birin

listen to the pronunciation of birin
Turkish - English
one of
bir
one

I'd like to stay one more night. Is that possible? - Bir gece daha kalmak istiyorum. Mümkün mü?

This is a good book, but that one is better. - Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.

birin tamamlayıcısı
one's complement
bir
single

There isn't a single cloud in the sky. - Gökyüzünde tek bir bulut yok.

Get both a phone and internet access in a single package! - Tek bir pakette hem bir telefon hem de bir internet erişimi alın!

bir
uni
bir
un
bir
one person or thing
bir
alone
bir
once
bir
if only
bir
just
bir
(Biyokimya) mono-
bir
another
bir
one and the same
bir
uni-
bir
{i} drink

He needs something to drink. - İçecek bir şeye ihtiyacı var.

Is there anything to drink in the refrigerator? - Buzdolabında içilebilecek herhangi bir şey var mı?

bir
a
bir
apart

I'm busy looking for an apartment. - Ben bir daire aramakla meşgulüm.

We rented an apartment when we lived in New York. - New York'ta yaşarken bir apartman dairesi kiraladık.

bir
mono

Monopoly is a popular game for families to play. - Monopoly ailelerin oynaması için popüler bir oyun.

He wore a top hat and a monocle. - O bir silindir şapka ve bir tek gözlük taktı.

bir
one (as a number): Bir beyaz manolya yedi pembe manolyaya bedeldir. One white magnolia is worth seven pink magnolias
bir
a, an; a certain, a particular: Bursa'da güzel bir evi var. She has a lovely house in Bursa. Dünkü partide bir kadını gördüm; kim olduğunu sen anlarsın. At yesterday's party I saw a certain woman; you know who I mean
bir
the same: Emellerimiz bir. Our goals are the same
bir
used as an emphatic: O hayata bir alıştı ki sorma gitsin! He has really gotten accustomed to that way of life! Bir dene! Just try it! Birdenbire bir feryat! And suddenly there was such a yell! Ah, bir oraya gidebilsem! Ah, if I can just go there!
bir
a, an; one; unique; the same; united; once; only, alone; just; if only
bir
used to add a note of vagueness: Bir zamanlar Arnavutköy'de çilek yetiştirilirdi. There was a time when strawberries were grown in Arnavutköy. Sen bugün bir tuhafsın. You don't seem quite yourself today
bir
united; of one mind, of the same opinion: Bu konuda biriz. We're of one mind on this subject
bir
only: Bir o bunu yapabilir. Only she can do this. Bunu bir sen bir de ben biliyoruz. You and I are the only ones who know this
bir
single; some
bir
shared, used in common: Yatak odalarımız ayrı, banyomuz bir. We have separate bedrooms but share a bathroom
bir
(İnşaat) a, an
bir
{f} lump

One lump of sugar, please. - Bir küp şeker, lütfen.

I have a facial boil. There's a painful lump at the back of one nostril. - Bir yüz çıbanım var.Bir burun deliğinin arkasında acılı bir yumru var.

bir
head

Two heads are better than one. - Bir elin nesi var, iki elin sesi var.

Ikeda made several silly mistakes, and so he was told off by the department head. - Ikeda birkaç aptalca hata yaptı ve bu yüzden ona bölüm başkanı tarafından ağzının payı verildi.

bir
erect

Don't lend money to someone who can't have a morning erection. - Sabah ereksiyonu olmayan birine ödünç para verme.

The soldiers have erected a peace monument. - Askerler bir barış anıtı diktiler.

bir
unit

Which language is spoken in the United States of America? - Amerika Birleşik Devletleri'nde hangi dil konuşuluyor?

Washington is the capital of the United States. - Washington, Amerika Birleşik Devletleri'nin başkentidir.

bir
unity

He spoke of party unity. - O, parti birliği hakkında konuştu.

The main idea in his speech was unity. - Konuşmasındaki ana fikir birlikti.

bir
somewhere

I remember seeing you all somewhere. - Hepinizi bir yerde gördüğümü hatırlıyorum.

I saw her somewhere two years ago. - Onu ben iki yıl önce bir yerde gördüm.

bir
engage

Do you have any engagement tomorrow? - Yarın herhangi bir randevun var mı?

The media got wind of a rumor about his engagement and came quickly. - Medyanın onun sözleşmesi ile ilgili bir söylenti rüzgarı vardı ve hızlı geldi.

bir
{f} pace

I've got a pacemaker. - Benim bir kalp pilim var.

This is a nice change of pace. - Bu hoş bir değişiklik.

bir
un#veil
bir
{s} some

I sometimes wonder if I am a girl. - Bazen bir kız mıyım diye merak ediyorum.

Do you want some coffee? - Biraz kahve ister misin?

bir
attack

Macbeth raised an army to attack his enemy. - Macbeth, düşmanına saldırmak için bir ordu yetiştirdi.

In Germany today, anti-violence rallies took place in several cities, including one near Hamburg where three Turks were killed in an arson attack on Monday. - Bugün Almanya'da, Pazartesi günü kundaklamada üç Türk'ün öldürüldüğü Hamburg'un yakınında bir yer de dahil birçok şehirde şiddet karşıtı mitingler gerçekleşti.

bir
squash

Have you ever squashed a tomato? - Hiç bir domates ezdin mi?

Butternut squash is a good source of manganese, potassium, and vitamins A, C, and E. - Balkabağı, iyi bir manganez, potasyum ve A, C ve E vitaminleri kaynağıdır.

English - English

Definition of birin in English English dictionary

bir
Stands for Bureau of Internal Revenue and is in charge of collecting all internal taxes (like income taxes)
bir
British Institute of Radiology
birin
Favorites