Definition of canlı in Turkish English dictionary
- living being
I don't look down upon any living being. Needless to say, I'm no God. I'm a human being myself; I may have made mistakes, I do admit.
- Ben hiçbir canlıyı küçümsemiyorum. Tabii ki ben Allah değilim. Ben de kulum; hatalarım olmuştur, yalanlamıyorum.
It's a living being, so of course it shits.
- O bir canlı, dolayısıyla doğal olarak sıçıyor da.
- lively
This town isn't lively.
- Bu kasaba canlı değil.
My grandfather is 90 years old and very lively.
- Büyükbabam 90 yaşında ve çok canlı.
- vivacious
- living
So long as the human spirit thrives on this planet, music in some living form will accompany and sustain it and give it expressive meaning.
- İnsan ruhu yeryüzünde bulunduğu müddetçe; müzik, canlı bir varlık gibi ona eş ve destek olup büyük anlam katacak.
Most living creatures in the sea are affected by pollution.
- Denizde yaşayan canlıların çoğu, kirlilikten etkilenir.
- alive
Is the rat alive or dead?
- Fare canlı mı yoksa ölü mü?
For some reason I feel more alive at night.
- Bazı sebeplerden dolayı geceleri daha canlı hissediyorum.
- crisp
A crisp wind blew up over the sand dunes from the sea.
- Denizden kum tepelerinin üzerinde canlı bir rüzgar patladı.
- live
My grandfather is 90 years old and very lively.
- Büyükbabam 90 yaşında ve çok canlı.
The cat was playing with a live mouse.
- Kedi canlı bir fare ile oynuyordu.
- bright
Things are looking brighter.
- İşler daha canlı görünüyor.
You are bright and glowy this morning.
- Bu sabah canlı ve parlaksın.
- glowing
- animated
- brightly
- living creature, living being; living, animate, alive; lively, brisk, active, vigorous, spry, bouncy, high-spirited; graphic, picturesque, sprightly; (yayın) live
- dashing
- breezy
- genially
- colourful [Brit.]
- spirited
- corky
- go go
- saturated
The sky in this photo is very saturated.
- Bu fotoğraftaki gökyüzü çok canlı.
- animate
- (renk) rich
- living creature; life
- bustling
- living being, living thing
- snappy
- humming
- full of life
- in the flesh
- lively, full of life; sprightly; vivacious
- vivid, strong
- brisk
- living, animate
- quick
- fresh
The memories are very fresh and vivid.
- Anılar çok taze ve canlıdır.
- (someone, an animal) which has (a specified number of) lives: Kedi dokuz canlıdır. A cat has nine lives
- crispy
- beany
- active
- colorful
- {s} gay
- {s} feeling
- {s} vivid
The original and the copy are easily distinguished since the one is much more vivid than the other.
- Biri diğerinden çok daha canlı olduğundan, orijinal ve kopya kolayca ayırt edilirler.
He has a very vivid imagination.
- Onun çok canlı bir hayal gücü var.
- (Tıp) viable
- {s} exhilarated
- highspirited
- on the boil
- (deyim) on the ball
- with
The cat was playing with a live mouse.
- Kedi canlı bir fare ile oynuyordu.
I am pleased with this vivid portrait in particular.
- Ben özellikle bu canlı portreden memnunum.
- living thing
All living things on Earth contain carbon.
- Yeryüzündeki tüm canlılar karbon içerirler.
If it were not for water, no living things could live.
- Eğer su olmasa canlılar yaşayamaz.
- rouse
- buxom
- zestful
- buoyant
- bouncy
- (Argo) money
Layla burned Fadil alive for his money.
- Leyla, parası için Fadıl'ı canlı canlı yaktı.
- spirituel
- gamesome
- skittish
- vital
Health and vitality are important for long life.
- Sağlık ve canlılık uzun hayat için gereklidir.
- vivace
- lifelike
The doll was surprisingly lifelike.
- Bebek şaşırtıcı bir biçimde canlı gibiydi.
- spry
- mettled
- swinging
- sporty
- racy
- picturesque
- jaunty
- chipper
- canlı hayvanı deneysel amaçla ameliyat etme
- vivisection
- canlı içinde
- (Gıda) in vivo
- canlı yük
- movable load
- canlı aks
- live axle
- canlı balık tutan tekne
- smack
- canlı bebek
- (Konuşma Dili) living doll, very beautiful woman
- canlı bir tempoda
- at a rattling pace
- canlı bir şekilde
- gaily
- canlı biçimde
- sprightly
- canlı canlı
- alive, while still alive
- canlı canlı ölmek
- be buried alive
- canlı cenaze
- skinny, a bag of bones
- canlı cenaze
- person who looks likedeath warmed over, very wan and emaciated person
- canlı dans
- jig
- canlı gibi
- lifelike
The doll was surprisingly lifelike.
