Yazmak ölümden daha derin bir uyku.
- Writing is a deeper sleep than death.
Onun sözlerinin daha derin bir anlamı vardır.
- Her words have a deeper meaning.
Gölet üç metre derinliğindedir.
- The pond is 3 meters deep.
Derinleşen ekonomik krizin görünürde bir sonu var mı?
- Is there any end in sight to the deepening economic crisis?
Onun romanları benim için çok anlaşılmazdır.
- His novels are too deep for me.
Hazine, denizin derinliklerine gömüldü.
- The treasure was buried in the deepest of the sea.
Kar birkaç metre derinlikte idi.
- The snow was several meters deep.
Tom Mary'nin gözlerine derin derin baktı.
- Tom gazed deeply into Mary's eyes.
Sadece bizim aramıza, o çok derin derin düşünmez.
- Just between us, he doesn't think very deeply.
Hazine, denizin derinliklerine gömüldü.
- The treasure was buried in the deepest of the sea.
Deniz kendi kendine derinleşecek.
- The sea will turn deep by itself.
Hiçbir zaman bunu belli etmeyecek ama içinden ciddi bir şekilde endişeli olduğunu düşünüyorum.
- He'll never show it, but I think that deep down, he's seriously worried.
Yaşamlarımızı büyük sevgiden ve derin kederden daha yoğun bir şekilde yaşamayız.
- We never experience our lives more intensely than in great love and deep sorrow.
Birbirinizi içten seviyor musunuz?
- Do you love each other deeply?
Onun gözlerine son derece içten baktı.
- He looked deeply into her eyes.
Derine daldıkça, su da soğudu.
- The deeper we dived, the colder the water got.
Daha derine daldığımız zaman su soğur.
- As we dive deeper, the water becomes colder.
Konuşması dinleyicileri derinden etkiledi.
- His speech deeply affected the audience.
Tom Mary'ye derinden âşık.
- Tom is deeply in love with Mary.
Tom'un pes bir sesi var.
- Tom has a deep voice.
Onlar ona yürekten hayrandır.
- They admire her deeply.
Ben sanatla yürekten ilgiliyim.
- I am deeply interested in art.
Derinden minnettar olduğu için, teşekkürlerini ifade etmeye çalıştı.
- Being deeply thankful, he tried to express his thanks.
O anne ve babasına derinden bağlıdır.
- She is deeply attached to her parents.
Onun koyu mavi gözleri oldukça etkileyiciydi.
- Her eyes, a deep blue, were quite impressive.
Tom şiddetli bir güney aksanıyla konuşur.
- Tom speaks with a deep southern accent.
Bu derin bir karanlıktı.
- It was a deep darkness.
She has a very deep contralto.
deep in debt, deep in the mud.
creatures of the deep.
The shelves are 30cm deep.
They're deep in discussion.
American football Relatively farther downfield.
a crowd three deep along the funeral procession.
There was a deep layer of soot over the window.
That's a very deep shade of blue.
He was in a deep sleep.
Russell is a safe pair of hands in the deep.
He's deeply attached to her.
- He is deeply attached to her.
He is deeply attached to her.
- He's deeply attached to her.
... deeper into the mountains the proof of how much colleen shelters the agent site ...
... recessions are deeper and they last longer than after the usual ...