Definition of dış in Turkish English dictionary
- exterior
- outer
Is there life in outer space?
- Dış uzayda yaşam var mı?
Between the inner and outer planets is an asteroid belt.
- İç ve dış gezegenler arasında bir asteroit kuşağı vardır.
- external
Speech is external thought, and thought internal speech.
- Konuşma dış düşünce ve düşünce iç konuşmadır.
That politician is well versed in internal and external conditions.
- O politikacı iç ve dış koşullarda deneyimlidir.
- extrinsic
- outward
Sami's body had no outward sign of visible trauma.
- Sami'nin cesedinde hiçbir görünür dış travma işareti yoktu.
A ghost is an outward and visible sign of an inward fear.
- Bir hayalet içe dönük bir korkunun dışa dönük ve görünür işaretidir.
- foreign
Have you ever been to a foreign country?
- Hiç yurt dışında bulundun mu?
Japan's foreign aid is decreasing in part because of an economic slowdown at home.
- Japonya'nın dış yardımları yurttaki ekonomik yavaşlamadan dolayı kısmen azalıyor.
- outer appearance; outer covering
- out
I wish you would shut the door when you go out.
- Keşke dışarı çıktığın zaman kapıyı kapatsan.
I'm going to go out this afternoon.
- Bu öğleden sonra dışarıya çıkacağım.
- superficial
- salient
- external, outer
- offshore
- outside, exterior; outer; external; foreign
- outside
It is very cold outside. You'll catch a cold without a coat.
- Dışarıda hava çok soğuk, ceketsiz üşüteceksin.
Shall we take this outside?
- Bunu dışarı götürelim mi?
- ecto
Despite medical advances, ectopic pregnancy remains a significant cause of maternal mortality worldwide.
- Tıbbi gelişmelere karşın dış gebelik, dünya çapındaki anne ölümlerinin önemli bir nedeni olmaya devam etmektedir.
- outside, exterior
- exo
How do scientists detect exoplanets?
- Bilim adamları dış gezegenleri nasıl tespit ediyor?
The exosphere is the outermost layer of our atmosphere.
- Egzosfer atmosferimizin en dış tabakasıdır.
- (Geometri) circumscribed
- off
You are off the point.
- Konunun dışına çıktın.
He rushed out of the office.
- O ofisten dışarı fırladı.
- (Askeri) outlying
- outdoor
She doesn't get outdoors much.
- O, evin dışına fazla çıkmaz.
Tom doesn't play outdoors much.
- Tom dışarıda çok oynamaz.
- (Biyokimya) peripheral
- (Otomotiv) threat
Both we and the Soviets face the common threat of nuclear destruction and there is no likelihood that either capitalism or communism will survive a nuclear war.
- Biz ve sovyetler nükleer yıkımın alışılmış tehditiyle yüz yüzeyiz ve hem kapitalizmin hem komunizmin nükleer bir savaşla mücadele etmesi olasılık dışı.
- appearance
No matter how we try, it is impossible to distinguish good people from bad people by outward appearances.
- Ne yaparsak yapalım, iyi insanları kötü insanlardan dış görünüşlerine bakarak ayırmak imkansızdır.
Women's faces are often more beautiful when they take their clothes off, for they then stop thinking about their external appearance.
- Kadınların yüzü giysilerini çıkardıklarında çoğunlukla daha güzeldir, zira onlar o zaman dış görünüşleri hakkında düşünmekten vazgeçerler.
- exogenous
- exteriors
- outher
- without
She went out without saying good-bye.
- Hoşça kal demeden dışarı çıktı.
Tom told Mary that it was too cold to go outside without a coat.
- Tom Mary'ye paltosuz dışarı gidilmeyecek kadar çok soğuk olduğunu söyledi.
- dış görünüş
- appearance
No matter how we try, it is impossible to distinguish good people from bad people by outward appearances.
- Ne yaparsak yapalım, iyi insanları kötü insanlardan dış görünüşlerine bakarak ayırmak imkansızdır.
Don't judge a person by his appearance.
- İnsanları dış görünüşüyle yargılamayın.
