Definition of boş in Turkish English dictionary
- blank
She handed in a blank test.
- O, boş bir test teslim etti.
Tom filled in the blanks.
- Tom boşlukları doldurdu.
- empty
The room has been empty for a long time.
- Oda uzun süredir boş.
Drinking on an empty stomach is bad for your health.
- Boş mideyle içki içmek sağlığa zararlıdır.
- vain
I tried in vain to persuade him not to smoke any more.
- Ben onu bir daha sigara içmemesi için boş yere ikna etmeye çalıştım.
She tried in vain not to cry.
- Ağlamamak için boş yere çabaladı.
- vacant
Apparently that shabby flat is vacant.
- Anlaşılan o eski püskü daire boş.
She parked her car in a vacant lot.
- O, boş bir arazide arabasını park etti.
- hollow
It was another hollow promise.
- O başka bir boş sözdü.
This melon sounds hollow. Maybe that's why it was so cheap.
- Bu kavun boş görünüyor. Belki de çok ucuz olmasının nedeni budur.
- blank , free , empty , null
- expressionless
- flat
Apparently that shabby flat is vacant.
- Anlaşılan o eski püskü daire boş.
I have to push my bike because one of the tyres is flat.
- Lastiklerden biri boşaldığı için bisikletimi itmek zorundayım.
- disengaged
- fallacious
- slack, not under tension (rope)
- chimerical
- barren
- for hire
- unemployed; free
- captious
- airy
- without foundation
- frivolous
- desert
- unoccupied
The neglected room remained unoccupied.
- İhmal edilen oda boş kaldı.
The boats looked unoccupied.
- Gemiler boş görünüyordu.
- empty; bare; vacant; unemployed" " işsiz; free; ignorant, useless; (kaset, kâğıt, vb) blank; vain, futile, abortive, barren; (anlamsız) blank, inane
- uncultivated (land)
- without any foundation
- ignorant
- bootless
- gaseous
- free
Are you free on Friday afternoon?
- Cuma öğleden sonra boş musunuz?
If I were free, I would accept his invitation.
- Ben boş olsam, onun davetini kabul ederim.
- frothy
- futile
- {s} ineffective
- {s} thin
This business plan of yours seems almost too optimistic. All I can say is I hope it's more than just wishful thinking.
- Senin bu iş planı neredeyse çok iyimser görünüyor. Bütün söyleyebileceğim onun bir boş hayalden daha fazlası olduğunu ummamdır.
I was thinking about getting a divorce.
- Ben boşanma hakkında düşünüyordum.
- (Otomotiv) neutral
You can accelerate as much as you want, but since the car's in neutral, we won't be going anywhere.
- İstediğin kadar gaza bas, arabanın vitesi boşta olduğu için hiçbir yere gidemeyiz.
- inutile
- stark
- inert
- (Otomotiv) neutral position
- vacancy
They filled the vacancy by appointment.
- Atama ile boş kontenjanı doldurdular.
Bring me your resume. I told you there's a vacancy at my office.
- Özgeçmişini bana getir. Sana ofisimde bir boş kadro olduğunu söyledim.
- (Dilbilim) zero
- devoid
- yeast
- (Bilgisayar) scratch
- {i} voiding
- uninhabited
- devoid of
- idle
We do not live for idle amusement.
- Biz boş eğlence için yaşamıyoruz.
He seems to be possessed with idle fancies.
- O, boş fantezilere sahip gibi görünüyor.
- spare
Yuriko arranges flowers in her spare time.
- Yuriko boş zamanında çiçekleri düzenler.
I play the guitar in my spare time.
- Boş zamanımda gitar çalarım.
- bare
The shelves were pretty bare.
- Raflar oldukça boştu.
The apartment was completely bare when we moved in.
- Taşındığımızda daire tamamen boştu.
- clear
I've cleared my schedule.
- Programımı boşalttım.
The waiting room is clearing out.
- Bekleme odası boşalıyor.
- pathological
- clean
Tom cleaned out his bank accounts and disappeared.
- Tom banka hesaplarını boşaltıp ortadan kayboldu.
The dirty water from the pool was drained, and replaced with clean water.
- Kirli su havuzdan boşaltıldı ve temiz su ile değiştirildi.
- blanky
- unloaded
The farm workers unloaded the truck.
