Onun sözlerinin daha derin bir anlamı vardır.
- Her words have a deeper meaning.
Yazmak ölümden daha derin bir uyku.
- Writing is a deeper sleep than death.
Bu ağacın kökleri derinlere uzanıyor.
- The roots of this tree go down deep.
Bu göl ne kadar derin?
- How deep is this lake?
Onun romanları benim için çok anlaşılmazdır.
- His novels are too deep for me.
Onlar düşman bölgesi derinliklerine doğru gitti.
- They drove deep into enemy territory.
Tom'un botları karın derinliklerine battı.
- Tom's boots sank deep into the snow.
Tom, Mary'nin gözlerine derin derin baktı.
- Tom looked deeply into Mary's eyes.
Tom Mary'nin gözlerine derin derin baktı.
- Tom gazed deeply into Mary's eyes.
Tom derin deniz dalgıcıdır.
- Tom is a deep-sea diver.
Derin deniz fobisine sahip misin?
- Do you have deep sea phobia?
Hiçbir zaman bunu belli etmeyecek ama içinden ciddi bir şekilde endişeli olduğunu düşünüyorum.
- He'll never show it, but I think that deep down, he's seriously worried.
Yaşamlarımızı büyük sevgiden ve derin kederden daha yoğun bir şekilde yaşamayız.
- We never experience our lives more intensely than in great love and deep sorrow.
Tavsiyen ve nezaketin için içten minnettarım.
- I deeply appreciate your advice and kindness.
Tom Mary'nin gözlerine içten baktı.
- Tom looked deep into Mary's eyes.
Daha derine kazmak zorundasın.
- You have to dig deeper.
Tom mağarada daha derine gitti.
- Tom went deeper into the cave.
Manzaradan derinden etkilendim.
- I was deeply impressed by the scenery.
Derinden minnettar olduğu için, teşekkürlerini ifade etmeye çalıştı.
- Being deeply thankful, he tried to express his thanks.
Tom'un pes bir sesi var.
- Tom has a deep voice.
Tom Mary'yi yürekten seviyor.
- Tom has a deep affection for Mary.
Onlar ona yürekten hayrandır.
- They admire her deeply.
Manzaradan derinden etkilendim.
- I was deeply impressed by the scenery.
Konuşması dinleyicileri derinden etkiledi.
- His speech deeply affected the audience.
Onun koyu mavi gözleri oldukça etkileyiciydi.
- Her eyes, a deep blue, were quite impressive.
Tom şiddetli bir güney aksanıyla konuşur.
- Tom speaks with a deep southern accent.
Bu derin bir karanlıktı.
- It was a deep darkness.
She has a very deep contralto.
deep in debt, deep in the mud.
creatures of the deep.
The shelves are 30cm deep.
They're deep in discussion.
American football Relatively farther downfield.
a crowd three deep along the funeral procession.
There was a deep layer of soot over the window.
That's a very deep shade of blue.
He was in a deep sleep.
Russell is a safe pair of hands in the deep.
He is deeply attached to her.
- He's deeply attached to her.
He's deeply attached to her.
- He is deeply attached to her.
... So if you click, why, you can just go deeper and click ...
... deeper into the mountains the proof of how much colleen shelters the agent site ...