dik

listen to the pronunciation of dik
Turkish - English
perpendicular

Dancing is a perpendicular expression of a horizontal desire. - Dans, yatay arzunun dikey bir ifadesidir.

upright

She stood bolt upright. - O civatayı dik durdurdu.

An empty bag can't stand upright. - Boş torba dik duramaz.

steep

The climb will be steep and difficult. - Tırmanış dik ve zor olacak.

We climbed the steep slope. - Dik bir yamaca tırmandık.

{s} vertical

Tango is the vertical expression of a horizontal desire. - Tango, yatay arzuların dikey anlatımıdır.

Keep away from the vertical cliff! she shouted. - Dikey kayalıklardan uzak durun! o bağırdı.

erect

This statue was erected ten years ago. - Bu anıt on yıl önce dikildi.

The Berlin wall was erected in 1961. - Berlin duvarı 1961'de dikildi.

precipitous
sheer
straight, upright, erect (in standing)
up
(açı) right
rapid
(Geometri) right
stiff

Tom's a stiff-necked old man. - Tom dik kafalı yaşlı bir adam.

sharp, biting (remark)
bluff
upstanding
scarped
straight

In hopes of attaining superhuman powers, Christopher Columbus once stared at the sun for five minutes straight. It didn't work. - İnsanüstü güçlere ulaşmak umuduyla, Kristof Kolomb bir zamanlar beş dakika güneşe doğruca dik dik baktı.İşe yaramadı.

It is hard for an empty sack to stand straight. - Boş bir çuvalın dik durması zordur.

arduous
uprightly
bold

This morning at the station, her attention was caught by a poster with bold letters. - Bu sabah istasyonda, kalın harfli bir afiş onun dikkatini çekti.

perpendicular, vertical; straight, upright, erect; steep, rapid, precepitous; intent, fixed, penetrating; right
fixed, penetrating, intent (look)
(saç) rough
jagged
stand up
square

The boxes are rectangular, not square. - Kutular dikdörtgendir, kare değil.

If a triangle has two right angles, it's a square missing one side. - Bir üçgenin iki dik açısı varsa, o bir kenarı eksik bir karedir.

abrupt
horny
(Biyokimya) longitudinal
perpendicular to
fixed

Everyone's eyes were fixed upon her. - Herkesin gözleri ona dikildi.

He fixed his eyes on me. - Gözlerini bana dikti.

{f} potting
stick up
{f} transplanted

Mother transplanted the flowers to the garden. - Annem çiçekleri bahçeye dikti.

Tom carefully transplanted the tiny tomato seedlings into his vegetable patch. - Tom sebze bahçesine minik domates fidelerini dikkatlice dikti.

{f} pot

Tom made a list of potential problems that we should watch out for. - Tom dikkat etmemiz gereken potansiyel sorunların bir listesini yaptı.

While driving, mind the potholes. - Araba sürerken, çukurlara dikkat et.

sew

I'm learning to sew so that I can make myself a dress. - Kendime bir elbise yapabileyim diye dikiş dikmeyi öğreniyorum.

My mother gave me her sewing machine. - Annem bana dikiş makinesini verdi.

{f} sewing

She is sewing a dress. - O bir elbise dikiyor.

There is a sewing machine and an ironing board in the room where Tom used to sleep. - Tom'un eskiden uyuduğu odada bir dikiş makinesi ve bir ütü masası var.

{f} stitching
endwise
{f} sewn

How beautiful my sewn drapes are. - Dikili perdelerim ne kadar güzel.

{f} sewed

She sewed a button on her coat. - O, ceketine bir düğme dikti.

Her mother sewed a skirt for her. - Annesi ona bir etek dikti.

transplant

Tom carefully transplanted the tiny tomato seedlings into his vegetable patch. - Tom sebze bahçesine minik domates fidelerini dikkatlice dikti.

Mother transplanted the flowers to the garden. - Annem çiçekleri bahçeye dikti.

endways
{f} transplanting
{f} suture
sew on

Can you sew on these buttons for me? - Sen bu düğmeleri benim için dikebilir misin?

Do you have a needle to sew on these buttons? - Bu düğmeleri dikmek için bir iğnen var mı?

{f} stitch

The doctor gave him four stitches. - Doktor ona dört dikiş attı.

She needed five stitches. - Ona beş dikiş atıldı.

implant
{f} suturing
intent

Tom listened intently. - Tom dikkatle dinledi.

She watched the birds intently and joyfully. - Kuşları dikkatle ve sevinçle izledi.

steeper

The higher we climbed, the steeper became the mountain. - Ne kadar yükseğe tırmanırsak dağlar o kadar dik olur.