- Bebek şaşırtıcı bir biçimde canlı gibiydi.
- canlı hayvan
- (Hukuk) (besi hayvanı) livestock
- canlı model
- live model
- canlı odun
- alburnum
- canlı olarak
- animoso
- canlı oyun
- legit
- canlı program
- live programme
- canlı resim
- animated film
- canlı sözlük
- walking dictionary
- canlı tutmak
- keep alive
- canlı varlık
- organism
- canlı varlık
- living creature
- canlı varlık
- living being
- canlı ve dinamik kimse
- devil
- canlı ve dinç adam
- hearty
- canlı yayın
- live broadcast
A drunk TV presenter vomited during a live broadcast.
- Sarhoş bir TV sunucusu, canlı yayın esnasında istifra etti.
- canlı yayında
- on air
- canlı yük
- live load, movable load
- canlı çalınan bölüm
- scherzo
- canlı örnek
- incarnation
- canlı örnek
- personification
- canlı örneği olmak
- personify
- canlı/resim
- (Bilgisayar) vivid/graph
- cansızdan canlı oluşumu
- spontaneous generation
- cansızdan canlı oluşumu
- abiogenesis
- ateşte yanmayan canlı
- salamander
- tez canlı
- swift
- canlı yayın
- (Televizyon) live
Stay tuned. Our live stream will return shortly.
- Bizi izlemeye devam edin. Canlı yayınımız kısa süre içinde geri dönecek.
A drunk TV presenter vomited during a live broadcast.
- Sarhoş bir TV sunucusu, canlı yayın esnasında istifra etti.
- dokuz canlı
- very strong
- tez canlı
- hustling
- canlı yayın
- live transmission
- canlı yayın
- live performance
- canlı yayın
- live presentation
- hayvanlık, canlı olmakla beraber akılsız olu
- bestiality, live with it, but foolish
- mikroskobik canlı
- microorganism
- tez canlı
- impetuous
- 3 boyutlu canlı efektler
- (Televizyon) live 3d effects
- andanteden daha canlı
- andantino
- asalak canlı
- guest
- ağır canlı
- lazy, sluggish
- ağır canlı
- lazy, inactive, sluggish
- balıkları canlı saklama havuzu
- stew
- böcek yiyen canlı
- insectivore
- böcekçil canlı
- insectivore
- canlılar
- the living
- canlılar
- the quick
- canlılar
- living beings
- canlılar
- living creatures
Most living creatures in the sea are affected by pollution.
- Denizde yaşayan canlıların çoğu, kirlilikten etkilenir.
- daha canlı
- livelier
- dinç ve canlı
- hale and hearty
- dişi canlı
- female
- dokuz canlı
- very strong, that won't die easily
- dokuz canlı kedi gibi
- (deyim) like a cat with nine lives
- dokuz canlı very hardy
- not likely to die
- dışarıda canlı yayın
- nemo
- etli canlı
- plump and robust
- genetik olarak birbirine bağlı canlı
- ally
- ilkel canlı
- (Denizbilim) procaryote
- insan yiyen canlı
- man eater
- it canlı
- tough and strong
- kanlı canlı
- ruddy
- kanlı canlı
- hale and hearty
- kanlı canlı
- sanguine
- kanlı canlı
- full of health
- kanlı canlı
- red-blooded
- kanlı canlı
- vigorous, robust
- kedi gibi dokuz canlı
- (deyim) a cat has nine lives
- melez canlı
- crossbreed
- meyve ile beslenen canlı
- fruitarian
- ortama uyum sağlamış canlı
- denizen
- pek canlı hardy, tough
- (someone) who possesses endurance
- soyu tükenmekte olan canlı
- relict
- soyundan farklı özellikler gösteren canlı
- sport
- tarak (istiridye benzeri canlı
- scallop
- tek hücreli canlı
- monad
- tek hücreli canlı
- Protista
- tez canlı
- restless
Children are often impatient and restless.
- Çocuklar genellikle sabırsız ve tez canlı.
Why are you always so restless?
- Sen neden her zaman tez canlısın?
- tez canlı
- impatient
Children are often impatient and restless.
- Çocuklar genellikle sabırsız ve tez canlı.
- tez canlı
- fast
- tez canlı
- sharp
- tez canlı
- hustling, impetuous, impatient
- türdeş canlı
- congener
- uçan canlı
- flier
- yarı at yarı balık olan canlı
- sea horse
- yarı balık yarı kertenkele canlı
- ichthyosaurus
- yedi canlı
- (person, animal) who/ which has managed to get through a number of dangerous situations alive
- çok büyük canlı
- jumbo
- özgün canlı
- original