doğruluk

listen to the pronunciation of doğruluk
Turkish - English
accuracy

Accuracy is important in arithmetic. - Doğruluk aritmetikte önemlidir.

Tom is a stickler for accuracy. - Tom doğruluk için bir tutucudur.

righteousness
{i} Truth

Let's play truth or dare. - Doğruluk mu cesaret mi oynayalım.

There's some truth to this. - Bunda doğruluk payı var.

integrity
justice
authenticity
exactness
candour [Brit.]
fidelity
correctitude
exactitude
truthfulness
straightness
truth; uprightness, honesty
rectitude
directness
honesty

Honesty is very important. - Doğruluk çok önemlidir.

straightforwardness
uprightness
evenness
candor
faithfulness
straightness; truth, uprightness, honesty, probity, integrity, rectitude; precision, accuracy; rightness
correctness

We need strong leaders who are not afraid to stand up to political correctness. - Politik doğrulukları savunmaya korkmayan güçlü liderlere ihtiyacımız var.

They're not afraid of political correctness. - Onlar politik doğruluktan korkmuyor.

{i} Right

His answer is far from right. - Onun yanıtı doğruluktan uzak.

{i} veracity
propriety
{i} sincerity
southerly
correct

Discuss whether the idea of political correctness is beneficial or harmful. - Politik doğruluk fikrinin yararlı mı yoksa zararlı mı olup olmadığını tartışın.

They're not afraid of political correctness. - Onlar politik doğruluktan korkmuyor.

substance
good
sound
verisimilitude
forthrightness
preciseness
precision
fairness
validity
trueness
accuracies
{i} prig
{i} soundness
{i} rightness
{i} justness
{i} verity
{i} probity
sooth
{i} candour
just
doğru
true

His story may not be true. - Hikâyesi doğru olmayabilir.

The story seems true. - Hikâye doğru görünüyor.

doğru
accurate

The clock on that tower is accurate. - O kuledeki saat doğrudur.

The sentence is not grammatically accurate. - Cümle dil bilgisi yönünden doğru değildir.

doğru
{s} correct

Your hypothesis is correct. - Hipoteziniz doğrudur.

Is my answer correct? - Benim cevabım doğru mu?

doğru
truth

To tell the truth, I am not your father. - Doğruyu söylemek gerekirse, ben senin baban değilim.

She speaks the truth. - Onun konuşması doğrudur.

doğru
right

I think the actions he took were right. - Onun yaptıklarının doğru olduğunu düşünüyorum.

The right mind is the mind that does not remain in one place. - Doğru akıl bir yerde kalmayan akıldır.

doğru
straight

Show us the straight path. - Bize doğru yolu göster.

He said the words came straight from his heart. - O kelimelerin doğruca kalbinden geldiğini söyledi.

doğruluk fonksiyonu
truth function
doğruluk işlevi
truth function
doğruluk tablosu
truth table
doğru
through

Through trial and error, he found the right answer by chance. - Deneme yanılma yoluyla doğru cevabı buldu.

The submarine had to break through a thin sheet of ice to surface. - Denizaltı yüzeye doğru ince bir buz tabakasını yarıp geçmek zorunda kaldı.

doğru
authentic
doğru
{s} just

Hope is when you suddenly run to the kitchen like a mad man to check if the empty chocolate cookie box you just finished an hour ago is magically full again. - Ümit; bir saat önce bitirdiğin çikolatalı çörek kutusunun sihirle tekrar dolup dolmadığını kontrol etmek için çılgın bir adam gibi birdenbire mutfağa doğru koştuğundadır.

Tom showed up at just the right moment. - Tom tam doğru zamanda geldi.

doğru
for

The ship made for the shore. - Gemi kıyıya doğru gitti.

He is the proper person for the job. - O, iş için doğru kişidir.

doğru
(Hukuk) fair

Tom is telling the truth, I'm fairly certain. - Tom doğruyu söylüyor, ben oldukça eminim.

As soon as the three doctors had left the room, the Fairy went to Pinocchio's bed and, touching him on the forehead, noticed that he was burning with fever. - Üç doktor odadan çıkar çıkmaz Peri, Pinokyo'nun yatağına doğru gitti ve alnına dokununca onun ateşler içinde yandığını gördü.

doğru
fair enough
doğru
due

Due to Tom's behavior, the court is convinced that Mary's account is accurate. - Tom'un davranışı nedeniyle mahkeme Mary'nin hesabının doğru olduğuna inanıyor.

doğru
{s} exact

It isn't totally exact. - Bu tamamen doğru değil.

That wasn't exactly true. - O tam olarak doğru değildi.

doğru
precisely

More precisely, it is the question of the meaning of life. - Daha doğrusu, hayatın anlamı sorunudur.

doğru
{s} honest

I honestly have no idea. - Doğrusu hiçbir fikrim yok.

