demanding a lot of effort to endure

listen to the pronunciation of demanding a lot of effort to endure
English - Turkish

Definition of demanding a lot of effort to endure in English Turkish dictionary

a lot of
birçok

Yolda birçok hayvan gördü. - She saw a lot of animals on the road.

Birçok müşteri danışma için avukata gelirler. - A lot of clients come to the lawyer for advice.

hard
{s} çetin

Tom bizim en çetin işçilerimizden biridir. - Tom is one of our hardest workers.

Tom her zaman iş başında çetin. - Tom is always hard at work.

hard
{s} katı

Ben yumurtayı katı kaynattım. - I hard-boiled an egg.

Tom Mary'ye karşı katıydı. - Tom was hard on Mary.

hard
{s} zor

Yaşlı adam duymakta zorlanıyor. - The old man was hard of hearing.

Yabancı dil öğrenmek zordur. - It's hard to learn a foreign language.

hard
büyük bir gayretle
a lot of
sürüsüne bereket
a lot of
bini bir paraya
hard
aşırı ölçüde
hard
güçlükle

Tom güçlükle yürüyebiliyordu. - Tom could hardly walk.

Tom Mary'yi görmek için güçlükle bekleyebiliyordu. - Tom could hardly wait to see Mary.

hard
tıkız
hard
acımasız

Kader bana acımasız bir ders verdi. - Fate taught me a hard lesson.

O acımasız öğretmenin bugün bize zor bir test vereceğinden oldukça eminim. - I'm pretty sure that that mean teacher will give us a hard test today.

a lot of
bir dünya
a lot of
külli
a lot of
çok

Ailesini çok endişelendirdi. - He caused his parents a lot of anxiety.

Japonya, çok fazla kâğıt tüketmektedir. - Japan consumes a lot of paper.

a lot of
niçe-niçe
a lot of
kârlı
hard
çok miktarda
hard
zalim
hard
çok

Övgü öğrencileri çok çalışmaya teşvik eder. - Praise stimulates students to work hard.

İngilizce çok zor, değil mi? - English is pretty hard, isn't it?

hard
büyük gayretle
hard
merhametsiz
a lot of
bir çok

Bir çok öğrenci Bay Brown'a saygı duyuyor. - A lot of students look up to Mr Brown.

Bir çok çözümü düşünüyoruz. - We are thinking of a lot of solutions.

a lot of
çok/pek çok (şey): She bought a lot of books. Çok kitap aldı
hard
{s} güç, zor, çetin
hard
{s} şiddetli, sert; çok
hard
büyük

O, büyük bir aileyi geçindirmek için çok çalıştı. - He worked hard to support a large family.

O, büyük ailesini geçindirmek için sıkı çalışıyor. - He works hard to support his large family.

hard
{s} şiddetli

Dün şiddetli yağmur yağdı. - It rained hard yesterday.

Dün şiddetli kar yağdı. - It snowed hard yesterday.

hard
zorla

Yaşlı adam duymakta zorlanıyor. - The old man was hard of hearing.

Biz çok çalışmak için zorlandık. - We were forced to work hard.

hard
yakın

Tom'un neredeyse hiç yakın arkadaşı yok. - Tom has hardly any close friends.

Neredeyse hiç kimse bu hayvanı yakından görmedi. - Hardly anyone has seen this animal up close.

hard
{s} ağır

Kendini ağırdan satan kızlardan hoşlanmam. - I don't like girls who play hard to get.

Çok çalışıyorsun. Bir süre ağırdan al. - You are working too hard. Take it easy for a while.

English - English
hard

a hard life.

A lot of
gobs of

He wants to make gobs of money selling cassettes.

a lot of
very much, very many
demanding a lot of effort to endure

    Hyphenation

    de·mand·ing a Lot of ef·fort to en·dure

    Turkish pronunciation

    dîmändîng ı lôt ıv efırt tı endyûr

    Pronunciation

    /dəˈmandəɴɢ ə ˈlôt əv ˈefərt tə enˈdyo͝or/ /dɪˈmændɪŋ ə ˈlɔːt əv ˈɛfɜrt tə ɛnˈdjʊr/
Favorites