Der Manager hat das Thema zur Sprache gebracht.
Oğlumu ofisinize getirmek zorunda mıyım?
- Do I have to bring my son to your office?
Tom eve bir hediyelik eşya getirmek istedi.
- Tom wanted to bring home a souvenir.
Çünkü biz sizi seviyoruz, daha iyi bir kullanıcı deneyimi getirmek için Tatoeba'yı güncelleştiriyoruz. Gördünüz mü? Biz sizi seviyoruz ha?
- Because we love you, we are updating Tatoeba to bring you a better user experience. See? We love you huh?
Bana dergileri getir.
- Bring me the magazines.
Those dark clouds will probably bring rain.
- Diese dunklen Wolken werden vermutlich Regen bringen.
Cover the potatoes with cold water and bring to a boil.
- Geben Sie so viel Wasser zu den Kartoffeln, dass sie bedeckt sind und bringen Sie es zum Kochen.