birin

listen to the pronunciation of birin
Turkish - English
one of
bir
one

In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life. - Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.

This is a good book, but that one is better. - Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.

birin tamamlayıcısı
one's complement
bir
single

Did God really create the earth in a single day? - Tanrı, dünyayı gerçekten tek bir günde mi yarattı?

She left without saying even a single word. - Tek bir kelime bile etmeden ayrıldı.

bir
uni
bir
un
bir
one person or thing
bir
alone
bir
once
bir
if only
bir
just
bir
(Biyokimya) mono-
bir
another
bir
one and the same
bir
uni-
bir
{i} drink

He needs something to drink. - İçecek bir şeye ihtiyacı var.

He began his meal by drinking half a glass of ale. - Yarım bardak bira içerek yemeğine başladı.

bir
a
bir
apart

We rented an apartment when we lived in New York. - New York'ta yaşarken bir apartman dairesi kiraladık.

I'm busy looking for an apartment. - Ben bir daire aramakla meşgulüm.

bir
mono

Monopoly is a popular game for families to play. - Monopoly ailelerin oynaması için popüler bir oyun.

He read the poem in a monotone. - O, şiiri monoton bir şekilde okudu.

bir
one (as a number): Bir beyaz manolya yedi pembe manolyaya bedeldir. One white magnolia is worth seven pink magnolias
bir
a, an; a certain, a particular: Bursa'da güzel bir evi var. She has a lovely house in Bursa. Dünkü partide bir kadını gördüm; kim olduğunu sen anlarsın. At yesterday's party I saw a certain woman; you know who I mean
bir
the same: Emellerimiz bir. Our goals are the same
bir
used as an emphatic: O hayata bir alıştı ki sorma gitsin! He has really gotten accustomed to that way of life! Bir dene! Just try it! Birdenbire bir feryat! And suddenly there was such a yell! Ah, bir oraya gidebilsem! Ah, if I can just go there!
bir
a, an; one; unique; the same; united; once; only, alone; just; if only
bir
used to add a note of vagueness: Bir zamanlar Arnavutköy'de çilek yetiştirilirdi. There was a time when strawberries were grown in Arnavutköy. Sen bugün bir tuhafsın. You don't seem quite yourself today
bir
united; of one mind, of the same opinion: Bu konuda biriz. We're of one mind on this subject
bir
only: Bir o bunu yapabilir. Only she can do this. Bunu bir sen bir de ben biliyoruz. You and I are the only ones who know this
bir
single; some
bir
shared, used in common: Yatak odalarımız ayrı, banyomuz bir. We have separate bedrooms but share a bathroom
bir
(İnşaat) a, an
bir
{f} lump

One lump of sugar, please. - Bir küp şeker, lütfen.

I have a facial boil. There's a painful lump at the back of one nostril. - Bir yüz çıbanım var.Bir burun deliğinin arkasında acılı bir yumru var.

bir
head

Two heads are better than one. - Bir elin nesi var, iki elin sesi var.

A cup of coffee cleared my head. - Bir fincan kahve kafamı aydınlattı.

bir
erect

The soldiers have erected a peace monument. - Askerler bir barış anıtı diktiler.

Don't lend money to someone who can't have a morning erection. - Sabah ereksiyonu olmayan birine ödünç para verme.

bir
unit

The United States borders Canada. - Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ile komşudur.

Which language is spoken in the United States of America? - Amerika Birleşik Devletleri'nde hangi dil konuşuluyor?

bir
unity

The Emperor is the symbol of the unity of the people. - İmparator, halkın birliğinin sembolüdür.

Many Eastern religions teach that there is a unity behind the diversity of phenomena. - Birçok Doğu dinleri olayların çeşitliliği arkasında bir birlik olduğunu öğretir.

bir
somewhere

You know that two nations are at war about a few acres of snow somewhere around Canada, and that they are spending on this beautiful war more than the whole of Canada is worth. - Kanada civarında bir yerde birkaç dönüm karla ilgili iki ulusun savaşta olduğunu ve bu güzel savaşa tüm Kanada'nın değdiğinden daha çok para harcadıklarını bilirsiniz.

I thought we were going to go somewhere. - Bir yere gideceğimizi düşünmüştüm.

bir
engage

The media got wind of a rumor about his engagement and came quickly. - Medyanın onun sözleşmesi ile ilgili bir söylenti rüzgarı vardı ve hızlı geldi.

Do you have any engagement tomorrow? - Yarın herhangi bir randevun var mı?

bir
{f} pace

I've got a pacemaker. - Benim bir kalp pilim var.

I can describe China, especially in relation to big cities like Beijing, in one sentence - China is a country whose pace of life is both fast and leisurely. - Ben, özellikle Pekin gibi büyük şehirler ile ilgili olarak Çin'i tek bir cümleyle açıklayabilirim. - Çin, yaşam hızı hem hızlı hem de keyifli bir ülkedir.

bir
un#veil
bir
{s} some

I sometimes wonder if I am a girl. - Bazen bir kız mıyım diye merak ediyorum.

I brought you a little something. - Sana küçük bir şey getirdim.

bir
attack

Macbeth raised an army to attack his enemy. - Macbeth, düşmanına saldırmak için bir ordu yetiştirdi.

They began with a strong attack against the enemy. - Düşmana karşı şiddetli bir taarruza geçtiler.

bir
squash

Have you ever squashed a fly with your hand? - Sen hiç elinle bir sinek ezdin mi?

Have you ever squashed a tomato? - Hiç bir domates ezdin mi?

English - English

Definition of birin in English English dictionary

bir
Stands for Bureau of Internal Revenue and is in charge of collecting all internal taxes (like income taxes)
bir
British Institute of Radiology
birin
Favorites