bir

listen to the pronunciation of bir
Turkish - English
one

This is a good book, but that one is better. - Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.

One, two, three, four, five, six, seven, eight, nine, ten. - Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on.

single

Get both a phone and internet access in a single package! - Tek bir pakette hem bir telefon hem de bir internet erişimi alın!

I don't have a single enemy. - Benim tek bir düşmanım yok.

uni
un
one person or thing
alone
once
if only
just
(Biyokimya) mono-
another
one and the same
uni-
mono

He read the poem in a monotone. - O, şiiri monoton bir şekilde okudu.

Carbon monoxide is a poisonous substance formed by the incomplete combustion of carbon compounds. - Karbon monoksit karbon bileşiklerinin tam yanmamasından oluşan zehirli bir maddedir.

one (as a number): Bir beyaz manolya yedi pembe manolyaya bedeldir. One white magnolia is worth seven pink magnolias
a, an; a certain, a particular: Bursa'da güzel bir evi var. She has a lovely house in Bursa. Dünkü partide bir kadını gördüm; kim olduğunu sen anlarsın. At yesterday's party I saw a certain woman; you know who I mean
the same: Emellerimiz bir. Our goals are the same
used as an emphatic: O hayata bir alıştı ki sorma gitsin! He has really gotten accustomed to that way of life! Bir dene! Just try it! Birdenbire bir feryat! And suddenly there was such a yell! Ah, bir oraya gidebilsem! Ah, if I can just go there!
a, an; one; unique; the same; united; once; only, alone; just; if only
used to add a note of vagueness: Bir zamanlar Arnavutköy'de çilek yetiştirilirdi. There was a time when strawberries were grown in Arnavutköy. Sen bugün bir tuhafsın. You don't seem quite yourself today
united; of one mind, of the same opinion: Bu konuda biriz. We're of one mind on this subject
only: Bir o bunu yapabilir. Only she can do this. Bunu bir sen bir de ben biliyoruz. You and I are the only ones who know this
single; some
shared, used in common: Yatak odalarımız ayrı, banyomuz bir. We have separate bedrooms but share a bathroom
{i} drink

We generally drink tea after a meal. - Biz genellikle bir öğünden sonra çay içeriz.

He began his meal by drinking half a glass of ale. - Yarım bardak bira içerek yemeğine başladı.

a
apart

We rented an apartment when we lived in New York. - New York'ta yaşarken bir apartman dairesi kiraladık.

The twins were so alike that it was difficult to tell them apart. - İkizler o kadar benziyorlardı ki birbirinden ayırt etmek zordu.

(İnşaat) a, an
{f} lump

Please put a lump of sugar in my coffee. - Kahveme bir küp şeker koyun lütfen.

I have a facial boil. There's a painful lump at the back of one nostril. - Bir yüz çıbanım var.Bir burun deliğinin arkasında acılı bir yumru var.

head

They all have arms, legs, and heads, they walk and talk, but now there's SOMETHING that wants to make them different. - Onların hepsinin, kolları, bacakları, ve kafaları var,onlar yürürler ve konuşurlar, ama şimdi onlara farklı yapmak isteyen bir şey var.

Ikeda made several silly mistakes, and so he was told off by the department head. - Ikeda birkaç aptalca hata yaptı ve bu yüzden ona bölüm başkanı tarafından ağzının payı verildi.

erect

The soldiers have erected a peace monument. - Askerler bir barış anıtı diktiler.

They erected a statue in memory of Gandhi. - Onlar Gandhi'nin anısına bir heykel diktiler.

unit

The United States borders Canada. - Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ile komşudur.

In 1860, Lincoln was elected President of the United States. - 1860'ta Lincoln, Amerika Birleşik Devletleri başkanlığına seçildi.

unity

The main idea in his speech was unity. - Konuşmasındaki ana fikir birlikti.

Unity is better than money. - Birlik paradan daha iyidir.

somewhere

I saw her somewhere two years ago. - Onu ben iki yıl önce bir yerde gördüm.

I remember seeing you all somewhere. - Hepinizi bir yerde gördüğümü hatırlıyorum.

engage

Tom gave Mary an engagement ring. - Tom Mary'ye bir nişan yüzüğü verdi.

The media got wind of a rumor about his engagement and came quickly. - Medyanın onun sözleşmesi ile ilgili bir söylenti rüzgarı vardı ve hızlı geldi.

{f} pace

I can describe China, especially in relation to big cities like Beijing, in one sentence - China is a country whose pace of life is both fast and leisurely. - Ben, özellikle Pekin gibi büyük şehirler ile ilgili olarak Çin'i tek bir cümleyle açıklayabilirim. - Çin, yaşam hızı hem hızlı hem de keyifli bir ülkedir.

