Teoride, teori ve pratik arasında hiçbir fark yoktur. Fakat pratikte, var.
- In theory, there is no difference between theory and practice. But, in practice, there is.
Dinledim fakat hiçbir şey duymadım.
- I listened, but I didn't hear anything.
O her gün, dışarıda yemek yerdi, ancak şimdi buna gücü yetmiyor.
- He used to eat out every day, but now he can't afford it.
Tüm modeller yanlış, ancak bazıları yararlı.
- All models are wrong, but some are useful.
Tom mutfak lavabosu hariç her şeyi paketlemiş gibi görünüyor.
- Tom seems to have packed everything but the kitchen sink.
Biz Pazar hariç her gün çalışırız.
- We work every day but Sunday.
O genç ama deneyimli.
- He is young, but experienced.
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
- This is a good book, but that is better.
Tom başarmak için bir şansı olduğunu düşünmüyordu fakat o hiç olmazsa bir fırsat vermek istedi.
- Tom didn't think he had a chance to succeed, but he at least wanted to give it a shot.
Ben çalışmak için dışarı gitmene itiraz etmiyorum fakat çocuklara kim bakacak.
- I don't object to your going out to work, but who will look after the children?
Benim de itirazım yok, ama bunun lehinde değilim.
- I have no objection, but I'm not in favor of it, either.
Tom ve Mary'nin yaklaşık 20 tane çocukları var, yani onlar kesin sayısı konusunda tam olarak emin değiller.
- Tom and Mary have about 20 children, but they're not quite sure of the exact number.
Yani onlardan biri gitmek zorunda. Ama hangi biri?
- That means one of them will have to go. But which one?
Harita olmasaydı yolu bulamazdık.
- But for the map, we could not have found the way.
Ama yardımın olmasaydı, ben başarısız olurdum.
- But for your help, I would have failed.
Fakat bekar olmanın yararlarına rağmen, onlar birgün evlenmek istiyor.
- But in spite of the merits of being single, they do want to get married some day.
Herkes ona karşı çıktı fakat buna rağmen Sally ve Bob evlendiler.
- Everyone opposed it, but Sally and Bob got married all the same.
Meseleyi ona bırakmaktan başka çaremiz yoktu.
- We had no choice but to leave the matter to him.
Bu şakadan başka bir şey değildi.
- It was nothing but a joke.
Tom Mary'yi yalnız bırakma fikrinden nefret etti fakat işe gitmek zorundaydı.
- Tom hated the idea of leaving Mary alone, but he had to go to work.
Yalnızca Fransızca değil, İspanyolca da konuşuyor.
- He not only speaks French, but he speaks Spanish, too.