belaya

listen to the pronunciation of belaya
Turkish - English
trouble
{v} to perplex, disturb, vex, afflict, sue
{n} calamity, disturbance, inconvenience
cause bodily suffering to
Efforts taken
an angry disturbance; "he didn't want to make a fuss"; "they had labor trouble"; "a spot of bother"
disturb in mind or make uneasy or cause to be worried or alarmed; "She was rather perturbed by the news that her father was seriously ill"
A violent occurrence
A malfunction, as in "heart trouble"
If something troubles you, it makes you feel rather worried. Is anything troubling you? He was troubled by the lifestyle of his son. + troubling trou·bling But most troubling of all was the simple fact that nobody knew what was going on
That which gives disturbance, annoyance, or vexation; that which afflicts
{i} problem, misfortune, annoyance; civil disturbance; cause of worry; exertion in accomplishing something
If there is trouble somewhere, especially in a public place, there is fighting or rioting there. Riot police are being deployed throughout the city to prevent any trouble the first victim of the troubles in Northern Ireland
Troubled; dark; gloomy
A non-emergency condition indicating that the alarm system is inoperative or functioning at less than optimum capabil-ity Trouble conditions may include sensors that have become less sensitive or more susceptible to causing false alarms, or bat-teries that have deteriorated or are inoperative
If you say that someone or something is more trouble than they are worth, you mean that they cause you a lot of problems or take a lot of time and effort and you do not achieve or gain very much in return. Some grumbled that Johnson was more trouble than he was worth
If a part of your body troubles you, it causes you physical pain or discomfort. The ulcer had been troubling her for several years
To disturb; to perplex; to afflict; to distress; to grieve; to fret; to annoy; to vex
To put into confused motion; to disturb; to agitate
If you say that a person or animal is no trouble, you mean that they are very easy to look after. My little grandson is no trouble at all, but his 6-year-old elder sister is rude and selfish
disapproval If you say that someone does not trouble to do something, you are critical of them because they do not behave in the way that they should do, and you think that this would require very little effort. He yawns, not troubling to cover his mouth He hadn't troubled himself to check his mirrors
belâ
calamity
bela
trouble

When you are in trouble, you can count on me. - Başınız belada olduğu zaman, bana güvenebilirsiniz.

The lie got him in trouble when his boss found out the truth. - Patronu gerçeği öğrendiğinde yalan onun başını belaya soktu.

belâ
{i} trouble

The lie got him in trouble when his boss found out the truth. - Patronu gerçeği öğrendiğinde yalan onun başını belaya soktu.

I am forever in trouble. - Benim her zaman başım belada.

belaya bak ki
the trouble is that
belaya sokmak
to make trouble for, get (someone) into trouble
belaya sokmak
to get sb into trouble
belaya uğramak
to get into trouble
belaya çatmak
to run into trouble
belaya çatmak/düşmek/girmek/uğramak
to run into trouble
belâya bulaşmak
get into hot water
belâ
{i} pest
bela
problem
belâ
{i} plague

The boll weevil has long plagued cotton crops. - Pamuk kurdu uzun zamandır pamuklu bitkilerin başına bela olmuş durumda.

The plague has devastated entire cities. - Bela bütün şehri mahvetti.

belâ
{i} ill
bela
destruction
bela
evilness
bela
annoyance
bela
(Otomotiv) mess

Tom was the one who got us into this mess. - Başımızı belaya sokan kişi Tom'du.

bela
visitation
bela
evilest
bela
(Konuşma Dili) hornets' nest
bela
(Konuşma Dili) a hornet's nest
bela
misadventure
bela
eviler
bela
scourge
bela
bugger
bela
tartar
bela
hassle
bela
evil

Marriage, if one will face the truth, is an evil, but a necessary evil. - Evlilik,eğer insan gerçekle yüz yüze kalacaksa bir beladır fakat gerekli bir bela.

bela
scrape
bela
predicament
başı belaya girmek
(deyim) Run into trouble
bela
scourges
belâ
{i} bore
başı belaya girmek
to get into trouble
başını belaya sokmak
to get into trouble
başını belaya sokmak/uğratmak
to get (someone, oneself) into trouble
başını belâya sokmak
get into hot water
başını belâya sokmak
get into mess
başını belâya sokmamak
keep one's nose clean
bela
trouble, misfortune, calamity, evil; nuisance, plague, pest
bela
misfortune

Misfortunes always come in threes. - Belalar hep üçerli gelir.

bela
grief
belâ
affliction
belâ
damnation
belâ
curse
belâ
darned
belâ
nuisance

The telephone can be a nuisance. - Telefon bir baş belası olabilir.