I've got a pacemaker. - Benim bir kalp pilim var.

un#veil
{s} some

I've brought you a little something. - Sana küçük bir şey getirdim.

Do you want some coffee? - Biraz kahve ister misin?

attack

In Germany today, anti-violence rallies took place in several cities, including one near Hamburg where three Turks were killed in an arson attack on Monday. - Bugün Almanya'da, Pazartesi günü kundaklamada üç Türk'ün öldürüldüğü Hamburg'un yakınında bir yer de dahil birçok şehirde şiddet karşıtı mitingler gerçekleşti.

Macbeth raised an army to attack his enemy. - Macbeth, düşmanına saldırmak için bir ordu yetiştirdi.

squash

We should play squash together sometime. - Bir ara birlikte duvar tenisi oynamalıyız.

Have you ever squashed a tomato? - Hiç bir domates ezdin mi?

bir kere
once

Tom hates it when Mary asks him to explain the same thing more than once. - Mary ondan aynı şeyi bir kereden fazla açıklamasını istediğinde, Tom bundan nefret ediyor.

I met your father once. - Bir keresinde babanla karşılaştım.

bir zamanlar
once upon a time

Once upon a time there was a chicken that had a crispbread. - Bir zamanlar bir tavuk vardı, onun bir gözlemesi vardı.

Once upon a time, there was a pretty little house way out in the country. - Bir zamanlar köyün çıkışında küçük güzel bir ev varmış.

bir daha
once more
bir kez daha
once more

She'll try it once more. - O onu bir kez daha deneyecek.

Try doing it once more. - Onu bir kez daha yapmayı dene.

bir kez
once

Stir once every fifteen minutes. - Her on beş dakikada bir kez karıştırın.

She was late once again. - Bir kez daha geç kalmıştı.

bir araya getirmek
gather
bir defada alınan miktar
batch
bir sürü
lots of

There were lots of people. - Bir sürü insan vardı.

Mr Miyake showed me lots of places during my stay in Kurashiki. - Bay Miyake Kurashiki'de kaldığım sırada bana bir sürü yer gösterdi.

bir kez daha
once again

France and Britain were at war once again. - Fransa ve İngiltere bir kez daha savaştaydı.

Let's try once again. - Bir kez daha deneyelim.

bir anlık
momentary
bir daha
again

Please do that again. - Lütfen onu bir daha yap.

I didn't meet him again after that. - Ondan sonra bir daha onunla karşılaşmadım.

beklenmedik bir para
windfall
düzgün bir şekilde
properly

Properly listen to what I'm going to say. - Söyleyeceklerimi düzgün bir şekilde dinle.

Tom knew how to properly dispose of motor oil and never dumped it down the storm drain. - Tom motor yağını nasıl düzgün bir şekilde atacağını ve asla rögara atmadığını biliyordu.

uygun bir şekilde
properly

We're going to do it properly. - Biz onu uygun bir şekilde yapacağız.

Tom wanted to do his job properly. - Tom işini uygun bir şekilde yapmak istedi.

basit bir şekilde
simply
beklenmedik bir şekilde
unexpectedly
nazik bir şekilde
gently
son bir çaba göstermek
spurt
bir şey
anything

Can you see anything in there? - Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?

Let me know if you are in need of anything. - Eğer bir şeye ihtiyacın olursa haberim olsun.

bir süre
for a while

I want to leave these packages for a while. - Bu paketleri kısa bir süreliğine bırakmak istiyorum.

He stayed here for a while. - O, bir süre burada kaldı.

bir tarafa
aside

They set aside her objections. - Onun itirazlarını bir tarafa bıraktılar.

bir yıl yaşayan bitki
annual
bir tek
only

Everyone has a house to go to, a home where they can find shelter. My house is the desert, my home the barren heath. The north wind is my fire, the rain my only bath. - Herkesin gidebileceği bir evi, sığınabileceği bir yuvası var. Benim evim çöllerdir, yurdum çorak topraklar. Kuzey rüzgarı ışığım, yağmurda bir tek paklanırım.

Only those who believe in the future believe in the present. - Bir tek geleceğe şu inananlar, o ana inanır.

bir iş için gönderme
errand
bir kenara
aside

The man shoved her aside. - Adam onu bir kenara itti.

After dinner, George's dad took him aside. - Akşam yemeğinden sonra, George'nin babası onu bir kenara aldı.

bir kenara koymak
set aside
bir yığın
heap
bir kenara
by
bir merkezden yayılmak
radiate
bir ayağı çukurda
decrepit
bir tutmak
identify
bir an için
momentarily

Tom was momentarily silent. - Tom bir an için sessizdi.

