dürüstlük

listen to the pronunciation of dürüstlük
Turkish - English
righteousness
honesty

Honesty is one of the most beautiful things in the world. - Dürüstlük, dünyadaki en güzel şeylerden birisidir.

Parents try to impress upon their children the importance of honesty and hard work. - Ebeveynler çocuklarını dürüstlük ve sıkı çalışmanın önemi üzerine etkilemeye çalışıyorlar.

integrity

He has a reputation for integrity. - O dürüstlük biçiminde bir üne sahiptir.

fairness
straightforwardness
evenness
squareness
justice
erectness
faithfulness
probity
uprightness
incorruption
sincerity

Tom is a man of absolute sincerity. - Tom mutlak bir dürüstlük insanıdır.

correctitude
honesty, frankness, probity, candour, integrity, equity, rectitude
correctness
incorruptibility
conscientiousness
honesty; straightforwardness
directness
{i} veracity
{i} rectitude
right
{i} sincereness
(Ticaret) good will
validity
justness
plain dealing
propriety
principle
rightness
character
principles
honestness
straightness
equity
candour
truth
singlenuss
candidness
{i} candor
just
candid
righteous
dürüst
fair

I won fair and square. - Ben dürüstçe kazandım.

I gave you fair warning. - Seni dürüstçe uyardım.

dürüst
{s} honest

Please behave honestly. - Lütfen dürüst davran.

I am an honest person. - Ben dürüst bir insanım.

dürüst
straightforward

Tom is a very straightforward person. - Tom çok dürüst bir kişi.

dürüst
{s} sincere

I'm sure Tom is quite sincere. - Tom'un oldukça dürüst olduğundan eminim.

I need a sincere girlfriend. - Dürüst bir kız arkadaşa ihtiyacım var.

dürüst
{s} conscientious

Tom is conscientious, isn't he? - Tom dürüst, değil mi?

dürüst
{s} frank

Frankly speaking, I hate him. - Dürüst olmak gerekirse, ondan nefret ediyorum.

Do you really want me to be frank? - Gerçekten dürüst olmamı istiyor musun?

dürüst
truthful

She brought up her children to be truthful. - Çocuklarını dürüst yetiştirdi.

Tom was truthful, I think. - Tom dürüsttü, sanırırm.

dürüst
right-minded
dürüst
soothsaying
dürüst
aboveboard
dürüst
well-

Honestly, this is not a really well-paying job. - Dürüst olmak gerekirse bu aslında iyi ücretli bir iş değil.

dürüst
(Argo) conch
dürüst
up-front

You have to be up-front and candid at interviews. - Görüşmelerde dürüst ve samimi olmak zorundasın.

dürüst
decent
dürüst
single-hearted
dürüst
single-minded
dürüst
straight-out
dürüst
(deyim) in good faith
dürüst
correct
dürüst
respectable
dürüst
open

I have been completely open with you. - Sana karşı tamamen dürüstüm.

I was open and honest. - Ben açık ve dürüsttüm.

dürüst
plain
dürüst
candid

You have to be up-front and candid at interviews. - Görüşmelerde dürüst ve samimi olmak zorundasın.

dürüst
virtuous
dürüst
guileless
dürüst
righteous
dürüst
simple
dürüst
just

I'm just being honest. - Ben sadece dürüst davranıyorum.

Tom is just being honest. - Tom sadece dürüst oluyor.

dürüst
true-blue
dürüst
unimpeachable
dürüst
straight

Tom is a very straightforward person. - Tom çok dürüst bir kişi.

Look, I want to be straight about this. - Bak, bu konuda dürüst olmak istiyorum.

dürüst
on the level
dürüst
law-abiding
dürüst
upright

The soul of commerce is upright dealing. - Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.

dürüst
ackerman
dürüst
on the square
dürüst
square

I won fair and square. - Ben dürüstçe kazandım.

You won, fair and square. - Sen dürüstçe kazandın.

dürüst
incorruptible

They were both wise and incorruptible men. - Onlar hem bilge hem de dürüst adamlardı.

dürüst
honest, upright, fair, frank, truthful, direct, candid, moral, straight, straightforward, just
dürüst
downright
dürüst
level
dürüst
Christian
dürüst
right minded
dürüst
faithful
dürüst
right

Do you want this done quickly or do you want this done right? - Bunun çabuk yapılmasını mı istiyorsun yoksa doğru dürüst yapılmasını mı istiyorsun?

No one will deny your right to fight honestly and energetically for a good and just cause. - Hiç kimse dürüst ve enerjik bir şekilde iyi ve adil bir neden için savaşma hakkınızı inkar edemez.

dürüst
dinkum
dürüst
above board
dürüst
direct

I appreciate your directness. - Ben senin dürüstlüğünü takdir ediyorum.

dürüst
moral

He lived a moral life. - O dürüst bir hayat yaşadı.

dürüst
honest; straightforward
dürüst
jannock
dürüst
regular
dürüst
{i} upfront
dürüst
single minded
dürüst
straight as a die
dürüst
{s} upstanding

Tom is an upstanding citizen. - Tom dürüst bir vatandaş.

dürüst
single hearted
dürüst
conscionable
dürüst
{s} sporting
dürüst
{s} scrupulous
Turkish - Turkish
Doğruluk: "Onlardan aynı bağlılığı ve dürüstlüğü beklermiş."- H. Taner
Doğruluk
DÜRÜST
(Osmanlı Dönemi) Bütün, tam
DÜRÜST
(Osmanlı Dönemi) f. Sıhhati yerinde, sağ, sahih, salim
DÜRÜST
(Osmanlı Dönemi) Doğru, hatasız
Dürüst
ak
Dürüst
(Osmanlı Dönemi) KAVİM
dürüst
Sözünde ve davranışlarında doğruluktan ayrılmayan, doğru: "... zaman zaman dürüst, mert, açık yürekli dostlar bulunur."- N. Cumalı
dürüst
Doğru, yanlışsız: "İyi giyinmek her zaman dürüst bir zevk ifade etmez."- H. E. Adıvar
dürüst
Sözünde ve davranışlarında doğruluktan ayrılmayan, doğru
dürüst
Doğru, yanlışsız