doğrusu

listen to the pronunciation of doğrusu
Turkish - English
in fact

In fact, it's a great surprise to see you here. - Doğrusu, seni burada görmek büyük bir sürpriz.

actually
honestly

Honestly, I really like you. - Doğrusu, seni gerçekten seviyorum.

I honestly didn't think Tom would show up. - Doğrusu Tom'un ortaya çıkacağını düşünmemiştim.

as a matter of fact

As a matter of fact, I do speak French. - Doğrusu, ben Fransızca biliyorum.

As a matter of fact, she is my sister. - Doğrusunu isterseniz o benim kız kardeşim.

frankly

Frankly, my dear, I don't give a damn. - Doğrusu, canım, vız gelir tırıs gider.

to tell the truth

What is love? To tell the truth, I still don't know what it is. - Aşk nedir? Doğrusunu söylemek gerekirse, hala bilmiyorum ne olduğunu.

To tell the truth, I'm tired of violent movies. - Doğrusunu söylemek gerekirse, ben şiddet filmlerinden bıktım.

verily
indeed

Indeed, he could have bitten off his tongue. - Doğrusunu söylemek gerekirse, o, dilini koparabilirdi.

Indeed you know a lot of things, but you're not good at teaching them. - Doğrusu çok şey biliyorsunuz ama onları öğretmede iyi değilsiniz.

the straight of it
in sooth to say
frankly speaking
in all conscience
strictly speaking

Strictly speaking, tomatoes aren't vegetables, but rather fruits. - Doğrusunu istersen, domates sebze değildir, bilakis meyvedir.

strictly

Strictly speaking, tomatoes aren't vegetables, but rather fruits. - Doğrusunu istersen, domates sebze değildir, bilakis meyvedir.

of a verity
honest

I honestly have no idea. - Doğrusu hiçbir fikrim yok.

We're all a little scared, to be honest. - Doğrusu hepimiz biraz korktuk.

truthful
in deed
in effect
by rights
sooth to say
doğru
true

I'll be damned if it's true. - Eğer o doğruysa mahvoldum demektir.

His story may not be true. - Hikâyesi doğru olmayabilir.

doğru
accurate

The clock on that tower is accurate. - O kuledeki saat doğrudur.

My watch is more accurate than yours. - Saatim sizinkinden daha doğru.

doğru
{s} correct

Your hypothesis is correct. - Hipoteziniz doğrudur.

Regardless of the amount, Brian wants the correct, entire amount by next week. - Miktarı göz önünde bulundurmaksızın,Brian gelecek haftaya kadar doğru,tam miktar istiyor.

doğru
truth

To tell the truth, I am not your father. - Doğruyu söylemek gerekirse, ben senin baban değilim.

To tell the truth, I'm tired of violent movies. - Doğrusunu söylemek gerekirse, ben şiddet filmlerinden bıktım.

doğru
right

The right mind is the mind that does not remain in one place. - Doğru akıl bir yerde kalmayan akıldır.

One of these two methods is right. - Bu iki yöntemden biri doğrudur.

doğru
straight

After the meeting she headed straight to her desk. - Toplantıdan sonra o doğrudan masasına doğru yöneldi.

Show us the straight path. - Bize doğru yolu göster.

doğrusu bu
that's the cheese
doğru
through

Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives. - Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.

The submarine had to break through a thin sheet of ice to surface. - Denizaltı yüzeye doğru ince bir buz tabakasını yarıp geçmek zorunda kaldı.

doğru
authentic
doğru
{s} just

Tom crawled into bed just before midnight. - Tom tam gece yarısından önce yatağa doğru gitti.

Tom showed up at just the right moment. - Tom tam doğru zamanda geldi.

doğru
for

He is the proper person for the job. - O, iş için doğru kişidir.

If my parents punished me for something I didn't do, I would tell them the truth and try to convince them of my innocence. - Eğer yapmadığım bir şey için ailem beni cezalandırdıysa , onlara doğruları söylerdim ve benim masumiyetle ilgili onları ikna etmeye çalışırdım.

doğru
(Hukuk) fair

Tom is telling the truth, I'm fairly certain. - Tom doğruyu söylüyor, ben oldukça eminim.