We're all a little scared, to be honest. - Doğrusu hepimiz biraz korktuk.

doğru
valid

Please validate this ticket. - Lütfen bu bileti doğrula.

The validation methodology was based also on Bowling's reports. - Doğrulama yöntemi Bowling'in raporlarına da dayanıyordu.

doğru
thru
doğru
all right

Is it all right to use a flash here? - Burada bir flaş kullanmak doğru mu?

Is it all right if I leave early this afternoon? - Bu öğleden sonra erken gidersek doğru olur mu?

doğru
ways
doğru
actual

Do you actually think that's true? - Bunun doğru olduğunu gerçekten düşünüyor musun?

What Tom said is actually true. - Tom'un söylediği gerçekten doğru.

doğru
suitable

It's dangerous to assume that all of the sentences in the Tatoeba Corpus are correct and suitable for language study. - Tatoeba külliyatındaki tüm cümleleri, dil eğitimi için doğru ve uygun saymak tehlikelidir.

doğru
short and to the point
doğru
as well

And yet, the contrary is always true as well. - Ne var ki aksi de her zaman doğrudur.

doğru
correctly

If I remember correctly, that's the song Tom sang at Mary's wedding. - Eğer doğru hatırlıyorsam, o, Tom'un Mary'nin düğününde söylediği şarkı.

Everyone can help ensure that sentences sound correct, and are correctly spelled. - Herkes cümlelerin doğru seslendirilmesini ve doğru bir biçimde yazılmasını sağlamak için yardımcı olabilir.

doğru
erect
doğru
on the beam
doğru
(Bilgisayar) literal
doğru
as sure as i'm sitting here
doğru
plumb
doğru
around

Is it true that nobody lives around here? - Buralarda kimsenin yaşamadığı doğru mu?

The cat was strutting around the yard, when it suddenly ran into the house. - o evine içine doğru koştuğunda , kedi kasılarak ipliğin etrafında yürüyordu.

doğru
sound

The story may sound strange, but it is true. - Hikaye garip gelebilir , ama doğru.

Everyone can help ensure that sentences sound correct, and are correctly spelled. - Herkes cümlelerin doğru seslendirilmesini ve doğru bir biçimde yazılmasını sağlamak için yardımcı olabilir.

doğru
faithful
DOĞRU
straightforward
DOĞRU
straight forward
DOĞRU
forthright

I admire his forthrightness. - Onun doğruluğuna hayranım.

doğru
proper

My boy can't do addition properly yet. - Oğlum henüz doğru olarak toplama yapamıyor.

Let's do this properly. - Hadi bunu doğru düzgün yapalım.

doğru
becoming
doğru
on the level
doğru
upstanding
doğru
upright
doğru
upfront
doğru
aboveboard
doğru
precise

More precisely, it is the question of the meaning of life. - Daha doğrusu, hayatın anlamı sorunudur.

doğru
fitting
doğru
base

Tom walked down into the basement. - Tom bodruma doğru yürüdü.

The validation methodology was based also on Bowling's reports. - Doğrulama yöntemi Bowling'in raporlarına da dayanıyordu.

doğru
mathematical
doğru
above board
doğru
accurate to
doğru
truer
doğru
direct

Why don't you tell her directly? - Neden doğrudan ona söylemiyorsun?

Direct flights between New York and Tokyo commenced recently. - New York ve Tokyo arasında doğrudan uçuşlar son zamanlarda başlamıştır.

doğru
(Konuşma Dili) a correct answer (in a test)
doğru
truthful

Don't expect me to be truthful when you keep lying to me so blatantly. - Bana göz göre göre yalan söylemeyi sürdürürken benden doğru sözlü olmamı bekleme.

Will you answer all my questions truthfully? - Bütün sorularımı doğru şekilde cevaplar mısın?

doğru
thro

The man looked at Tom, then vanished through the stage door out into the dark London street. - Adam Tom'a baktı, sonra sahne kapısından dışarı karanlık Londra caddesine doğru gözden kayboldu.

Through trial and error, he found the right answer by chance. - Deneme yanılma yoluyla doğru cevabı buldu.

doğru
cheese
doğru
straight line

In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future. - Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.

doğru
correct, accurate
doğru
honest, good (person)
doğru
guileless
doğru
the thing
doğru
according to Cocker
doğru
exactly

That's not exactly an accurate comparison. - O tam olarak doğru bir karşılaştırma değil.

That wasn't exactly true. - O tam olarak doğru değildi.

doğru
orthodox
doğru
ortho
doğru
That's true

I don't think that that's true. - Onun doğru olduğunu sanmıyorum.

Tom thinks that's true. - Tom onun doğru olduğunu düşünüyor.

doğru
toward, in the direction of
doğru
the right

The right mind is the mind that does not remain in one place. - Doğru akıl bir yerde kalmayan akıldır.

Tell me the right time, please. - Bana doğru saati söyle, lütfen.

doğru
honest injun
doğru
proper, suitable
doğru
up to

A policeman came up to him. - Bir polis ona doğru geldi.