- dış cephe kaplama
- Siding, building coating
- dış kaplama
- shell
- dış lastiği değiştirmek
- retread
- dış ilişkiler
- exterior
- dış ülkelerle olan
- exterior
- dış (taraf)
- outside
- dış borç
- external indebtedness
- dış borç
- (Ticaret) external national debt
- dış borç
- (Ticaret) international debt
- dış yüz
- surface
- dış çerçeve
- outer frame
- dış çevre
- (Biyoloji) external environment
- dış ülke
- abroad
- dış cephe
- (İnşaat) Facade
- dış duvar
- outer wall
- dış etkiler
- foreign influences
- dış işlemler
- international devision
- dış işleri
- foreign affairs
- dış işleri bakanlığı
- Ministry of foreign affairs
- dış kaplamak
- outside line
- dış kaynak
- Foreign resource
- dış mahalle
- outskirts
Tom lives on the outskirts of town.
- Tom kentin dış mahallelerinde oturuyor.
My house is on the outskirts of the city.
- Benim evim kentin dış mahallelerindedir.
- dış pazarlama
- external marketing
- dış piyasa
- (Finans) global market
- dış politika
- Foreign policy
- dış satım
- foreign sales
- dış ticaret
- Foreign trade, external trade
- dış ticaret
- Foreign trade
He is engaged in foreign trade.
- O dış ticaretle ilgileniyor.
My father is engaged in foreign trade.
- Babam dış ticaretle uğraşır.
- dış ticaret müsteşarlığı
- Secretariat of foreign trade
- dış ticaret politikası
- (Ticaret) foreign trade policy
- dış ticaret sorumlusu
- Foreign trade manager
- dış ticaret uzmanı
- (İdari Yönetim) Foreign trade specialist
- dış ticaret şirketi
- Foreign trade company
- dış alım
- (Hukuk) import
- dış astarı
- facing
- dış açı
- exterior angle
- dış açı
- geom . exterior angle
- dış açı
- external angle
- dış açı oluşturan iki siper
- redan
- dış bellek
- external memory, external storage
- dış bilezik
- outer ring
- dış bilya
- outer bearing
- dış borç
- external loan
- dış borçlanma
- (Hukuk) foreign indebtment, foreign lending
- dış denge
- (Hukuk) external equilibrium
- dış diş
- serrated
- dış dünya
- external world
- dış dünya
- outer world
- dış dünya/âlem
- external world
- dış etiket
- exterior label
- dış flap
- external flap
- dış geribesleme
- external feedback
- dış görünüş
- externals
- dış görünüş
- fashion
- dış görünüş
- shape
- dış görünüş
- exterior, façade
- dış görünüş
- superficies
- dış görünüş
- semblance
- dış görünüş
- varnish
- dış görünüşte
- on the surface
- dış görünüşü
- the cut of one's jib
- dış görünüşün aldatıcılığı
- speciousness
- dış güzellik
- gloss
- dış hat
- 1. telecommunications external line. 2. telecommunications, transportation international line
- dış ilişkiler
- external affairs
- dış kanat
- outer wing
- dış kaplama
- stucco
- dış kapının dış mandalı a
- very distant relative
- dış kaynaklı
- exterior
- dış kaynaklı sermaye
- outside capital
- dış kenara ait
- peripheral
- dış kuvvet
- external force
- dış kökü
- fang
- dış lastik
- tyre, tire
- dış lastik auto
- tire, casing
- dış liman
- roads
- dış mali istikrar
- (Hukuk) external financial stability
- dış merkez
- epicenter
- dış merkezli düzen
- eccentric
- dış merkezlilik
- eccentricity
- dış modem
- stand-alone modem , external modem
- dış parazit hayvancık
- epizoon
- dış politika amaçları
- (Hukuk) objectives of foreign policy
- dış saha oyuncusu
- outfielder
- dış sahne
- exterior
- dış satım yasağı
- (Hukuk) export prohibition
- dış taraf
- exterior
- dış taraf
- outside
The wall is white on the outside and green on the inside.
- Duvar dış tarafta beyaz ve içeride yeşil.
The outside of the castle was painted white.
- Kalenin dış tarafı beyaza boyandı.