As soon as the three doctors had left the room, the Fairy went to Pinocchio's bed and, touching him on the forehead, noticed that he was burning with fever. - Üç doktor odadan çıkar çıkmaz Peri, Pinokyo'nun yatağına doğru gitti ve alnına dokununca onun ateşler içinde yandığını gördü.

doğru
fair enough
daha doğrusu
or rather

Does a government have to serve ideologies, or rather, the interests of the people? - Bir hükümet ideolojiler mi sunmak zorunda? Daha doğrusu insanların çıkarlarına mı hizmet etmek zorunda?

I don't feel good or rather, I feel terrible. - İyi hissetmiyorum veya daha doğrusu, kötü hissediyorum.

doğru
due

Due to Tom's behavior, the court is convinced that Mary's account is accurate. - Tom'un davranışı nedeniyle mahkeme Mary'nin hesabının doğru olduğuna inanıyor.

doğru
{s} exact

That's not exactly true. - O tam olarak doğru değil.

That isn't exactly right. - Bu tam olarak doğru değil.

doğru
precisely

More precisely, it is the question of the meaning of life. - Daha doğrusu, hayatın anlamı sorunudur.

doğru
{s} honest

Honestly, I am not the most accurate person on earth. - Dürüst olmak gerekirse, ben dünyada en doğru kişi değilim.

We're all a little scared, to be honest. - Doğrusu hepimiz biraz korktuk.

doğru
valid

Please validate this ticket. - Lütfen bu bileti doğrula.

The validation methodology was based also on Bowling's reports. - Doğrulama yöntemi Bowling'in raporlarına da dayanıyordu.

doğru
thru
daha doğrusu
rather

I don't feel good or rather, I feel terrible. - İyi hissetmiyorum veya daha doğrusu, kötü hissediyorum.

She is rather an idealist. - O daha doğrusu bir idealist.

doğru
all right

I thought Tom did all right. - Tom'un tamamen doğru yaptığını düşünüyordum.

Is it all right to use a flash here? - Burada bir flaş kullanmak doğru mu?

doğru
ways
doğru
actual

The difference between you and me is that I'm actually interested in trying to do what is right. - Seninle benim aramdaki fark benim aslında doğru olanı yapmaya çalışmakla ilgileniyorum olmam.

What Tom said is actually true. - Tom'un söylediği gerçekten doğru.

doğru
suitable

It's dangerous to assume that all of the sentences in the Tatoeba Corpus are correct and suitable for language study. - Tatoeba külliyatındaki tüm cümleleri, dil eğitimi için doğru ve uygun saymak tehlikelidir.

doğru
short and to the point
doğru
as well

And yet, the contrary is always true as well. - Ne var ki aksi de her zaman doğrudur.

doğru
correctly

If I remember correctly, that's the song Tom sang at Mary's wedding. - Eğer doğru hatırlıyorsam, o, Tom'un Mary'nin düğününde söylediği şarkı.

I don't know if it's a bug or not, but this software doesn't work correctly. - Onun bir dinleme cihazı olup olmadığını bilmiyorum, fakat bu yazılım doğru olarak çalışmıyor.

doğru
erect
doğru
on the beam
doğru
(Bilgisayar) literal
doğru
as sure as i'm sitting here
doğru
plumb
doğru
around

Is it true that nobody lives around here? - Buralarda kimsenin yaşamadığı doğru mu?

A lie can travel halfway around the world while the truth is putting on its shoes. - Doğru, daha ayakkabılarını giyememişken; yalan, dünyanın öbür ucuna gitmiştir bile.

doğru
sound

Everyone can help ensure that sentences sound correct, and are correctly spelled. - Herkes cümlelerin doğru seslendirilmesini ve doğru bir biçimde yazılmasını sağlamak için yardımcı olabilir.

