Tom kartları kesti ve dağıtmaya başladı.
- Tom cut the cards and started dealing.
Bu sorunla uğraşmaktan bıktım.
- I'm tired of dealing with this problem.
Bu tür sorunlarla uğraşmaya alışkınım.
- I'm used to dealing with these kind of problems.
Bu sorunla ilgili yeni bir yaklaşıma acil bir ihtiyaç vardır.
- There is an urgent need for a new approach to dealing with this problem.
Kiminle uğraştığımızı zannediyorsun?
- Who do you think we're dealing with?
Profesyonellerle uğraşmayı seviyorum.
- I love dealing with professionals.
İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.
- I keep a daily record of my business dealings.
Kısa bir süre içinde tekrar gelmek zorunda kalacaksın: o işle ilgilenen adam az önce dışarı çıktı.
- You'll have to come back in a while: the man dealing with that business has just gone out.
İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.
- I keep a daily record of my business dealings.
Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.
- Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others.
Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.
- The soul of commerce is upright dealing.
Tom'un uyuşturucu ticareti yaptığını biliyor muydun?
- Did you know Tom was dealing drugs?
Onlar anlaşmanın aptalca olduğunu söyledi.
- They said the deal was foolish.
Bu büyük bir anlaşma değil. Onun hakkında endişelenme.
- It's not a big deal. Don't worry about it.
Kanser hastaları sıklıkla bulantı nöbetlerini azaltmakla uğraşmak zorundadır.
- Cancer patients often have to deal with debilitating bouts of nausea.
Böyle bir sorun ile uğraşmak zordur.
- Such a problem is hard to deal with.
Kartları dağıtmak için Tom'un sırası.
- It's Tom's turn to deal the cards.
Kartları dağıtmak için kimin sırası?
- Whose turn is it to deal the cards?
O, çocuklarının para ile alışveriş etmelerine yardım ederek çok zaman harcar.
- She spends a lot of time helping her children learn to deal with money.
Ben iyi bir alışveriş yaptım.
- I was dealt a good hand.
Ahmet is not going to deal with this situation/problem - Ahmet bu durumla/sorunla ilgilenmeyecek.
Tom'un o tür bir sorunla ilgilenmek için yeterli deneyimi yoktu.
- Tom didn't have enough experience in dealing with that kind of problem.
Yıllardır bu mağaza ile ilgilenmekteyim.
- I've dealt with this store for years.
Çocuklarla ilgilenmede iyidir.
- He is good at dealing with children.
Tom Mary ile ilgilenmekten bıktı.
- Tom is tired of dealing with Mary.
Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.
- The soul of commerce is upright dealing.
İş yapmak için kimin sırası?
- Whose turn is it to deal?
Tom Mary ile ilgilenmekten bıktı.
- Tom is tired of dealing with Mary.
Oldu (tamam, anlaştık) hadi hemen işe koyulalım - Deal, let's get down to work.
Tom onun öyle büyük bir anlaşma olduğunu düşünmüyor.
- Tom doesn't think it's such a big deal.
Onlar anlaşmanın aptalca olduğunu söyledi.
- They said the deal was foolish.
Proje büyük miktarda para gerektiriyor.
- The project requires a great deal of money.
Sana bir miktar alabilirim.
- I can get you a deal.
Tom'a kesinlikle haksız muamele gördü.
- Tom definitely got a raw deal.
Lütfen kartları dağıt.
- Please deal the cards.
Tom ilaçları dağıtıyor.
- Tom is dealing drugs.
Tom bir sanat tüccarı.
- Tom is an art dealer.
Tüccar onun cehaletinden faydalandı ve resmi çok ucuz aldı.
- The dealer took advantage of her ignorance and bought the picture very cheap.
Dan psikolojik savaşla başa çıkmayı çok iyi bilir.
- Dan knows very well how to deal with psychological warfare.
Bence bu çok iyi bir anlaşma.
- I think it's a very good deal.
Tom bir mahkum edilmiş zehir taciri.
- Tom is a convicted drug dealer.
Tamam, bir anlaşmamız var.
- OK, we've got a deal.
Bir kasap et ticareti yapar.
- A butcher deals in meat.
O, mobilya ticareti yapar.
- He deals in furniture.
Kısa bir süre içinde tekrar gelmek zorunda kalacaksın: o işle ilgilenen adam az önce dışarı çıktı.
- You'll have to come back in a while: the man dealing with that business has just gone out.
İlgilenmem gereken çok işim var.
- I have a lot of things that I must deal with.
Tom'la uğraşmak zordur.
- Tom is hard to deal with.
Kanser hastaları sıklıkla bulantı nöbetlerini azaltmakla uğraşmak zorundadır.
- Cancer patients often have to deal with debilitating bouts of nausea.
Bu şirketin yurt dışında birçok iş anlaşmaları vardır.
- This company has many business dealings abroad.
İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.
- I keep a daily record of my business dealings.
Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.
- Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others.
İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.
- I keep a daily record of my business dealings.
İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.
- I keep a daily record of my business dealings.
Başa çıkmak kolay mı?
- Is it easy to deal with?
Durum ile başa çıkmak için gerçekten zordu.
- The situation was really difficult to deal with.
Elbise çok pahalı. Pazarlığı biraz cazip hale getiremez misin?
- The dress is too expensive. Can't you sweeten the deal a little?
Sana söyleyecek bir hayli şeyim var.
- I have a great deal to tell you.
Bu yolda bir hayli trafik var.
- There is a great deal of traffic on this road.
Tom'un Mary ile hiç herhangi bir ilişkisi oldu mu?
- Did Tom ever have any dealings with Mary?
Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.
- Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others.
Away, proud woman! said the Lady; who ever knew so well as thou to deal the deepest wounds under the pretence of kindness and courtesy?.
The cards were shuffled and dealt by the croupier.
He made a deal with the devil.
There is a deal of obscurity concerning the identity of the species thus multitudinously baptized.
She deals in gold.
In Deheubarth that now South-wales is hight, / What time king Ryence raign'd, and dealed right .
Wel said syr Uwayne go on your waye, and lete me dele.
The whole crowd waited for him to deal a real humdinger.
A plain deal table.
You also have to look at the kind of mortgage deals available to you and whether you will be able to trade up to the kind of property you are looking for.
We gave three deals of grain in tribute to the king.
The fighting is over; now we deal out the spoils of victory.
I believe it's your deal.
What's the deal?.
This club takes a dim view of members who deal drugs.
You low-down, no-good, double-dealing sidewinder!.
... OBAMA: Now Governor Romney had a very different response. While we were still dealing with ...
... conditions you're dealing with, and I'm not even talking ...