Beynin fonksiyonu hakkında çalışıyorlar.
- They study about the function of the brain.
Çeşitli şeyler hakkında konuştuk.
- We talked about various things.
Tom Mary'ye kendi probleminden bahsetmesine rağmen, onu nasıl çözeceğine dair onun herhangi bir tavsiyesini dinlemek istemiyordu.
- Even though Tom told Mary about his problem, he didn't want to listen to any advice she had on how to solve it.
Tom'un zebralarla ilgili çok şey bildiğine dair bir fikrim yoktu.
- I had no idea that Tom knew so much about zebras.
Öyle şeyler konusunda bilgim yok.
- I don't know about things like that.
Bir sürü insan faturalarını ödeme konusunda endişeleniyor.
- Many people worry about paying their bills.
Orijinalde su kuyusu anlamına gelen hutong sözcüğü, Moğol dilinden yaklaşık 700 yıl önce gelmiştir.
- The term hutong, originally meaning water well, came from the Mongolian language about 700 years ago.
Sözlük, yaklaşık yarım milyon kelime içeriyor.
- The dictionary contains about half a million words.
İnsanlara Lise yıllarında en çok pişman olduğunuz şey nedir? diye sorduğumda, hemen hemen hepsi aynı şeyi söylerler: Zamanımızın çoğunu boşa harcadık.
- When I ask people what they regret most about high school, they nearly all say the same thing: that they wasted so much time.
Hemen hemen her şeye alışabilirim.
- I can get used to just about anything.
Bu takriben doğru görünüyor.
- That seems about right.
Takriben senin yaşındayız.
- We are about your age.
Tom aşağı yukarı benimle aynı yaşta.
- Tom is about the same age as me.
Aşağı yukarı katlanabileceğimin hepsi bu kadar.
- This is about all I can put up with.
Kanada civarında bir yerde birkaç dönüm karla ilgili iki ulusun savaşta olduğunu ve bu güzel savaşa tüm Kanada'nın değdiğinden daha çok para harcadıklarını bilirsiniz.
- You know that two nations are at war about a few acres of snow somewhere around Canada, and that they are spending on this beautiful war more than the whole of Canada is worth.
Tam fiyatın ne olduğunu unuttum fakat 170 dolar civarındaydı.
- I forgot what the exact price was, but it was about 170 dollars.
O, tümüyle cümlelerle ilgilidir. Sözcüklerle değil.
- It's all about sentences. Not words.
Onun ailesi ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum.
- I don't know anything about her family.
Bahçenin etrafında yüksek bir duvar vardı.
- There was a high wall about the garden.
Çocuklarını etrafında topladı.
- She gathered her children about her.
Tom ve arkadaşları ateşin etrafına oturdular, iyi eski günlerden bahsettiler.
- Tom and his friends sat around the fire, talking about the good old days.
O, evin etrafına bakındı.
- He looked about the house.
Maury Povich'e gelen insanlar genellikle sevgililerinin onları aldattıkları ile ilgili önemli iddialarda bulunmaktadırlar.
- The people who come on the Maury Povich show often make pretentious claims about their lovers cheating on them.
Televizyonda, yüzünde ciddi bir görünümü olan birisi ülkemizin geleceği ile ilgili sorunlar hakkında konuşuyor.
- On TV someone with a serious look on his face is talking about the problems of our country's future.
Gelirin, benimkinin yaklaşık iki katı kadar büyük.
- Your income is about twice as large as mine is.
İtalya'nın nüfûsu, Japonya'nınkinin yaklaşık yarısı kadardır.
- The population of Italy is about half as large as that of Japan.
Bir parça kağıdın üzerine, yanınızda oturan kişi hakkında hoşlandığınız bir şey yazın lütfen.
- Please write, on a piece of paper, something you like about the person sitting next to you.
Tom, Vikingler'in dünya tarihine etkileri üzerine beş dakikalık bir sunum yaptı.
- Tom gave a five-minute presentation about the influence of the Vikings on world history.
Buralarda manzara çok güzeldir.
- The scenery about here is very beautiful.
Buralarda anahtarımı kaybettim.
- I lost my key about here.
Yaklaşık onun yarısını yedim ve geriye kalanını tabağımda bıraktım.
- I ate about half of it and left the rest on my plate.
Ben şimdi Fransızca 1'den 100'e kadar sayabilirim. Vay bu harika. Peki 100'den 1 kadar geriye doğru saymaya ne dersin? Hayır, o benim için hala imkansız.
- I can count from 1 to 100 in French now. Wow, that's great. How about counting backwards from 100 to 1? No, that's still impossible for me.
Tom fıstığın haricinde neredeyse her şeyi yiyebiliyor.
- Tom can eat just about anything but peanuts.
Tom neredeyse herhangi bir şey hakkında şikâyet etmez.
- Tom almost never complains about anything.
Bir araştırma 2008'de erkeklerin yaklaşık 10%'nun obez olduğunu buldu. Bu, 1980'de yaklaşık 5%'in biraz üstündeydi.
- A study found that almost 10% of men were obese in 2008. That was up from about 5% in 1980.
Uçurumun üstünde duran bir adam boşluğa atlayarak intihar etmek üzereydi.
- A man standing on the cliff was about to commit suicide by jumping into the void.
O her gün şemsiyesini yanında taşır.
- He carries his umbrella about with him every day.
Senin yanında olsaydım o konuyu ona sormazdım.
- If I were you, I would not have asked him about it.
Bu sıralarda, Lucius Cornelius Sulla, Roma diktatörü olduktan sonra, Sezar'ın onun egemenliği için siyasi bir tehdit olduğunu düşündü.
- At about this time, Lucius Cornelius Sulla, after becoming the dictator of Rome, thought that Caesar was a political threat to his rule.
Onun çevresindeki öğrenciler testten bahsediyordu.
- The students around her were talking about the test.
Onlar ormanın çevresinde dolaştı.
- They roamed about the forest.
Why, then, I see, ‘tis time to look about, / When every boy Alphonsus dares control.
And when Paul was now about to open his mouth, Gallio said unto the Jews, If it were a matter of wrong or wicked lewdness, O ye Jews, reason would that I should bear with you:.
'John, I have observed that you are often out and about of nights, sometimes as late as half past seven or eight. ...'.
Let not mercy and truth forsake thee: bind them about thy neck; write them upon the table of thine heart:.
Note: This use passes into the adverbial sense.).
Is not this sudden interest in capturing CO2 — and it has been about for a little while — simply another hidey-hole for the government to creep into?.
Mr. Carter, whose back had been turned, turned about and faced his niece.
Nothing daunted, the fleet put to sea, and after sailing about the island for some time, a landing was effected in the west of Munster.
And withal they learn to be idle, wandering about from house to house; and not only idle, but tattlers also and busybodies, speaking things which they ought not.
'I'll tell you what, Fanny: she must have her way about Sarah Thompson. You can see her to-morrow and tell her so.