- Çiftçiler kamyonu boşalttı.
Tom unloaded the car.
- Tom arabayı boşalttı.
- nugatory
- inane
- waste
In this way, we waste a lot of time.
- Bu şekilde, çok fazla zamanı boşa harcarız.
McClellan wasted no time.
- McClellan zamanı boşa harcamadı.
- bubble
- at leisure
- desolate
- empty of
- to empty
- {s} unengaged
- {s} windy
- {s} pointless
- splutter
- {s} null
- {s} void
When I look back on my youth, I see a spiritual void, said Tom.
- Tom Gençliğime baktığımda manevi bir boşluk görüyorum. dedi.
A man standing on the cliff was about to commit suicide by jumping into the void.
- Uçurumun üstünde duran bir adam boşluğa atlayarak intihar etmek üzereydi.
- abortive
- {s} vacuous
- {s} ineffectual
- boş yer
- vacancy
- boş zaman
- spare time
Father would often read detective stories in his spare time.
- Babam boş zamanında sık sık polisiye hikayeler okur.
I play the guitar in my spare time.
- Boş zamanımda gitar çalarım.
- boş iş
- bubble
- boş ver
- Forget it!/Never mind!
- boş boş bakmak
- stare
- boş boş dolaşmak
- ramble
- boş konuşan
- windy
- boş konuşmak
- gab
- boş oda
- spare room
Tom rented out his spare room to a student. The student who rented the room was Mary.
- Tom boş odasını bir öğrenciye kiraya verdi. Odayı kiralayan öğrenci Mary idi.
The spare room is ready for guests.
- Boş oda, misafirler için hazırdır.
- boş umut
- vain hope
- boş vakit
- spare time
Do you know what Tom does in his spare time?
- Tom'un boş vakitlerinde ne yaptığını biliyor musunuz?
- boş yere
- in vain
He tried to make his wife happy, but in vain.
- Karısını mutlu etmeye çalıştı fakat boş yere.
Tom tried in vain to convince Mary to go to art school.
- Tom Mary'yi sanat okuluna gitmesi için boş yere ikna etmeye çalıştı.
- boş boş
- blankly
Tom stared blankly out the window.
- Tom pencereden boş boş baktı.
Tom leaned against one wall and stared blankly at the opposite wall.
- Tom bir duvara dayandı ve karşı duvara boş boş baktı.
- boş süre
- (Bilgisayar) idle time
- boş çerçeve
- (Bilgisayar) empty frame
- boş gözlerle
- blankly
- boş oda
- vacancy
- boş yer var
- Vacancy
- Boş fıçı çok langırdar
- (Atasözü) Empty vessels make the most noise
- boş bulunmak
- Be taken unawares
- boş ders
- no teacher in class
- boş ders
- spare lesson
- boş ders
- break time
- boş ders
- idle class session
- boş durma
- idle stop
- boş olmak
- to empty
- boş vakit geçirmek
- to spend leisure time
- boş -beyaz
- (Bilgisayar) empty -white
- boş alan
- clear
- boş alan
- free field, free space
- boş almak
- (Denizcilik) to take up the slack, make a hawser taut
- boş amaç
- ignis fatuus
- boş arazi
- waste
- boş arazi
- wasteland
- boş atıp dolu tutmak
- to make a lucky shot, to draw a bow at a venture
- boş atıp dolu tutmak
- drawing a bow at venture
- boş atıp dolu tutmak/vurmak
- to make a lucky hit, guess the truth by chance
- boş bakış
- a blank look
- boş bant
- blank tape
- boş bellek
- free memory
- boş bir şekilde
- hollow
- boş bir şekilde
- idly
- boş boş
- idly
Don't look away idly; just pay attention to what you're doing.
- Boş boş uzaklara bakmayın; sadece ne yaptığınıza dikkat edin.
I usually spend the whole day idly on Sunday.
- Genellikle pazar günü bütün günü boş boş geçiririm.