The story may sound strange, but it is true. - Hikaye garip gelebilir , ama doğru.

regresyon doğrusu
(Tıp,Ticaret) regression line
doğru
faithful
DOĞRU
straightforward
DOĞRU
straight forward
DOĞRU
forthright

I admire his forthrightness. - Onun doğruluğuna hayranım.

doğru
proper

If you understand, then do it properly. - Eğer anlıyorsan, öyleyse onu doğru dürüst yap.

He is the proper person for the job. - O, iş için doğru kişidir.

doğru
becoming
doğru
on the level
doğru
upstanding
doğru
upright
doğru
upfront
doğru
aboveboard
doğru
precise

More precisely, it is the question of the meaning of life. - Daha doğrusu, hayatın anlamı sorunudur.

doğru
fitting
doğru
base

The validation methodology was based also on Bowling's reports. - Doğrulama yöntemi Bowling'in raporlarına da dayanıyordu.

Tom walked down into the basement. - Tom bodruma doğru yürüdü.

doğru
mathematical
doğru
above board
doğru
accurate to
doğru
truer
Pes doğrusu
That beats all
denge doğrusu
(Gıda) equilibrium curve
denge doğrusu
(Gıda) equilibrium line
doğru
direct

Physical changes are directly related to aging. - Fiziksel değişiklikler doğrudan yaşlanmayla ilgilidir.

Direct flights between New York and Tokyo commenced recently. - New York ve Tokyo arasında doğrudan uçuşlar son zamanlarda başlamıştır.

doğru
(Konuşma Dili) a correct answer (in a test)
doğru
truthful

I want to be as truthful as possible. - Mümkün olduğu kadar doğru olmak istiyorum.

Do you intend to answer all my questions truthfully? - Bütün sorularımı doğru olarak cevaplamak niyetinde misin?

doğru
thro

The man looked at Tom, then vanished through the stage door out into the dark London street. - Adam Tom'a baktı, sonra sahne kapısından dışarı karanlık Londra caddesine doğru gözden kayboldu.

The submarine had to break through a thin sheet of ice to surface. - Denizaltı yüzeye doğru ince bir buz tabakasını yarıp geçmek zorunda kaldı.

doğru
cheese
doğru
straight line

In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future. - Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.

doğru
correct, accurate
doğru
honest, good (person)
doğru
guileless
doğru
the thing
doğru
according to Cocker
doğru
exactly

That's not exactly true. - O tam olarak doğru değil.

That's not exactly an accurate comparison. - O tam olarak doğru bir karşılaştırma değil.

doğru
orthodox
doğru
ortho
doğru
That's true

I don't think that that's true. - Onun doğru olduğunu sanmıyorum.

Tom thinks that's true. - Tom onun doğru olduğunu düşünüyor.

doğru
toward, in the direction of
doğru
the right

The right mind is the mind that does not remain in one place. - Doğru akıl bir yerde kalmayan akıldır.

Please circle the right answer. - Lütfen doğru cevabı daire içine alın.

doğru
honest injun
doğru
proper, suitable
doğru
up to

A policeman came up to him. - Bir polis ona doğru geldi.

A strange man came up to us. - Tuhaf bir adam bize doğru geldi.

doğru
righteous

I never said that he was righteous. - Onun doğru olduğunu hiç söylemedim.

doğru
quite so!
doğru
straight, direct; true; right; correct, accurate, exact, precise; proper, suitable; fair; honest, faithful, straightforward, aboveboard; line; truth, right; towards, toward; (zaman) around, about; straight; rightly, correctly, truly
doğru
(Matematik) line
doğru
aright
doğru
truly, correctly
doğru
according to Hoyle
doğru
toward, near the time of
doğru
square

Tom threw a pillow at Mary and the pillow hit her squarely in the face. - Tom Mary'ye bir yastık attı ve yastık doğrudan onun yüzüne çarptı.

doğru
the truth

If my parents punished me for something I didn't do, I would tell them the truth and try to convince them of my innocence. - Eğer yapmadığım bir şey için ailem beni cezalandırdıysa , onlara doğruları söylerdim ve benim masumiyetle ilgili onları ikna etmeye çalışırdım.

