borçlular

listen to the pronunciation of borçlular
Turkish - English
(Ticaret) debtors

And forgive us our debts, as we forgive our debtors. - Biz borçlularımızı affettiğimiz için siz bizim borçlarımızı affedin.

Individuals or organizations that owe money (See (p 43))
1,200
Borrowers; those who borrow money
People who owe you money
Amounts due to the Authority but unpaid at the end of the financial year
Monies owed to the fund by other parties at a particular date (Remember - debtors "are in debt to the fund" )
Receivables
individuals or organizations that owe money to a business (p 41)
plural of debtor
Debtors are the customers of the business, who are sold goods on credit
borç
debt

He applied the money to the payment of debts. - O, borçların ödenmesi için paraya başvurdu.

Tom is up to his ears in debt. - Tom kulaklarına kadar borçlu.

borç
loan

I haven't got the nerve to ask you for a loan. - Senden borç istemeye cesaretim yok.

I think it's a bad idea to loan Tom money. - Sanırım Tom'a borç para vermek kötü bir fikir.

borçlular hesabı
accounts receiveble
borç
(Ticaret) dept
borçlu
owing
borç
(Ticaret) liabilities
borç
encumber
borçlu
indebted

Tom doesn't like to be indebted to anyone. - Tom başkasına borçlu olmayı sevmez.

George Soros wants Europe to be indebted to him and Jean-Claude Juncker assists him. - George Soros, Avrupa'nın kendisine borçlu olmasını istiyor ve Jean-Claude Juncker ona yardım ediyor.

borç
(Ticaret) creditor
borç
liability
borç
(Askeri) due out
borç
payables
borç
deb

Tom is up to his ears in debt. - Tom kulaklarına kadar borçlu.

Tom didn't want anyone to know that he was deeply in debt. - Tom son derece borçlu olduğunu kimsenin bilmesini istemiyordu.

borç
(Ticaret) due

What I am today is due to my parents. - Bugünkü durumumu aileme borçluyum.

Cross off the names of the people who have paid their dues. - Borçlarını ödemiş olan insanların isimlerini listeden silin.

borç
(Kanun) credit
borç
debitum
borç
(Ticaret) amount

He owed large amounts of money. - O, çok miktarda para borçluydu.

Many of the states owed large amounts of money. - Devletlerin çoğu, büyük miktarlarda para borçluydu.

borç
(Kanun) due balance
borçlu
debtor

And forgive us our debts, as we forgive our debtors. - Biz borçlularımızı affettiğimiz için siz bizim borçlarımızı affedin.

borçlu
obliged
borçlu
(Ticaret) due

What I am today is due to my parents. - Bugünkü durumumu aileme borçluyum.

Her ability to amass a fortune is due to luck and hard work. - Biriktirdiği serveti şansına ve çok çalışmasına borçlu.

borçlu
grateful

I am very grateful of you. - Sana çok teşekkür borçluyum.

I am grateful for your hospitality, and the hospitality of the people of Egypt. - Siz ve Mısır halkına konukseverliğiniz için teşekkür borçluyum.

muhtelif borçlular
(Ticaret) sundry debtors
borç
encumbrance
borçlu
borrower

Neither a borrower nor a lender be! - Ne borçlu ne de ödünç veren ol!

Borç
obligational
Borçlu
in debt

He is up to his ears in debt. - O gırtlağına kadar borçludur.

Tom didn't want anyone to know that he was deeply in debt. - Tom son derece borçlu olduğunu kimsenin bilmesini istemiyordu.

borçlu
1. Someone in debt2. Someone in someone's debt3. Someone under an obligation
borçlu
owed

She handed him the money that she owed him. - O, borçlu olduğu parayı ona uzattı.

I felt I owed Tom an explanation. - Tom'a bir açıklama borçlu olduğumu düşündüm.

borç
arrears
borç
debit
borç
borsch, borscht
borç
(Hukuk) debt, loan, obligation
borç
obligation
borç
red

The future of our company is at stake. We have been heavily in the red for the last couple of years. - Şirketimizin geleceği tehlikede. Son birkaç yıldır aşırı derecede borçluyuz.

Our family budget is in the red. - Bizim aile bütçesi borçludur.

borç
arrear
borç
care
borç
debt, loan; obligation, duty
borç
accommodation
borçlu
in hock
borçlu
indebted, under obligation (to)
borçlu
beholden

She will not be beholden to special interests. - O özel ilgilere borçlu olmayacak

They will not be beholden to special interests. - Onlar özel ilgilere borçlu olmayacak.

borçlu
in the red

Our family budget is in the red. - Bizim aile bütçesi borçludur.

The future of our company is at stake. We have been heavily in the red for the last couple of years. - Şirketimizin geleceği tehlikede. Son birkaç yıldır aşırı derecede borçluyuz.

borçlu
indebted; obliged, grateful; debtor
borçlu
obligor
borçlu
payer
borçlu
behind
borçlu
hock
müteselsil borçlular
joint debtors
Turkish - Turkish

Definition of borçlular in Turkish Turkish dictionary

BORÇ
(Osmanlı Dönemi) Geri verilmek niyetiyle ihtiyaç sahiplerine verilen para
Borç
borş
Borç
(Hukuk) DEYN
Borç
(Osmanlı Dönemi) ZİMMET
Borç
vam
Borçlu
(Hukuk) DEBİTOR
Borçlu
(Osmanlı Dönemi) MEDÎN
Borçlu
(Osmanlı Dönemi) MÜSTE'RİB
Borçlu
(Hukuk) MEDYUN
Borçlu
(Osmanlı Dönemi) MAGREM
borç
Ödenmesi gerekli para veya başka bir şey
borç
Birine karşı bir şeyi yerine getirme, gerekliği, yükümlülük, vecibe
borç
Pancar, lahana ve et veya krema konularak yapılan sebze çorbası, borş
borç
Birine karşı bir şeyi yerine getirme, gerekliği, yükümlülük, vecibe: "Vatan borcu biter bitmez ordayım."- B. S. Erdoğan
borç
Ödenmesi gerekli para veya başka bir şey: "Vaktim yok, bana para bul, şu borcu ödeyeyim, söz verdim."- P. Safa
borç
Rus mutfağına özgü bir tür sebze çorbası
borçlu
Bir yüküm altında bulunan
borçlu
Bir şeyi birinin yardımıyla elde etmiş olan: "Aslında, okumasını da ona borçludur."- T. Buğra
borçlu
Borcu olan, borç almış olan, verecekli, medyun: "Merhumu borçlu yatırmak istemezmişiz elbet."- Y. Z. Ortaç
borçlu
Bir yüküm altında bulunan: "Hayatımı ona borçluyum doğrusu."- A. Ş. Hisar
borçlu
Borcu olan, borç almış olan, verecekli, medyun
borçlu
Bir şeyi birinin yardımıyla elde etmiş olan
borçlular
Favorites