Onlar arasında belirgin bir fark var.
- There's a distinct difference between them.
Onun nasıl ilerleyeceği konusunda hiçbir belirgin fikri yok.
- He has no distinct idea of how to proceed.
Onun farklı bir İngilizce aksanı var.
- She has a distinct English accent.
Tom'un sağ gözünün altında farklı bir yara izi vardı.
- Tom has a distinctive scar under his right eye.
O yapacak önemli bir ayrım.
- That's an important distinction to make.
Bu ayrı bir olasılık.
- That's a distinct possibility.
Uzun boy, basketbolda bariz bir avantajdır.
- Height is a distinct advantage in basketball.
Tom'un sağ gözünün altında farklı bir yara izi vardı.
- Tom has a distinctive scar under his right eye.
Bu sanatçının çok farklı bir tarzı var.
- This artist has a very distinctive style
Bu tür ince ayrımlar yapmaya gerek yok.
- There's no need of making such fine distinctions.
O, sınıf ayrımlarının ortadan kaldırılmasını savundu.
- He advocated abolishing class distinctions.
Tom'un sağ gözünün altında belirgin bir yara izi vardı.
- Tom has a distinctive scar under his right eye.
İngilizce öğrenenlerin 'eğlence ve 'eğlenceli' arasındaki farkı hatırlamaları önemlidir.
- It is important for English learners to remember the distinction between 'fun' and 'funny'.
Japon dilinin birçok ayırt edici özellikleri var.
- The Japanese language has many distinctive characteristics.
Japonya'nın pek çok ayırt edici özellikleri vardır.
- Japan has many distinctive traits.
Sami mekanı kendine özgü tarzıyla süsledi.
- Sami decorated the place in his distinctive style.
Olga's voice is quite distinct because of her accent.
Her voice was distinct despite the heavy traffic.
The letters in the word clear are distinct, while the letters in the word distinct are not.
... There's always a distinct part of authenticity . ...
... ERIC SCHMIDT: Twitter has a more distinct model because of ...