Bu otel rehber kitabın verdiği dört yıldızı hak etmekten uzaktır.
- This hotel is far from deserving the four stars the guidebook gives it.
Bunu hak etmek için ne yaptım?
- What did I do to deserve this?
Sahra Çölü, neredeyse Avrupa kadar büyük.
- The Sahara Desert is almost as large as Europe.
Çin'in çölünde Japonya'nın tamamında bulunandan daha çok insan var.
- China's desert supports more people than are in Japan.
O haklı olarak popülerdir.
- He is deservedly popular.
Çölde, suyun ağırlığı altın değerindedir.
- In the desert, water is worth its weight in gold.
Tom aldığı cezayı kesinlikle hak etmedi.
- Tom certainly didn't deserve the punishment he received.
Hiç hak etmediği, harika bir kadın olan karısından bıkmıştı.
- He was bored with his wife, an excellent woman he didn't deserve.
the deserving poor.
That gentle Lady, whom I loue and serue, / After long suit and weary seruicis, / Did aske me, how I could her loue deserue, / And how she might be sure, that I would neuer swerue.
Grauntemercy,’ seyde the Kynge. ‘And I lyve, Sir Lambegus, I shall deserve hit.’.
This argument deserves a closer examination.