He came straight up to me. - O, dosdoğru bana doğru geldi.

doğru
righteous

I never said that he was righteous. - Onun doğru olduğunu hiç söylemedim.

doğru
quite so!
doğru
straight, direct; true; right; correct, accurate, exact, precise; proper, suitable; fair; honest, faithful, straightforward, aboveboard; line; truth, right; towards, toward; (zaman) around, about; straight; rightly, correctly, truly
doğru
(Matematik) line
doğru
aright
doğru
truly, correctly
doğru
according to Hoyle
doğru
toward, near the time of
doğru
square

Tom threw a pillow at Mary and the pillow hit her squarely in the face. - Tom Mary'ye bir yastık attı ve yastık doğrudan onun yüzüne çarptı.

doğru
the truth

If my parents punished me for something I didn't do, I would tell them the truth and try to convince them of my innocence. - Eğer yapmadığım bir şey için ailem beni cezalandırdıysa , onlara doğruları söylerdim ve benim masumiyetle ilgili onları ikna etmeye çalışırdım.

All you have to do is to tell the truth. - Tüm yapmanız gereken doğruyu söylemektir.

doğru
spot on
doğru
straight, directly
doğru
sincere

He is usually straightforward and sincere and thereby gains the confidence of those who meet him. - O genellikle doğru sözlü ve içten ve bu sebeple onunla tanışanların güvenini kazanır.

doğru
attic
doğru
beam
doğru
toward

The road curves gently towards the west. - Yol batıya doğru hafifçe kıvrılır.

The girls came singing toward the crowd. - Kızlar kalabalığa doğru şarkı söyleyerek geldi.

doğru
sooth
doğru
eact
doğru
moral

The arc of the moral universe is long, but it bends toward justice. - Ahlaki evrenin yayı uzun, ancak adalete doğru eğilir.

Never let your sense of morals prevent you from doing what is right. - Ahlak anlayışının seni doğru olanı yapmaktan alıkoymasına asla izin verme.

doğru
upto
doğru
{i} hear! hear!
doğru
forwards

Life can only be understood backwards, but it must be lived forwards. - Hayat sadece geriye doğru anlaşılabilir ama ileriye doğru yaşanmalıdır.

Why is it easier to park the car backwards than forwards? - Arabayı geriye doğru park etmek neden ileriye doğru park etmekten daha kolaydır?

doğru
towards

Tom and his friends headed towards the beach. - Tom ve arkadaşları sahile doğru gitti.

He tossed the ball towards the wall. - Topu duvara doğru çekti.

doğru
ward,wards
doğru
to
doğru
straight as a die
doğru
quite so
yasal olarak kesinlik ve doğruluk taşıyan
(Hukuk) legally accurate
Turkish - Turkish
Düşüncenin gerçekle uyuşması; yargı ve önermelerin gerçeğe uygun olması
Doğru olma durumu, doğru olana yakışır davranış, dürüstlük
Düşüncenin gerçekle uyuşması, yargı ve önermelerin gerçeğe uygun olması
Doğru olma durumu, doğru olana yakışır davranış, dürüstlük: "Yazıyı yazana, bu dediklerinin doğruluğuna nasıl inansın okuyucu?"- N. Cumalı
(Osmanlı Dönemi) DAİN
dürüstlük
sıhhat
(Osmanlı Dönemi) sıddikıyet
(Osmanlı Dönemi) sıdk
Doğru
sevap
Doğru
rast
Doğru
korekt
Doğru
(Osmanlı Dönemi) MEHAVE
doğru
Gerçek, yalan olmayan
doğru
Akla, mantığa uygun
doğru
Bir ucundan öbür ucuna kadar yönü değişmeyen, eğri ve çarpık karşıtı
doğru
Akla, mantığa, gerçeğe veya kurala uygun: "Bunları sana şimdiden söylemek daha doğrudur."- A. Gündüz
doğru
Gerçek, hakikat: "Söyleyin doğrusunu, siz insanoğlunun ahlaklı olabileceğine inanmıyorsunuz."- N. Ataç. İki nokta arasındaki en kısa çizgi
doğru
Yanlışsız, eksiksiz
doğru
Gerçek, hakikat
doğru
Karşı yönünce
doğru
Yasa, yöntem ve ahlaka bağlı, dürüst, namuslu
doğru
Gerçeğe veya kurala uygun
doğru
İki nokta arasındaki en kısa çizgi
doğru
Hiçbir yöne sapmadan, dosdoğru, doğruca
doğru
Karşı yönünce: "Yüzü sapsarı bir kadın iskeleye doğru yürüdü."- S. F. Abasıyanık
doğru
Yakın, yakınlarında: "Şafağa doğru otomobil sesi duyuldu."- F. R. Atay
doğru
Yakın, yakınlarında
doğruluk
Favorites