demanding a lot of effort to endure

listen to the pronunciation of demanding a lot of effort to endure
English - Turkish

Definition of demanding a lot of effort to endure in English Turkish dictionary

a lot of
birçok

Yolda birçok hayvan gördü. - She saw a lot of animals on the road.

Birçok İngilizce sözcük, Latince'den türemiştir. - A lot of English words are derived from Latin.

hard
{s} çetin

Tom bizim en çetin işçilerimizden biridir. - Tom is one of our hardest workers.

Tom her zaman iş başında çetin. - Tom is always hard at work.

hard
{s} katı

O, iş yerinde her zaman katıdır. - She is always hard at work.

O, yumurtalarını katı haşlanmış seviyor. - She likes her eggs hard-boiled.

hard
{s} zor

Seni anlamak gerçekten çok zor. - Understanding you is really very hard.

Yaşlı adam duymakta zorlanıyor. - The old man was hard of hearing.

hard
büyük bir gayretle
a lot of
sürüsüne bereket
a lot of
bini bir paraya
hard
aşırı ölçüde
hard
güçlükle

Bazı yıldızlar çıplak gözle güçlükle görülebilmektedir. - Some stars are hardly visible to the naked eye.

Tom güçlükle yürüyebiliyordu. - Tom could hardly walk.

hard
tıkız
hard
acımasız

Kader bana acımasız bir ders verdi. - Fate taught me a hard lesson.

O acımasız öğretmenin bugün bize zor bir test vereceğinden oldukça eminim. - I'm pretty sure that that mean teacher will give us a hard test today.

a lot of
bir dünya
a lot of
külli
a lot of
çok

Japonya, çok fazla kâğıt tüketmektedir. - Japan consumes a lot of paper.

Açılış törenine çok misafir davet etmeyi planlıyorum. - I plan to invite a lot of guests to the opening ceremony.

a lot of
niçe-niçe
a lot of
kârlı
hard
çok miktarda
hard
zalim
hard
çok

Bu benim için çok zordu. - It's too hard for me.

İngilizce çok zor, değil mi? - English is pretty hard, isn't it?

hard
büyük gayretle
hard
merhametsiz
a lot of
bir çok

Bu kitabı iyi biliyor gibisin; Kitaptan bir çok alıntı yapıyorsun. - You seem to know this book very well; you use a lot of quotations from it.

Bir çok çözümü düşünüyoruz. - We are thinking of a lot of solutions.

a lot of
çok/pek çok (şey): She bought a lot of books. Çok kitap aldı
hard
{s} güç, zor, çetin
hard
{s} şiddetli, sert; çok
hard
büyük

O, kimsenin hayal edemeyeceği en büyük sıkıntıya katlandı. - He put up with the greatest hardship that no one could imagine.

Büyükannem biraz ağır işitir. Yani hafifçe sağırdır. - My grandmother is hard of hearing. In other words she is slightly deaf.

hard
{s} şiddetli

Yağmur iyi ve şiddetli yağıyordu. - It was raining good and hard.

Dün şiddetli yağmur yağdı. - It rained hard yesterday.

hard
zorla

Hayat bu günlerde zorlaşıyor. - Life is getting hard these days.

Söylediği şeyi zorla anlayabildim. - I could hardly make out what she said.

hard
yakın

Tom'un neredeyse hiç yakın arkadaşı yok. - Tom has hardly any close friends.

Neredeyse hiç kimse bu hayvanı yakından görmedi. - Hardly anyone has seen this animal up close.

hard
{s} ağır

Tom kulağı ağır işitiyor gibi davranıyordu. - Tom pretended to be hard of hearing.

Onun köpeği ağır duyar. - His dog is hard of hearing.

English - English
hard

a hard life.

A lot of
gobs of

He wants to make gobs of money selling cassettes.

a lot of
very much, very many
demanding a lot of effort to endure

    Hyphenation

    de·mand·ing a Lot of ef·fort to en·dure

    Turkish pronunciation

    dîmändîng ı lôt ıv efırt tı endyûr

    Pronunciation

    /dəˈmandəɴɢ ə ˈlôt əv ˈefərt tə enˈdyo͝or/ /dɪˈmændɪŋ ə ˈlɔːt əv ˈɛfɜrt tə ɛnˈdjʊr/
Favorites