To tell the truth, I'm tired of violent movies. - Doğrusunu söylemek gerekirse, ben şiddet filmlerinden bıktım.

doğru
spot on
doğru
straight, directly
doğru
sincere

He is usually straightforward and sincere and thereby gains the confidence of those who meet him. - O genellikle doğru sözlü ve içten ve bu sebeple onunla tanışanların güvenini kazanır.

doğru
attic
doğru
beam
doğru
toward

He tossed the ball towards the wall. - Topu duvara doğru çekti.

The girls came singing toward the crowd. - Kızlar kalabalığa doğru şarkı söyleyerek geldi.

doğru
sooth
doğru
eact
doğru
moral

The arc of the moral universe is long, but it bends toward justice. - Ahlaki evrenin yayı uzun, ancak adalete doğru eğilir.

Never let your sense of morals prevent you from doing what is right. - Ahlak anlayışının seni doğru olanı yapmaktan alıkoymasına asla izin verme.

doğru
upto
doğru
{i} hear! hear!
doğru
forwards

Life can only be understood backwards, but it must be lived forwards. - Hayat sadece geriye doğru anlaşılabilir ama ileriye doğru yaşanmalıdır.

Why is it easier to park the car backwards than forwards? - Arabayı geriye doğru park etmek neden ileriye doğru park etmekten daha kolaydır?

doğru
towards

It finally stopped raining towards evening. - Nihayet akşama doğru yağmur durdu.

The woman stood up from the chair and looked towards the door. - Kadın sandalyeden kalktı ve kapıya doğru baktı.

doğru
ward,wards
doğru
to
doğru
straight as a die
doğru
quite so
en iyi uyum doğrusu
(Ticaret) line of best fit
iyi iş doğrusu!
(Konuşma Dili) What a queer thing!
işin doğrusu
as a matter of fact
pes doğrusu
too much of a good thing
x doğrusu
x line
şaşırdım doğrusu
I will be bound
Turkish - Turkish
Gerçeği söylemek gerekirse, gerçek şu ki
Gerçeği söylemek gerekirse, gerçek şu ki: "Doğrusu ilk Türkçeleşme denemeleri de zevksizdirler."- F. R. Atay
Doğru
sevap
Doğru
rast
Doğru
korekt
Doğru
(Osmanlı Dönemi) MEHAVE
ana doğrusu
Dönen silindirin yan yüzünü oluşturan dikdörtgenin bir kenarı
ana doğrusu
Dönen koninin yan yüzünü oluşturan dik üçgenin hipotenüsüne verilen ad
doğru
Gerçek, yalan olmayan
doğru
Akla, mantığa uygun
doğru
Bir ucundan öbür ucuna kadar yönü değişmeyen, eğri ve çarpık karşıtı
doğru
Akla, mantığa, gerçeğe veya kurala uygun: "Bunları sana şimdiden söylemek daha doğrudur."- A. Gündüz
doğru
Gerçek, hakikat: "Söyleyin doğrusunu, siz insanoğlunun ahlaklı olabileceğine inanmıyorsunuz."- N. Ataç. İki nokta arasındaki en kısa çizgi
doğru
Yanlışsız, eksiksiz
doğru
Gerçek, hakikat
doğru
Karşı yönünce
doğru
Yasa, yöntem ve ahlaka bağlı, dürüst, namuslu
doğru
Gerçeğe veya kurala uygun
doğru
İki nokta arasındaki en kısa çizgi
doğru
Hiçbir yöne sapmadan, dosdoğru, doğruca
doğru
Karşı yönünce: "Yüzü sapsarı bir kadın iskeleye doğru yürüdü."- S. F. Abasıyanık
doğru
Yakın, yakınlarında: "Şafağa doğru otomobil sesi duyuldu."- F. R. Atay
doğru
Yakın, yakınlarında
yanay doğrusu
Yer eksenine dik olan doğru, profil doğrusu