Tom Mary'nin söylediğinin gerçek olduğuna umutsuzca inanmak istedi.
- Tom wanted desperately to believe what Mary said was true.
İntihar umutsuz bir eylemdir.
- Suicide is a desperate act.
Kendini çaresiz hissetmeye başlıyor.
- She's starting to feel desperate.
O kadar da çaresiz değilim.
- I'm not that desperate.
Umutsuz insanlar çoğu kez korkunç şeyler yaparlar.
- Desperate men often do desperate things.
Tom'un tıbbi bakıma çok ciddi şekilde ihtiyacı var.
- Tom is in desperate need of medical care.
Tom'un çok ciddi biraz yardıma ihtiyacı var.
- Tom is in desperate need of some help.
O, kıyıya ulaşmak için aşırı derecede çaba sarfetti.
- He made desperate efforts to reach the shore.
Umutsuz bir eşin tehlikeli şeyler yapma kapasitesi vardır.
- A desperate wife has the capacity to do dangerous things.
Tom'un yüzünde bir çaresizlik görüntüsü vardı.
- Tom had a look of desperation on his face.
İntihar çaresizlik davranışıdır.
- Suicide is an act of desperation.
Tom ona umutsuzca âşık olmuştu.
- Tom had fallen desperately in love with her.
Tom Mary'nin söylediğinin gerçek olduğuna umutsuzca inanmak istedi.
- Tom wanted desperately to believe what Mary said was true.
Gönüllülere son derece ihtiyaç vardır.
- Volunteers are desperately needed.
Tom'un son derece bir tatile ihtiyacı var.
- Tom desperately needs a vacation.
Umutsuzluktan dolayı o plana vardık fakat kitap iyi sattı.
- We arrived at that plan out of pure desperation, but the book sold well.
Umutsuzluk, hayatını tehlikeye atmasına neden oldu.
- Desperation has led him to risk his life.
I was so desperate at one point, I even went to see a loan shark.
... someone who is desperate is more likely to engage in long-term rewarding ...