Tom is expected to arrive momentarily. - Tom'un bir an için varması bekleniyor.

bir ara
some time or other
bir araya gelmek
come together
bir araya gelmek
cluster
bir başkasıyla aynı amaca hizmet eden kişi
(Hukuk) counterpart
bir bir
one by one

One by one, the members told us about their strange experience. - Üyeler bir bir enteresan hikayelerini anlattı.

One by one, the members told us about their strange experience. - Üyeler bir bir garip hikayelerini anlattı.

bir daha gözden geçirmek
revise
bir dahaki
next

We'll meet next time at ten o'clock, June the first, next year. - Bir dahaki sefere saat onda, 1 Haziran'da, gelecek sene buluşacağız.

Next time you come to see me, I will show you the book. - Bir dahaki sefere beni görmeye geldiğinde, sana kitabı göstereceğim

bir deri bir kemik
skinny
bir deri bir kemik
emaciated
bir deri bir kemik
rawboned
bir gecelik
overnight

It was an overnight sensation. - Bu bir gecelik heyecandı.

I am planning to make an overnight trip to Nagoya. - Nagoya'ya bir gecelik gezi yapmayı planlıyorum.

bir ihtimal
perchance
bir ihtimal
perhaps

Could you perhaps translate that for me? - Bir ihtimal bunu benim için çevirir misin?

bir kararın veya bir hareketin olası etkisi
(Hukuk) implication
bir kez
one time

I've been to Canada one time. - Kanada'da bir kez bulundum.

Can I eat this mushroom? You can eat anything one time. - Bu mantarı yiyebilir miyim? Bir şeyi bir kez yiyebilirsin.

bir konu hakkında genel tanıtım yapmak
(Hukuk) to introduce
bir müddet
awhile, for a while
bir nebze
a little bit
bir sefer
one time

How many books can I take out at one time? - Ben dışarıya bir seferde kaç tane kitap alabilirim?

The clinic allowed only two visitors per patient at any one time. - Klinik, bir seferde hasta başına iki ziyaretçiye izin verdi.

bir seferde
at a time

Do one thing at a time. - Bir seferde bir şey yapın.

Perhaps you should try doing one thing at a time. - Belki bir seferde bir şey yapmaya çalışmalısın.

bir sonra
next

When is the next guided tour? - Bir sonraki rehberli tur saat kaçta?

You are the next in line for promotion. - Tanıtım sırasında bir sonraki kişisin.

bir sonraki
next

I think we get off at the next stop. - Sanırım bir sonraki durakta ineceğiz.

When is the next guided tour? - Bir sonraki rehberli tur saat kaçta?

bir sorunu enine boyuna incelemek
(Hukuk) deliberation
bir süre
awhile

We're going to have good weather for awhile. - Bir süreliğine daha havalar güzel olacak.

I'll bet Madonna doesn't return to her career for awhile. - Madonna'nın kariyerine bir süre için geri dönmeyeceğine bahse girerim.

bir süre
awhile, for a time
bir süre sonra
in time
bir tür elma
russet
bir türlü
in one way or another
bir türlü
just as bad
bir türlü
in no way
bir yazıyı gözden geçirip düzeltmek
(Hukuk) revise
bir yerde
somewhere

I saw her somewhere two years ago. - Onu ben iki yıl önce bir yerde gördüm.

He lives somewhere about here. - O, burada bir yerde yaşıyor.

bir yere götürmek
take someone off
bir yere götürmek
take something off
bir yıllık bitki
annual
bir zamanlar
once

That dispute has been settled once and for all. - O tartışma bir zamanlar karara bağlandı ve herkes için.

I have seen him once on the train. - Onu bir zamanlar trende gördüm.

bir şey değil
not at all

This is not at all what Tom expected. - Bu hiç de Tom'un beklediği bir şey değil.

bir şeye çözüm bulmak
sort something out
bir hayli
many

There are many rare fish at the aquarium. - Akvaryumda bir hayli nadir balık var.

He received a good many letters this morning. - O, bu sabah bir hayli mektup aldı.

bir kenara bırakmak
put away
bir takım
several

Several houses were damaged in the last storm. - Son fırtınada bir takım evler hasar gördü.

A combination of several mistakes led to the accident. - Bir takım hataların birleşimi kazaya neden oldu.

bir türlü
somehow
bir amaca yönelik
purposeful
bir an önce
forthwith
bir an önce
right away

Why did you put the chicken in such a difficult place to get when you knew that I wanted to use it right away? - Bir an önce onu kullanmak istediğimi bildiğin halde niçin tavuğu böyle alması zor bir yere koydun?