{f} plant

The gardener planted a rose tree in the middle of the garden. - Bahçıvan bahçenin ortasına bir gül ağacı dikti.

Planting forests is good for the environment. - Ormanların dikimi çevre için iyidir.

darn
standup
plumb
endlong
darning
dik dik bakmak
{f} stare

It's impolite to stare at people. - İnsanlara dik dik bakmak kabalıktır.

It's not polite to stare. - Dik dik bakmak hoş değildir.

dik dik bakan
staring

The girl staring back at me was angry. - Bana dik dik bakan kız öfkeliydi.

dik duran
standing
dik başlı
stubborn
dik dur
stand upright
dik dur
straighten up
dik durma
upright
dik olarak
perpendicularly
dik yamaç
steep slopes
dik çizgi
Vertical lines
dik alâsı
a bit of a
dik açı
geom . right angle
dik açı
vertical angle
dik açılı
normal
dik açılı
right

These two lines are at right angles. - Bu iki çizgi dik açılıdır.

dik açılı
right-angled
dik açılı
rectangular
dik açılı
at right angles
dik bakış
gaze

Tom lowered his gaze. - Tom dik dik bakışını indirdi.

dik bakışlı
staring angrily, sharp looking
dik başlı
froward
dik başlı
deaf
dik başlı
wayward
dik başlı
hard headed
dik başlı
obstinate

Do people ever accuse you of being obstinate? - İnsanlar seni hiç dik başlı olarak suçlar mı?

dik başlı
contrary
dik başlı
(kafalı) bullheaded, headstrong, obstinate, pigheaded, adamant, recalcitrant, stubborn, bloody-minded
dik başlı
hard mouthed
dik başlı
hard nosed
dik başlı
1. conceited, stuck-up. 2. pigheaded, obstinate
dik başlı
pigheaded
dik başlılık
headiness
dik başlılık
obstinacy
dik başlılık
intractability
dik başlılık
refractoriness
dik brom
(Tabiat Doğa) (bitki, Fam: buğdaygiller,necliye) ripgut brome
dik destek
standard
dik dik
fixedly
dik dik
severely, angrily
dik dik bakan
unwinking
dik dik bakan
glaring
dik dik bakmak
gaze at
dik dik bakmak
fix
dik dik bakmak
stare at

It's not polite to stare at people. - İnsanlara dik dik bakmak kibarlık değildir.

It's rude to stare at people. - İnsanlara dik dik bakmak kabadır.

dik dik bakmak
to stare (at), to glare (at), to glower (at)
dik dik bakmak
gaze
dik dik bakmak
gaze up on
dik dik bakmak
to stare angrily, look fixedly (at)
dik dik bakmak
glare
dik dik bakmak
gaze on
dik dik bakış
gaze

Tom lowered his gaze. - Tom dik dik bakışını indirdi.

dik dik olmak
stand up
dik durabilir
erectile
dik duran şey
upright
dik durmak
draw oneself up
dik durmak
to stand upright
dik durmak
stand upright
dik durmak
hold oneself erect
dik durmak
stick up
dik kafalı
intractable
dik kafalı
strongheaded
dik kafalı
heady
dik kafalı
spiky
dik kafalı
obstinate

Tom is quite obstinate, isn't he? - Tom oldukça dik kafalı, değil mi?

Tom is obstinate, isn't he? - Tom dik kafalı, değil mi?

dik kafalı
fractious
dik kafalı
stiff necked
dik kafalı
unsubmissive
dik kafalı
pigheaded
dik kafalı
rigid
dik kafalı
self opinionated
dik kafalı
pigheaded, obstinate
dik kafalı
headstrong
dik kafalı kimse
Die Hard
dik kafalılık
stiffness
dik kafalılık
fractiousness
dik kafalılık
stubbornness
dik kemer
straight arch
dik kesit
right section
dik konuma getirmek
right
dik kuyruklu ötleğen
(Tabiat Doğa) (kuş) graceful warbler
dik olarak
endwise
dik olarak
straight
dik olarak
upright
dik olarak
on end
dik olarak
endways
dik oturmak
sit up

Tom struggled to sit up. - Tom dik oturmak için çabaladı.

