dokunma

listen to the pronunciation of dokunma
Turkish - English
tact
palpation
touching

I don't want you touching my stuff. - Eşyama dokunmanı istemiyorum.

I don't like her touching you. - Onun sana dokunmasını sevmiyorum.

tactile
contact
hands off
feeling
handling
tactual
don't touch

Don't touch my camera. - Benim kamerama dokunmayın.

Don't touch the wet paint. - Islak boyaya dokunmayın.

touch

All you have to do is touch the button. - Tüm yapmanız gereken düğmeye dokunmak.

Lips that touch liquor shall not touch mine. - Liköre dokunan dudaklar benimkine dokunmayacaklar.

touch; contact
touch, sense of touch
touching, contact
dab
tanginess
touchiness
{i} feel

Today I feel higher than the mountains. Today I want to touch the sky. - Bugün dağlardan daha yüksek hissediyorum. Bugün gökyüzüne dokunmak istiyorum.

(Bilgisayar) untouch
dokunmak
touch

When I was a kid, touching bugs didn't bother me a bit. Now I can hardly stand looking at pictures of them. - Ben bir çocukken, böceklere dokunmak beni bir parça rahatsız etmezdi. Şimdi neredeyse onların resimlerine bakmaya katlanamıyorum.

Little children like to touch everything. - Küçük çocuklar her şeye dokunmak ister.

dokunma bombası
contact mine
dokunma duyusu
sense of touch
dokunma duyusu
tactile sense
dokunma duyusu
tactual sense
dokunma duyusu ile ilgili
haptic
dokunma hissi
feeling
dokunma tüyü
tactile hair
dokunmak
{f} feel

Today I feel higher than the mountains. Today I want to touch the sky. - Bugün dağlardan daha yüksek hissediyorum. Bugün gökyüzüne dokunmak istiyorum.

dokunmak
affect
dokunmak
{f} tip
dokunma!
hand off
dokunmak
tweedle
dokunmak
jar
dokunmak
tamper
dokunmak
woven
dokunmak
(Matematik) osculate
dokunmak
be woven
dokunmak
foul
dokunmak
move
dokunmak
dab
dokunmak
get on
dokunmak
harm
dokunmak
concern
dokunmak
reach

Tom reached out to touch Mary. - Tom Mary'ye dokunmak için uzandı.

dokunmak
upset
dokunmak
abut
dokun
{f} touched

He never touched wine. - O asla şaraba dokunmadı.

Tom touched Mary on the shoulder. - Tom Mary'nin omzuna dokundu.

dokun
{f} finger

She touched me lightly on the nape of the neck with the tips of her fingers and it made me shudder. - O bana parmak uçları ile ensemin üzerine hafifçe dokundu ve bu beni ürpertti.

Layla felt Sami's fingertips touching the back of her shoulder. - Leyla, Sami'nin parmak uçlarının, omzunun arkasına dokunduğunu hissetti.

dokun
got in touch
dokun
{f} touching

Let go of my arm! I can't stand people touching me. - Kolumu bırak! İnsanların bana dokunmasına katlanamıyorum.

Your dress is touching the wet paint. - Elbiseniz ıslak boyaya dokunuyor.

dokun
get in touch
dokun
{f} dab
dokun
{f} touch

All you have to do is touch the button. - Tüm yapmanız gereken düğmeye dokunmak.

Lips that touch liquor shall not touch mine. - Liköre dokunan dudaklar benimkine dokunmayacaklar.

dokun
{f} fingering
dokunmak
rasp
bana dokunma
Don't touch me
dokun
tender
dokunmak
handle
dokunmak
kiss
dokunmak
to touch; to move, to affect, to touch; to upset, to harm; to get on, to jar; to concern; to be woven
dokunmak
be intolerant of
dokunmak
disagree
dokunmak
clap
dokunmak
to be woven
dokunmak
contact
dokunmak
meet
dokunmak
bob
hafifçe dokunma
tip
ince ve uzun dokunma uzvu olan
pinnate
sağlığa dokunma
insalubrity
şövalyelik verirken kılıçla dokunma
accolade
Turkish - Turkish
Dokunmak işi
Dokunmak (I) işi, temas
Dokunmak (II) işi
temas
dokunma duyusu
Deri üzerine yapılan değme, vurma, bastırma, çekme gibi etkileri alan duyu
Dokunmak
tutmak
dokunmak
Almak, kullanmak, el sürmek
dokunmak
Sağlığını bozmak
dokunmak
Almak, kullanmak, el sürmek: "Buğdaydan, bulgurdan ne varsa kimse dokunmuyor, daha zor günlere saklıyordu."- N. Araz
dokunmak
Olmak
dokunmak
Tedirgin etmek, sataşmak: "Bu karıncaya dokunmayan çocuk o kocaman adamın oracıkta pestilini çıkaracaktı."- S. F. Abasıyanık. İyilik, kötülük gibi kavramlar için olmak: "Medeni âlemi yaratmış olan eserlerin bize kötülüğü dokunabilir mi?"- N. Ataç. İnsanın içine işlemek, duygulandırmak, etkilemek, koymak, batmak: "Hiçbir gözyaşının bana onunkiler kadar dokunduğunu hatırlamıyorum."- R. N. Güntekin. İlişkin, ilgili olmak, değinmek
dokunmak
Onur, anlayış vb. ile uyuşmaz bir durum ortaya çıkmak: "Erkekte pudra sinirime dokunuyor diyorum, anlamıyorsun."- P. Safa
dokunmak
Tedirgin etmek, sataşmak
dokunmak
İlişkin, ilgili olmak, değinmek
dokunmak
İçine işlemek, duygulandırmak, etkilemek, koymak, batmak
dokunmak
Hafifçe değmek
dokunmak
Nesnelerin sıcaklık, soğukluk, sertlik, yumuşaklık gibi türlü niteliklerini derinin altındaki sinir uçları aracılığıyla duymak, değmek, el sürmek, temas etmek: "Bir elektrik zilinin düğmesine dokunduk."- A. Haşim
dokunmak
Karıştırmak
dokunmak
Onur, anlayış vb. ile uyuşmaz bir durum ortaya çıkmak
dokunmak
Dokuma işi yapılmak
dokunma
Favorites