Tom says he wants to get married right away. - Tom bir an önce evlenmek istediğini söylüyor.

bir anlamı olmak
make sense
bir anlamı olmak
add up
bir anlamı olmak
have a meaning
bir araya gelmek
get together

Bill and John like to get together once a month to talk. - Bill ve John konuşmak için ayda bir kez bir araya gelmekten hoşlanıyorlar.

Bill and John like to get together once a month to shoot the breeze. - Bill ve John çene çalmak için ayda bir kez bir araya gelmekten hoşlanıyorlar.

bir bütün halinde
(Tıp) enblock
bir bütün olarak
as a whole
bir bütün olarak
in the aggregate
bir büyük
a grown up
bir de
moreover
bir de
boot
bir de
and what is more

He is a great statesman, and what is more a great scholar. - O büyük bir devlet adamı ve bunun da ötesinde büyük bir bilgindir.

bir de
also

This financial audit also includes an evaluation of the company's assets. - Bu mali denetim, aynı zamanda şirketin varlıklarının bir değerlendirmesini içerir.

To some degree I am also afraid of people, they have the power to destroy you. - Ben de bir dereceye kadar insanlardan korkuyorum, onların seni yok etme gücü var.

bir de
and also
bir de
and what's more
bir de
in addition

In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay. - Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.

bir de
in addition to

In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay. - Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.

bir de bana sor
tell me about it
bir dizi
a range of
bir dizi ...
a series of
bir dizi delikten biri
perforation
bir durumu düzeltmek
(Politika, Siyaset) remedy a situation
bir düz
knit one, purl one
bir hafta önce
a week ago
bir hafta önce
one week ago
bir işin üstesinden gelmek
be equal to
bir kere
begin with
bir kere
start with
bir kere daha
one more time
bir kere daha
encore
bir kere yaz
(Bilgisayar) write once
bir kere yazılır bellek
Write Once Read Many
bir kerede
in one go
bir kez
ever

I promised my parents I would visit them at least once every three months. - Ebeveynlerime en az her üç ayda bir kez onları ziyaret edeceğime söz verdim.

We go to the theater once every two weeks. - Biz her iki haftada bir kez tiyatroya gideriz.

bir kez
e'er
bir kez daha
(deyim) once and again
bir kez daha
one more time

Read it one more time, please. - Onu bir kez daha okuyun, lütfen.

Let's try one more time. - Bir kez daha deneyelim.

bir kez daha
on one occasion
bir kez sor
(Bilgisayar) ask once
bir kez yumurtlayan
(Denizbilim) semelparous
bir kez çalıştır
(Bilgisayar) run once
bir nevi
sort of

I sort of had a crush on Tom. - Ben bir nevi Tom'a aşık oldum.

bir olayı çözmek
(Argo) dope
bir seferde
in one go
bir seçim yapmak
make a choice
bir sorunu çözmek
sort something out
bir söz
undertone
bir süre
for a time

He lived here for a time. - O, bir süre burada yaşadı.

The car dove into the field and, after bumping along for a time, came to a halt. - Araba tarlaya daldı ve bir süre sarsıldıktan sonra durma noktasına geldi.

bir süre önce
a while ago
bir tür
(Havacılık) perspex
bir tür akbaba
buzzard
bir tür akbaba
turkey buzzard
bir tür keklik
grouse
bir tür midye
cockle
bir tür sosis
(Gıda) frankfurter
bir tür yorgan
puff
bir tür şahin
(Hayvan Bilim, Zooloji) buzzard
bir uçtan bir uca
through

I hiked through the Pyrenees from Spain to Paris. - İspanya'dan Parise Pirene'leri bir uçtan bir uca yürüdüm.

bir yana
away

The birds flew away in all directions. - Kuşlar dört bir yana uçuştu.

bir yer
anywhere

Is there a telephone anywhere? - Herhangi bir yerde bir telefon var mı?

Tom says he thinks he could live anywhere. - Tom herhangi bir yerde yaşayabileceğini sandığını söylüyor.

bir yerde
as it were
bir yerde
anywhere

Is there a telephone anywhere? - Herhangi bir yerde bir telefon var mı?