- boş boş
- vacantly
- boş boş bakmak
- to look blankly at
- boş boş bakış
- vacuity
- boş boş dolaşan kimse
- rambling
- boş boş dolaşmak
- wander about
- boş boş dolaşmak
- trapse
- boş boş dolaşmak
- traipse
- boş boş dolaşmak
- maunder
- boş boş dolaşmak
- meander
- boş boş dolaşmak
- screw around
- boş boş gezinmek
- roam about
- boş boş gezmek
- saunter
- boş boş oturmak
- twiddle one's thumbs
- boş bulunarak
- on the spur of the moment
- boş bulunmak
- to be taken unawares
- boş böğür
- the small of the back
- boş bırakmak
- void
- boş bırakmamak
- 1. to help out (a person in need). 2. not to desert (someone)
- boş dedikodu
- idle gossip
- boş detektör
- null detector
- boş dizgi
- empty string, null string
- boş dosya
- null file
- boş durmak
- idle
- boş durmak
- to be without work, be unemployed
- boş dönmek
- to come back emptyhanded
- boş düşmek
- to be considered as divorced (from her husband)
- boş film
- non-exposed stock
- boş gezen
- loafer
- boş gezen kimse
- loiterer
- boş gezenin boş kalfası
- do nothing
- boş gezenin boş kalfası
- dawdler
- boş gezenin boş kalfası
- layabout
- boş gezenin boş kalfası
- loafer, idler, bum, hobo, wanderer
- boş gezenin boş kalfası
- loafer
- boş gezmek
- to be unemployed
- boş gezmek
- idle about
- boş gezmek
- stooge around
- boş gezmek
- be unemployed
- boş gezmek
- to idle
- boş geçirmek
- to fiddle away, to kill
- boş gurur
- false pride
- boş gurur
- vainglory
His vainglory put the Republic at risk.
- Onun boş gururu cumhuriyeti tehlikeye attı.
- boş hayal
- pipe dream
- boş hayaller kurmak
- build castles on the air
- boş iddia
- jactitation
- boş inan
- superstition
- boş inanç
- false conviction
- boş içki şişesi
- old soldier
- boş kadrolar
- (Hukuk) unfilled vacancies
- boş kafa
- pate
- boş kafalı
- rattleheaded
- boş kafalı
- silly, dimwitted
- boş kafalı
- empty-headed
- boş kafalı
- rattlebrained
- boş kafalı
- empty headed
- boş kafalı
- rattle pated
- boş kalkan otobüs
- deadhead
- boş kanal gürültüsü; enterfaz kontrol ağı
- (Askeri) idle channel noise; interface control net
- boş kap
- empty
- boş karakter
- null character
- boş kart
- discard
- boş kaset
- unrecorded tape
- boş katar
- null string
- boş koltuk politikası
- (Hukuk) empty chair policy
- boş konuşan kimse
- driveller [Brit.]
- boş konuşan kimse
- gasbag
- boş konuşan kimse
- driveler
- boş konuşma
- idle talk
- boş konuşmak
- haver
- boş konuşmak
- gammon
- boş konuşmak
- prate
- boş konuşmak
- jaw
- boş konuşmak
- trifle
- boş koymak
- to deprive (someone) of something desirable
- boş kâğıt
- blank
- boş kâğıt oynamak
- discard
- boş küme
- null set
- boş küme
- empty set, null set
- boş kütük
- null file
- boş laf
- prate
- boş laf
- wind, claptrap, hot air, gas
- boş laf etmek
- to palaver, to twaddle
- boş laf karın doyurmaz
- (Atasözü) Empty words do not fill one's stomach. boş ol!/ olsun! I divorce you! (formerly said by the husband to his wife)
- boş lâf
- fiddle
- boş lâflar
- malarkey
- boş makam
- (Hukuk) empty chair
- boş masa yok
- No vacant tables
- boş musunuz
- Are you free
- boş numara
- blank
- boş olarak
- in blank
- boş olmak
- a) to be empty b) to be unoccupied c) to be free
- boş olmamak
- not to be without reason, to have a justifying cause
- boş ortam
- empty medium
- boş oturmak
- a) to be unemployed b) to have no work to do
- boş oturmak
- 1. to be without a job, be unemployed. 2. not to have work to do, be without work
- boş oylar
- (Hukuk) blank votes
- boş paket
- null packet
- boş sayfa eklemek
- interleave
- boş ses vermek
- ring hollow
- boş söz
- nonsensical words, hot air
- boş söz
- piffle
- boş söz
- vain promise
- boş söz
- empty word
- boş söz
- nothing
- boş söz
- empty word, vain promise
- boş sözlerle avutmak
- whisper sweet nothings
- boş tehdit
- bluster