This is a good book, but that one is better.
- Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
One, two, three, four, five, six, seven, eight, nine, ten.
- Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on.
Get both a phone and internet access in a single package!
- Tek bir pakette hem bir telefon hem de bir internet erişimi alın!
I don't have a single enemy.
- Benim tek bir düşmanım yok.
He read the poem in a monotone.
- O, şiiri monoton bir şekilde okudu.
Carbon monoxide is a poisonous substance formed by the incomplete combustion of carbon compounds.
- Karbon monoksit karbon bileşiklerinin tam yanmamasından oluşan zehirli bir maddedir.
We generally drink tea after a meal.
- Biz genellikle bir öğünden sonra çay içeriz.
He began his meal by drinking half a glass of ale.
- Yarım bardak bira içerek yemeğine başladı.
We rented an apartment when we lived in New York.
- New York'ta yaşarken bir apartman dairesi kiraladık.
The twins were so alike that it was difficult to tell them apart.
- İkizler o kadar benziyorlardı ki birbirinden ayırt etmek zordu.
Please put a lump of sugar in my coffee.
- Kahveme bir küp şeker koyun lütfen.
I have a facial boil. There's a painful lump at the back of one nostril.
- Bir yüz çıbanım var.Bir burun deliğinin arkasında acılı bir yumru var.
They all have arms, legs, and heads, they walk and talk, but now there's SOMETHING that wants to make them different.
- Onların hepsinin, kolları, bacakları, ve kafaları var,onlar yürürler ve konuşurlar, ama şimdi onlara farklı yapmak isteyen bir şey var.
Ikeda made several silly mistakes, and so he was told off by the department head.
- Ikeda birkaç aptalca hata yaptı ve bu yüzden ona bölüm başkanı tarafından ağzının payı verildi.
The soldiers have erected a peace monument.
- Askerler bir barış anıtı diktiler.
They erected a statue in memory of Gandhi.
- Onlar Gandhi'nin anısına bir heykel diktiler.
The United States borders Canada.
- Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ile komşudur.
In 1860, Lincoln was elected President of the United States.
- 1860'ta Lincoln, Amerika Birleşik Devletleri başkanlığına seçildi.
The main idea in his speech was unity.
- Konuşmasındaki ana fikir birlikti.
Unity is better than money.
- Birlik paradan daha iyidir.
I saw her somewhere two years ago.
- Onu ben iki yıl önce bir yerde gördüm.
I remember seeing you all somewhere.
- Hepinizi bir yerde gördüğümü hatırlıyorum.
Tom gave Mary an engagement ring.
- Tom Mary'ye bir nişan yüzüğü verdi.
The media got wind of a rumor about his engagement and came quickly.
- Medyanın onun sözleşmesi ile ilgili bir söylenti rüzgarı vardı ve hızlı geldi.
I can describe China, especially in relation to big cities like Beijing, in one sentence - China is a country whose pace of life is both fast and leisurely.
- Ben, özellikle Pekin gibi büyük şehirler ile ilgili olarak Çin'i tek bir cümleyle açıklayabilirim. - Çin, yaşam hızı hem hızlı hem de keyifli bir ülkedir.
I've got a pacemaker.
- Benim bir kalp pilim var.
I've brought you a little something.
- Sana küçük bir şey getirdim.
Do you want some coffee?
- Biraz kahve ister misin?
In Germany today, anti-violence rallies took place in several cities, including one near Hamburg where three Turks were killed in an arson attack on Monday.
- Bugün Almanya'da, Pazartesi günü kundaklamada üç Türk'ün öldürüldüğü Hamburg'un yakınında bir yer de dahil birçok şehirde şiddet karşıtı mitingler gerçekleşti.
Macbeth raised an army to attack his enemy.
- Macbeth, düşmanına saldırmak için bir ordu yetiştirdi.
We should play squash together sometime.
- Bir ara birlikte duvar tenisi oynamalıyız.
Have you ever squashed a tomato?
- Hiç bir domates ezdin mi?
Tom hates it when Mary asks him to explain the same thing more than once.
- Mary ondan aynı şeyi bir kereden fazla açıklamasını istediğinde, Tom bundan nefret ediyor.
I met your father once.
- Bir keresinde babanla karşılaştım.
