close, nearly, diligently, fast, costive

listen to the pronunciation of close, nearly, diligently, fast, costive
English - Turkish

Definition of close, nearly, diligently, fast, costive in English Turkish dictionary

hard
{s} çetin

Tom her zaman iş başında çetin. - Tom is always hard at work.

Tom bizim en çetin işçilerimizden biridir. - Tom is one of our hardest workers.

hard
{s} katı

O, iş yerinde her zaman katıdır. - She is always hard at work.

Yumurtamı katı kaynat lütfen. - Boil my eggs hard, please.

hard
{s} zor

İngilizce çok zor, değil mi? - English is pretty hard, isn't it?

Seni anlamak gerçekten çok zor. - Understanding you is really very hard.

hard
büyük bir gayretle
hard
aşırı ölçüde
hard
güçlükle

Tom güçlükle yürüyebiliyordu. - Tom could hardly walk.

Tom tekrar yüzmeye gitme fırsatını güçlükle bekleyebiliyordu. - Tom could hardly wait for the chance to go swimming again.

hard
tıkız
hard
acımasız

Kader bana acımasız bir ders verdi. - Fate taught me a hard lesson.

O acımasız öğretmenin bugün bize zor bir test vereceğinden oldukça eminim. - I'm pretty sure that that mean teacher will give us a hard test today.

hard
çok miktarda
hard
zalim
hard
çok

Bu benim için çok zordu. - It's too hard for me.

O çok çalışan bir öğrencidir. - She is a student who studies very hard.

hard
büyük gayretle
hard
merhametsiz
hard
{s} güç, zor, çetin
hard
{s} şiddetli, sert; çok
hard
büyük

O, büyük bir aileyi geçindirmek için çok çalıştı. - He worked hard to support a large family.

Birçok büyük insan gençliklerinde zorluklardan geçmişlerdir. - Many great men went through hardship during their youth.

hard
{s} şiddetli

Yağmur iyi ve şiddetli yağıyordu. - It was raining good and hard.

Bu gece şiddetli yağmur yağıyor. - It's raining hard tonight.

hard
zorla

Söylediği şeyi zorla anlayabildim. - I could hardly make out what she said.

Tom partide ne giyeceğine karar vermede zorlanıyor. - Tom is having a hard time deciding what to wear to the party.

hard
yakın

Neredeyse hiç kimse bu hayvanı yakından görmedi. - Hardly anyone has seen this animal up close.

Tom'un neredeyse hiç yakın arkadaşı yok. - Tom has hardly any close friends.

hard
{s} ağır

Büyükannem biraz ağır işitir. Yani hafifçe sağırdır. - My grandmother is hard of hearing. In other words she is slightly deaf.

Çok çalışıyorsun. Bir süre ağırdan al. - You are working too hard. Take it easy for a while.

English - English
{a} hard
close, nearly, diligently, fast, costive
Favorites