Do you feel at home anywhere? - Herhangi bir yerde evinizdeymiş gibi hisseder misiniz?

bir yerde bulunmak
be situated
bir yerde durmak
stop off
bir yerde ikamet etmek
abode
bir yerde kalmak (su vb)
stand
bir yerde oturan
resident
bir yerde oturan kimse
habitant
bir yerde oturan kimse
calm
bir yerde oturan kimse
occupant
bir yerde toplamak
centralize
bir yerde torpili olmak
have an in
bir yerde tutmak
store
bir yetişkin
a grown up
bir yıllık
ageing
bir yıllık
one-year
bir yıllık olarak hesaplanan
(Ticaret) annualized
bir ölçü
(Gıda) batch
bir önceki
the previous one

This winter is expected to be colder than the previous one. - Bu kışın bir önceki kıştan daha soğuk olması bekleniyor.

This newspaper article is more interesting than the previous one. - Bu gazete makalesi bir öncekinden daha enteresan.

bir önceki
the preceding one
bir önceki
the former one
bir önceki sayı
back number
bir önceki yıl
previous year
bir örnek
one example
bir örnek
one-note
bir şeyin etkisi
(Hukuk) outcome
birden bir şeye başlamak
break into
bire bir
one-to-one
bire bir
teteatete
bire bir eşleştirme
(Bilgisayar) 1-to-1
bir kat daha
more
bir defa
once

Nobody can do two things at once. - Kimse bir defada iki şeyi yapamaz.

You must not forget to write to your parents at least once a month. - En azından ayda bir defa anne babana yazmayı unutmamalısın.

Bir mıh nal kurtarır bir nal bir at kurtarır
(Atasözü) A stitch in time saves nine
Bir pire için yorgan yakar
(Atasözü) He that takes revenge at all costs
Bir çocuktan bir deliden al haberi
(Atasözü) Children and fools speak the truth
bir aralık
a range
bir bardak su lütfen
a glass of water please
bir elin nesi var iki elin sesi var.
(Atasözü) Four eyes are better than two
bir karış
A mixed
bir kuş
a bird
bir kısmı, bir parça, bir bölüm
part, a part of a section
bir yere gitmek
To go to a place
Bir yerde bir aksaklık var
There's a hitch somewhere
bir alan pişman, bir almayan
(Konuşma Dili) It's the sort of thing that looks good and attracts a lot of interest but is actually of very little use
English - English
Stands for Bureau of Internal Revenue and is in charge of collecting all internal taxes (like income taxes)
British Institute of Radiology
Turkish - Turkish
Sadece
Tek
Bu sayıyı gösteren rakam 1, I
Başına geldiği kelimelere kuvvet, istek veya kesin olmayan anlamlar katar
Herhangi bir varlığı belirsiz olarak gösterir
Ancak, yalnız
Bu sayıyı gösteren 1, I rakamlarının adı
Sayıların ilki
Bir kez
Beraber
Değer, önem bakımlarından birbirinden farksız, birbirine eşit, birbirine benzer
Ortaklaşa olan, müşterek
Eş, aynı, bir boyda
Bu sayı kadar olan
1
bir sürecin kendisinden direkt olarak yayılan
emitted from
bir bir
Birer birer, ayrı ayrı
bir bir
Olduğu gibi, tam tamına, eksiksiz
bir bir
bakınız: hepyek
bir boydan bir boya
Bir yerin bir ucundan öbür ucuna kadar, baştan başa
bir yer, bir olaya sahne olmak
Bir yerde bir olay geçmek
bir şey için veya bir şeye deli olmak
Çok sevmek
bir şey için veya bir şeye deli olmak
Çok sinirlenmek
bir şey için veya bir şeye deli olmak
Delirmek
Bir ara
bir aralık
Bir araya getirmek
birleştirmek
Bir araya getirmek
toplamak
Bir kere
(Osmanlı Dönemi) TURKA
Bir kerelik
bir defalık
Bir kez
bir yol
Bir kez
bir boy
Bir tek
vahit
Bir yıllık
(Osmanlı Dönemi) HAVLÎ
Bir önceki
geçen
Bir önceki
bıldırki
bir an önce
Hemen, olabildiği kadar ivedi
bir ara
Geçmişte bir zaman
bir ara
Kısa bir süre
bir kere
Aslında
bir kere
Bir kez, bir defa
bir sürü
Çok sayıda, pek çok
bir yandan
Bir taraftan, hem ... hem
bir zamanlar
Zamanında, vaktiyle, eskiden
bir çift
Biraz, bir iki
bir çift
İki adet
bir ölçüde
Biraz, belli oranda
birler
Ondalık sayı sistemine göre yazılan bir tam sayıda sağdan sola doğru ilk sayının bulunduğu basamak
English - Turkish

Definition of bir in English Turkish dictionary

birini bir yere bırakmak
Drop someone to somewhere