Once upon a time there was a chicken that had a crispbread.
- Bir zamanlar bir tavuk vardı, onun bir gözlemesi vardı.
Once upon a time, there was a pretty little house way out in the country.
- Bir zamanlar köyün çıkışında küçük güzel bir ev varmış.
She'll try it once more.
- O onu bir kez daha deneyecek.
Try doing it once more.
- Onu bir kez daha yapmayı dene.
Stir once every fifteen minutes.
- Her on beş dakikada bir kez karıştırın.
She was late once again.
- Bir kez daha geç kalmıştı.
There were lots of people.
- Bir sürü insan vardı.
Mr Miyake showed me lots of places during my stay in Kurashiki.
- Bay Miyake Kurashiki'de kaldığım sırada bana bir sürü yer gösterdi.
France and Britain were at war once again.
- Fransa ve İngiltere bir kez daha savaştaydı.
Let's try once again.
- Bir kez daha deneyelim.
Please do that again.
- Lütfen onu bir daha yap.
I didn't meet him again after that.
- Ondan sonra bir daha onunla karşılaşmadım.
Properly listen to what I'm going to say.
- Söyleyeceklerimi düzgün bir şekilde dinle.
Tom knew how to properly dispose of motor oil and never dumped it down the storm drain.
- Tom motor yağını nasıl düzgün bir şekilde atacağını ve asla rögara atmadığını biliyordu.
We're going to do it properly.
- Biz onu uygun bir şekilde yapacağız.
Tom wanted to do his job properly.
- Tom işini uygun bir şekilde yapmak istedi.
Can you see anything in there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
Let me know if you are in need of anything.
- Eğer bir şeye ihtiyacın olursa haberim olsun.
I want to leave these packages for a while.
- Bu paketleri kısa bir süreliğine bırakmak istiyorum.
He stayed here for a while.
- O, bir süre burada kaldı.
They set aside her objections.
- Onun itirazlarını bir tarafa bıraktılar.
Everyone has a house to go to, a home where they can find shelter. My house is the desert, my home the barren heath. The north wind is my fire, the rain my only bath.
- Herkesin gidebileceği bir evi, sığınabileceği bir yuvası var. Benim evim çöllerdir, yurdum çorak topraklar. Kuzey rüzgarı ışığım, yağmurda bir tek paklanırım.
Only those who believe in the future believe in the present.
- Bir tek geleceğe şu inananlar, o ana inanır.
The man shoved her aside.
- Adam onu bir kenara itti.
After dinner, George's dad took him aside.
- Akşam yemeğinden sonra, George'nin babası onu bir kenara aldı.
Tom was momentarily silent.
- Tom bir an için sessizdi.
Tom is expected to arrive momentarily.
- Tom'un bir an için varması bekleniyor.
One by one, the members told us about their strange experience.
- Üyeler bir bir enteresan hikayelerini anlattı.
One by one, the members told us about their strange experience.
- Üyeler bir bir garip hikayelerini anlattı.
We'll meet next time at ten o'clock, June the first, next year.
- Bir dahaki sefere saat onda, 1 Haziran'da, gelecek sene buluşacağız.
Next time you come to see me, I will show you the book.
- Bir dahaki sefere beni görmeye geldiğinde, sana kitabı göstereceğim
It was an overnight sensation.
- Bu bir gecelik heyecandı.
I am planning to make an overnight trip to Nagoya.
- Nagoya'ya bir gecelik gezi yapmayı planlıyorum.
Could you perhaps translate that for me?
- Bir ihtimal bunu benim için çevirir misin?
I've been to Canada one time.
- Kanada'da bir kez bulundum.
Can I eat this mushroom? You can eat anything one time.
- Bu mantarı yiyebilir miyim? Bir şeyi bir kez yiyebilirsin.
How many books can I take out at one time?
- Ben dışarıya bir seferde kaç tane kitap alabilirim?
The clinic allowed only two visitors per patient at any one time.
- Klinik, bir seferde hasta başına iki ziyaretçiye izin verdi.
Do one thing at a time.
- Bir seferde bir şey yapın.
Perhaps you should try doing one thing at a time.
- Belki bir seferde bir şey yapmaya çalışmalısın.
When is the next guided tour?
- Bir sonraki rehberli tur saat kaçta?