Just how well can masks block the, even smaller than pollen, yellow sand dust? I think it much more of a nuisance than pollen. - Maskeler sarı kum tozunu,polenlerden dahada küçük,ne kadar iyi engelleyebilir?Sanırım o polenden oldukça daha fazla bir baş belasıdır.

belâ
rock
belâ
scourge
belâ
tribulation
belâ
evil

Marriage, if one will face the truth, is an evil, but a necessary evil. - Evlilik,eğer insan gerçekle yüz yüze kalacaksa bir beladır fakat gerekli bir bela.

belâ
destruction
belâ
misadventure
belâ
{i} misfortune

Misfortunes always come in threes. - Belalar hep üçerli gelir.

Turkish - Turkish
(Osmanlı Dönemi) (Belâ. C.) Musibetler. Afetler. Beliyyeler. Belâlar
belâ
sınamak,denemek ve imtihan etmek için Allah tarafından insanlara verilen gam,tasa,musîbet,afet ve sıkıntı gibi nefsin hoşuna gitmeyen şeyler
BELA
(Osmanlı Dönemi) Farsçada "Belî" diye söylenir
BELA
(Osmanlı Dönemi) Evet. (Nefiyden sonra isbat için söylenir.) Meselâ: Kur'ân-ı Kerim'de mezkûr; Cenab-ı Hakkın ruhlara karşı, "Ben Azîmüşşan sizin rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunda, ruhlar $ Yâni: "Evet sen bizim Rabbimizsin" dediler. (Bak: Bezm-i Elest)
BELÂ
(Osmanlı Dönemi) Yaramaz nesne. (Bak: Sadaka)(Ey insan! Mâdem canavar sûretinde bir hayvan, insanların hânesine misafir geldiği vakit berekete medar oluyor; öyle ise, mahlukatın en mükerremi olan insan; ve insanların en mükemmeli olan ehl-i iman; ve ehl-i imanın en ziyade hürmet ve merhamete şâyan aceze, alil ihtiyareler; ve alil ihtiyarların içinde şefkat ve hizmet ve muhabbete en ziyâde lâyık ve müstahak bulunan akrabalar; ve akrabaların içinde
BELÂ
(Osmanlı Dönemi) (c.: Belâyâ) Afet. Sıkıntı. Tasa, kaygı. Musibet. Mücazat. İmtihan. Dâhiye
Bela
(Osmanlı Dönemi) SANDİD
Bela
hezep
Belâ
(Osmanlı Dönemi) BİLV
Belâ
(Osmanlı Dönemi) KUŞ'AM
Belâ
(Osmanlı Dönemi) SAMAM
Belâ
(Osmanlı Dönemi) DERDEBİS
Belâ
(Osmanlı Dönemi) YESTEUR
Belâ
(Osmanlı Dönemi) SAMMA
Belâ
(Osmanlı Dönemi) DI'BİL
Belâ
(Osmanlı Dönemi) ADMER
Belâ
(Osmanlı Dönemi) SAYADİD
Belâ
(Osmanlı Dönemi) ŞİBDİ'
Belâ
(Osmanlı Dönemi) DEYLEM
Belâ
(Osmanlı Dönemi) HAYTEUR
bela
Hak edilen ceza
bela
Büyük zarar ve sıkıntıya yol açan olay veya kimse: "Hayatta dipdiri yanmak belasından da kurtulmuştum."- Y. K. Beyatlı
bela
İçinden çıkılması güç, sakıncalı durum
bela
içinden çıkılması güç durum
bela
Büyük zarar ve sıkıntıya yol açan olay veya kimse
English - Turkish

Definition of belaya in English Turkish dictionary

bela
sınamak,denemek ve imtihan etmek için Allah tarafından insanlara verilen gam,tasa,musîbet,afet ve sıkıntı gibi nefsin hoşuna gitmeyen şeyler
belaya
Favorites