturned even on minor points and harp on the same subject to achieve a break through in an impasse. - Bir avukatın zor bir durumda küçük konularda bile her taşın altına bakması ve aynı konuda sonuca ulaşmak için ısrarla belirtmesi önemlidir.

The situation has come to the point where we either sink or swim. - Durum ya batarsın ya da çıkarsın noktasına geldi.

durum
things

Among other things, we talked about the weather. - Diğer şeyler arasında hava durumunu konuştuk.

I want to make things clear. Tom is NOT my boyfriend. - Durumu açıklığa kavuşturmak istiyorum. Tom benim erkek arkadaşım değildir.

durum
way

A person's way of looking at something depends on his situation. - Bir kişinin bir şeye bakış şekli onun durumuna bağlıdır.

I love the way the air is so fresh and clean after it rains. - Yağmur yağdıktan sonra havanın çok taze ve temiz olması durumunu seviyorum.

durum
predicament
durum
layup
durum
(Biyokimya) phase
durum
state of play
durum
(Askeri) quality

Both quantity and quality are important in most cases. - Hem miktar hem de kalite birçok durumlarda önemlidirler.

durum
configuration
durum
standing
durum
showing
durum
(Bilgisayar) status of
durum
stand

I'll always stand by you in case of trouble. - Ben her zaman sorun durumunda hep yanında olacağım.

durum
set-up
durum
shape

He's really in good shape. - O gerçekten iyi durumda.

Your gums are in bad shape. - Diş etleriniz kötü durumda.

durum
(Fizik,Teknik) inertia
durum
metamorphosis
durum
order

The room is in immaculate order. - Oda kusursuz durumda.

Sami's SUV is in perfect working order. - Sami'nin SUV'u mükemmel çalışır durumda.

en iyi duruma getirme
(Bilgisayar) optimization
güç duruma düşmek
Get into a fix, come to a pretty pass, get into a jam
komik duruma düşmek
be a laughing stock
komik duruma düşmek
be ridiculed
komik duruma düşmek
be laughed at
olumsuz duruma sokmak
(Politika, Siyaset) cause a disadvantage
sesli duruma getirmek
vocalize
durum
footing
durum
ball game

We have ourselves a whole new ball game. - Bambaşka bir durumumuz var.

durum
{i} lay

Layla is tired of Fadil's infidelity. - Leyla, Fadıl'ın sadakatsizliğinden bıkmış durumda.

Layla's mental state went out of control. - Leyla'nın zihinsel durumu kontrolden çıktı.

durum
{i} repair
durum
stative
viran duruma gelmek
to come from ruined
yadırganacak bir duruma girmek
to be entered into a strange situation
aciz duruma düşmek
shrivel
dikey durumdan eğik duruma geçmek
hade
durum
state , status
durum
situation, circumstances. (...)
durum
fettle
durum
pass

TV is harmful in that it keeps your mind in a passive state. - TV aklınızı pasif durumda tutması bakımından zararlıdır.

durum
attitude
durum
estate
durum
state of affairs

How can you tolerate this state of affairs? - Bu duruma nasıl göz yumabilirsin?

I will not tolerate such a state of affairs. - Böyle bir duruma göz yummayacağım.

durum
posture
durum
conjuncture
durum
set

The situation could only be settled by war. - Bu durum sadece savaşla halledilebilirdi.

durum
plight

The documentary is meant to raise consciousness about the plight of the poor. - Belgesel, yoksulların durumuyla ilgili bilinci arttırmayı amaçlıyor.

The documentary is meant to raise consciousness about the plight of the poor. - Belgesel, yoksulların durumu hakkında bilinçlendirmek demektir.

durum
state, condition
durum
{i} situs
durum
state, status
durum
{i} trim
durum
setup
durum
{i} stance
durum
eventuality
etkisiz duruma getirme
neutralization
gülünç duruma düşürmek
travesty
gülünç duruma sokmak
fool
ikiliden gülünç duruma düşeni
stooge
kendini gülünç duruma düşürmek
to make a fool of oneself, to become a laughing stock
kendini gülünç duruma düşürmek
make a fool of oneself
kendini komik duruma düşürmek
make oneself ridiculous
komik duruma düşme korkusu
(Pisikoloji, Ruhbilim) katagelophobia
lânse ederek iyi duruma getirmek
jockey smb. into a position
olumsuz bir duruma düşmek
be enmeshed in
olumsuz duruma sokmak
(Hukuk) to cause a disadvantage
sakıncalı bir duruma meydan vermek
(Hukuk) to cause a disadvantage
umutsuz duruma gelmek
(deyim) be at a dead end
yatay duruma getirmek
level off
yatay duruma getirmek
level out
zor duruma düşmek
go to the wall
zor duruma düşürmek
push smb. to the wall
zor duruma düşürmek
drive smb. to the wall
zor duruma sokmak
hog tie
English - English

Definition of duruma in English English dictionary

durum
A hard variety of wheat, Triticum turgidum or Triticum durum, whose flour is used to make pasta and bread
durum
wheat with hard dark-colored kernels high in gluten and used for bread and pasta; grown especially in southern Russia, North Africa, and northern central North America
durum
{i} type of wheat
Turkish - Turkish

Definition of duruma in Turkish Turkish dictionary

durum
Bir zaman kesiti içinde bir şeyi belirleyen şartların hepsi, vaziyet, hâl, keyfiyet, mevki, pozisyon: "Genel Sekreter, kazadaki sıtma durumu hakkında verdiğim uzun tafsilattan pek memnun kaldı."- R. N. Güntekin
durum
Bireyin toplum içindeki ilişkileriyle belirlenen yeri. İsim soyundan kelimelerin birbirleriyle edatlarla ve fiillerle ilişkilerini belirleyen biçim, hâl
durum
Duruş biçimi, konum
Durum
keyfiyet
Durum
boyut
Durum
mevki
Durum
halet
durum
özellikle makarna yapımında kullanılan bir buğday cinsi
durum
Makarna üretiminde kullanılan bir buğday türü
durum
Bir zaman kesiti içinde bir şeyi belirleyen şartların hepsi, vaziyet, hâl, keyfiyet, mevki, pozisyon
durum
İsim soyundan kelimelerin birbirleriyle edatlarla ve fiillerle ilişkilerini belirleyen biçim, hâl
durum
Bireyin toplum içindeki ilişkileriyle belirlenen yeri
English - Turkish

Definition of duruma in English Turkish dictionary

durum
unundan makarna yapılan bir cins buğday Triticum durum
duruma
Favorites