You are the next in line for promotion.
- Tanıtım sırasında bir sonraki kişisin.
I think we get off at the next stop.
- Sanırım bir sonraki durakta ineceğiz.
When is the next guided tour?
- Bir sonraki rehberli tur saat kaçta?
We're going to have good weather for awhile.
- Bir süreliğine daha havalar güzel olacak.
I'll bet Madonna doesn't return to her career for awhile.
- Madonna'nın kariyerine bir süre için geri dönmeyeceğine bahse girerim.
I saw her somewhere two years ago.
- Onu ben iki yıl önce bir yerde gördüm.
He lives somewhere about here.
- O, burada bir yerde yaşıyor.
That dispute has been settled once and for all.
- O tartışma bir zamanlar karara bağlandı ve herkes için.
I have seen him once on the train.
- Onu bir zamanlar trende gördüm.
This is not at all what Tom expected.
- Bu hiç de Tom'un beklediği bir şey değil.
There are many rare fish at the aquarium.
- Akvaryumda bir hayli nadir balık var.
He received a good many letters this morning.
- O, bu sabah bir hayli mektup aldı.
Several houses were damaged in the last storm.
- Son fırtınada bir takım evler hasar gördü.
A combination of several mistakes led to the accident.
- Bir takım hataların birleşimi kazaya neden oldu.
Why did you put the chicken in such a difficult place to get when you knew that I wanted to use it right away?
- Bir an önce onu kullanmak istediğimi bildiğin halde niçin tavuğu böyle alması zor bir yere koydun?
Tom says he wants to get married right away.
- Tom bir an önce evlenmek istediğini söylüyor.
Bill and John like to get together once a month to talk.
- Bill ve John konuşmak için ayda bir kez bir araya gelmekten hoşlanıyorlar.
Bill and John like to get together once a month to shoot the breeze.
- Bill ve John çene çalmak için ayda bir kez bir araya gelmekten hoşlanıyorlar.
He is a great statesman, and what is more a great scholar.
- O büyük bir devlet adamı ve bunun da ötesinde büyük bir bilgindir.
This financial audit also includes an evaluation of the company's assets.
- Bu mali denetim, aynı zamanda şirketin varlıklarının bir değerlendirmesini içerir.
To some degree I am also afraid of people, they have the power to destroy you.
- Ben de bir dereceye kadar insanlardan korkuyorum, onların seni yok etme gücü var.
In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay.
- Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.
In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay.
- Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.
I promised my parents I would visit them at least once every three months.
- Ebeveynlerime en az her üç ayda bir kez onları ziyaret edeceğime söz verdim.
We go to the theater once every two weeks.
- Biz her iki haftada bir kez tiyatroya gideriz.
Read it one more time, please.
- Onu bir kez daha okuyun, lütfen.
Let's try one more time.
- Bir kez daha deneyelim.
I sort of had a crush on Tom.
- Ben bir nevi Tom'a aşık oldum.
He lived here for a time.
- O, bir süre burada yaşadı.
The car dove into the field and, after bumping along for a time, came to a halt.
- Araba tarlaya daldı ve bir süre sarsıldıktan sonra durma noktasına geldi.
I hiked through the Pyrenees from Spain to Paris.
- İspanya'dan Parise Pirene'leri bir uçtan bir uca yürüdüm.
The birds flew away in all directions.
- Kuşlar dört bir yana uçuştu.
Is there a telephone anywhere?
- Herhangi bir yerde bir telefon var mı?
Tom says he thinks he could live anywhere.
- Tom herhangi bir yerde yaşayabileceğini sandığını söylüyor.
Is there a telephone anywhere?
- Herhangi bir yerde bir telefon var mı?
Do you feel at home anywhere?
- Herhangi bir yerde evinizdeymiş gibi hisseder misiniz?
This winter is expected to be colder than the previous one.
- Bu kışın bir önceki kıştan daha soğuk olması bekleniyor.
This newspaper article is more interesting than the previous one.
- Bu gazete makalesi bir öncekinden daha enteresan.
Nobody can do two things at once.
- Kimse bir defada iki şeyi yapamaz.
You must not forget to write to your parents at least once a month.
- En azından ayda bir defa anne babana yazmayı unutmamalısın.