- dış tekerleme eğrisi
- epicycle
- dış temsilcilik
- (Hukuk) external representation
- dış temsilcilikler
- (Hukuk) foreign delegations
- dış ticaret açığı
- (Hukuk) trade balance deficit, foreign trade gap
- dış ticaret dengesi
- balance of trade
- dış ticaretin serbestleştirilmesi
- (Hukuk) liberalisation of foreign trade
- dış yardım
- (Hukuk) foreign aid, assistance
- dış yük
- external load
- dış yüzey
- exterior surface, facing
- dış zarf
- outer race
- dış çap
- outside diameter
- dış çizgi
- outline (font)
- dış çizgili yazıyüzü
- outlined font
- dış ülkede politik dokunulmazlık
- extraterritoriality
- dış yüzey
- {i} rind
- dış borç
- foreign loans
- dış etki
- (Politika, Siyaset) external influence
- dış görünüm
- facing
- dış görünüm
- (Bilgisayar) skin
- dış görünüş
- (deyim) face value
- dış görünüş
- face
Nothing could be more reasonable, on the face of it.
- Dış görünüşe bakılırsa, hiçbir şey daha makul olamazdı.
On the face of it, nothing could be more reasonable.
- Dış görünüşe bakılırsa, hiçbir şey daha makul olamazdı.
- dış görünüş
- configuration
- dış görünüş
- {i} surface
He seems like a softy on the surface, but at the core he's got an iron will that makes him an extremely tough negotiator.
- Dış görünüşte bir sümsük gibi görünüyor. Fakat özünde onu zorlu bir delege yapan sağlam bir iradesi var.
- dış ilişkiler
- (Askeri) foreign affairs
- dış ticaret
- (Ticaret) international trade
- dışlar
- (Matematik) extremes
- dış borç
- foreign debt
- dış deri
- ectoderm
- dış görünüş
- exterior
- dış görünüş
- facies
- dış görünüş
- external appearance
- dış görünüş
- external view
- dış görünüş
- physiognomy
- dış görünüş
- {i} shell
- dış pencere
- storm window
- dış ticaret
- foreign business
- dış ticaret
- foreign commerce
- dış yüzey
- exterior surface
- dış yüzey
- facing
- Dış borç
- (Ekonomi) external debt
- Dış görünüm
- physical appearance
- Dış görünüş
- outer appearance
- Dış işleri
- foreing affairs
- dış giyim
- outer wear
- dış giyim
- outer clothing
- dış ses
- (Reklam) voice over
- dış ticaret
- foreign trading
- dış ticaret
- (Ticaret) foreign-trade
- Dış gebelik
- (Tıp) exfetation
- Dış gebelik
- (Tıp) eccyesis
- Dış gebelik
- (Tıp) metacyesis
- Dış gebelik
- (Tıp) paracyesis
- dış borç
- (Hukuk) external debt, foreign debt
- dış deri
- investment
- dış etken
- external factor
- dış gebelik
- ectopic pregnancy
Despite medical advances, ectopic pregnancy remains a significant cause of maternal mortality worldwide.
- Tıbbi gelişmelere karşın dış gebelik, dünya çapındaki anne ölümlerinin önemli bir nedeni olmaya devam etmektedir.
- dış gebelik
- (Tıp) abdominal gestation
- dış görünüm
- species
- dış görünüş
- the outer man
- dış görünüş
- facade
- dış görünüş
- disguise
- dış görünüş
- rind
- dış görünüş
- guise
- dış görünüş
- color
- dış görünüş
- colour [Brit.]
- dış görünüş
- get up
- dış görünüş
- {i} cast
- dış görünüş
- {i} outside
- dış görünüş
- {i} colour
- dış görünüş
- seeming
- dış görünüş
- fasade
- dış görünüş
- appearances
No matter how we try, it is impossible to distinguish good people from bad people by outward appearances.
- Ne yaparsak yapalım, iyi insanları kötü insanlardan dış görünüşlerine bakarak ayırmak imkansızdır.
Don't be fooled by appearances.
- Dış görünüşlere aldanmayın.
- dış görünüş
- name
- dış hatlar
- contour
- dış hatlar
- outlines
- dış ilişkiler
- (Hukuk) foreign relations
- dış ilişkiler
- external relations
- dış işler
- (İnşaat) external works
- dış ticaret
- (Hukuk) external trade
- dış yüzey
- outer surface