dik piyano
upright piano
dik rüzgâr
naut . head wind
dik sap üzerinde yetiştirilen
standard
dik sap üzerinde yetiştirilen bitki
standard
dik saç
fell
dik ses
a sharp voice or sound; harsh voice
dik sözlü
rudely outspoken
dik tutan şey
stiffening
dik tutan şey
erector
dik tutmak
hold upright
dik tutmak
(baş) poise
dik tutmak
square
dik tutmak
to hold straight, hold upright
dik tutmak
hold straight
dik tutmak
draw up
dik tüylü
wirehaired
dik uçlu
(yaka) scraggy
dik ve kayalık tepe
tor
dik yaka
dog collar
dik yaka
neckband
dik yakalı
high necked
dik yakalı kazak
turtleneck
dik yokuş
steep
dik yokuş
rapid slope
dik yokuşlu
declivitous
dik âlâsı
(Konuşma Dili) the very worst (of)
dik üçgen
geom . right triangle
dik üçgen
right triangle

Pythagoras' theorem allows you to calculate the length of the hypotenuse of a right triangle. - Pisagor teoremi bir dik üçgenin hipotenüs uzunluğunu hesaplaman için izin verir.

salağın dik alâsı
bloody fool
birbirine dik
(Gıda) orthogonal
dik dik bakmak
glare at
dik durmak
posture
dik durmak
crane
dik otur
sit up

Tom tried to sit up, but was unable to. - Tom dik oturmaya çalıştı ama yapamadı.

Tom is finally able to sit up in bed. - Tom sonunda yatakta dik oturabiliyor.

dik pozisyon
upright position
dik yüzey
vertical surface
bagaj dik kafesi
luggage-rack grid
başını dik tutmak
to hold one's head high, to save face
daha dik
steeper
dik durmak
stand erect
dik durmak
straighten
dik durmak
stare
eksenler dik açı
(Bilgisayar) right angle axes
kendini dik tutmak
hold oneself erect
kısmen dik
semierect
omurgaya dik olarak
abeam
salağın dik alâsı
blithering idiot
saçmalığın dik alâsı
clotted nonsense
saçmalığın dik alâsı
arrant nonsense
saçmalığın dik alâsı
stark nonsense
saçmalığın dik âlâsı
absolute nonsense
English - English

Definition of dik in English English dictionary

dik-dik
A small antelope of southern and eastern Africa having an elongated snout, a brown or grey/gray coat with a white belly, and an upright tuft on the crown
dik-dik
any of several small antelopes of eastern Africa of the genus Madoqua; the size of a large rabbit
dik-dik
Any of four species of delicate African antelope (genus Madoqua), named for the sound it makes when alarmed. It stands 12-16 in. (30-40 cm) high at the shoulder and weighs 7-11 lbs (3-5 kg). It has an elongated snout and a soft coat that is gray or brownish above, white below. The hair on the crown forms an upright tuft and may partially conceal the short, ringed horns of the male. Dik-diks live in dry areas of dense brush in southern and eastern Africa, and feed chiefly on acacia and other shrubs
Turkish - Turkish
Sert, kalın, tok
Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğrultusunda bulunan, eğik olmayan
Birbirine dikey olan doğrulardan oluşmuş
Ters, aksi
Horoz
Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğrultusunda bulunan, eğik olmayan: "Sağlam yapılı, dik duruşlu bir gençti o yıllarda."- N. Cumalı
Sert
Yatık durmayan, sert
Eğimi dike yakın olan: "Dik bir dereye indiler."- Ö. Seyfettin
Buğday tanesine keşkekliğe çeviren su değirmeni
Derin duvar
Sert (bakış)
Kaba, yersiz (davranış): "Kaba denilecek kadar ani ve dik bir davranışla halasını bıraktı ve kalktı."- H. E. Adıvar
Sert, kalın, tok (ses): "Sesi dik ve küstahtı, söylediklerini aşağı salonda bekleşen komşular işittiler."- A. İlhan
Ters, aksi (söz)
Kaba, yersiz
Eğimi dike yakın olan
DÎK
(Osmanlı Dönemi) Darlık, sıkıntı. Gam. Kalbe sıkıntı veren
DİK
(Osmanlı Dönemi) Horoz
dik alası
Genellikle hoş karşılanmayan bir durumun aşırılığını anlatır
dik açı
Birbirini kesen iki doğrunun oluşturduğu açılar eşit olduklarında, bu açıların her biri
dik biçme
Ekseni tabanına dikey olan biçme
dik kafalı
Dikbaşlı
dik rüzgar
Geminin yoluna karşı esen rüzgâr
dik silindir
Ekseni tabanına dikey olan silindir
dik yamuk
Kenarlarından biri tabanlarına dik olan yamuk
dik üçgen
Kenarlarından ikisi birbirine dikey, bir açısı doksan derece olan üçgen