Definition of balanced in English Turkish dictionary
- dengeli
Gelirim ve giderlerim dengeli değil.
- My income and expenses aren't balanced.
Ailesinin dengeli bir diyet yaptığından emin.
- She makes sure that her family eats a balanced diet.
- {s} dengelenmiş
- aklı başında
- aklıbaşında
- {f} dengele
Sen giysileri yıkarken ben çek defterini dengeledim.
- I balanced my checkbook while you were washing clothes.
- be well balanced denk gelmek
- {f} dengele: adj.dengeli
- muvazeneli
- {f} dengele: adj.dengelenmiş
- {s} denk
- muvazeneli olmak
- dengel
- balance
- dengede tutmak
- balance
- dengelemek
Birçok çalışan anneler ev ve iş hayatlarını dengelemek için mücadele ediyor.
- Many working mothers struggle to balance their home and work lives.
- balance
- denge
Doktor Tom'a daha dengeli bir diyet yemesi gerektiğini söyledi.
- The doctor told Tom he needed to eat a more balanced diet.
Ailesinin dengeli bir diyet yaptığından emin.
- She makes sure that her family eats a balanced diet.
- balance
- bakiye
Bana bakiyemi söyler misin?
- Could you tell me my balance?
Bankadaki bakiye 2 milyon yende duruyor.
- The balance at the bank stands at two million yen.
- balanced equation
- (Biyokimya) dengelenmiş eşitlik
- balanced error
- (Bilgisayar) sıfır toplamlı hata
- balanced food
- (Gıda) dengelenmiş gıda
- balanced amplifier
- dengeli kuvvetlendirici
- balanced armature loudspeaker
- dengeli göbekli hoparlör
- balanced back flow valve
- dengeli geri akış vanası
- balanced beam relay
- dengeli ışın rölesi
- balanced bridge
- dengeli köprü
- balanced budget
- denk bütçe
- balanced circuit
- dengeli devre
- balanced converter
- dengeli konvertisör
- balanced core
- dengeli göbek
- balanced current
- dengeli akım
- balanced detector
- dengeli detektör
- balanced development
- dengeli gelişme
- balanced diet
- dengeli beslenme
- balanced electronic voltmeter
- dengeli elektronik voltmetre
- balanced filter
- dengeli filtre
- balanced growth
- dengeli büyüme
- balanced hoisting
- dengeli çıkarma
- balanced input
- dengeli girdi
- balanced line
- dengeli hat
- balanced load
- dengeli yük
- balanced mixer
- dengeli karıştırıcı
- balanced modulation
- simetrik modülasyon
- balanced modulator
- dengeli modülatör
- balanced network
- dengeli şebeke
- balanced oscillator
- dengeli osilatör
- balanced output
- dengeli çıkış
- balanced plough
- terazili pulluk
- balanced pulley
- dengeli makara
- balanced reaction
- denge reaksiyonu
- balanced representation
- dengeli temsil
- balanced rudder
- kararlı istikamet düzeni
- balanced solution
- dengeli çözelti
- balanced stock
- dengeli stok
- balanced trade
- dengeli ticaret
- balanced budget multiplier
- (Ekonomi) Denk bütçe çarpanı: Kamu harcamaları ve vergilerin aynı miktarda değişmesi durumunda sayısal değeri 1'e eşit olan net çarpan
- balanced currents
- dengeli akımlar
- balanced scorecard
- (Finans) 1990’lı yıllarda finansal strateji ve metriklerin yetersiz kalması sonucu, finansal amaçlarını diğer boyutlara da indirgeyerek, daha dengeli bir şekilde ele alıp yürütmelerini sağlayan bir stratejik yönetim aracı
- balanced scorecard
- Dengelenmiş Performans Kartı; kurumsal karne
- balanced-budget
- (Ekonomi) Denk bütçe
- balanced addition
- (Ticaret) dengelenmiş toplam
- balanced anesthesia
- (Tıp) dengeli anestezi
- balanced approach
- (Politika, Siyaset) dengeli yaklaşım
- balanced bilingual
- (Dilbilim) dengeli ikidilli
- balanced budget amendment
- (Ticaret) denk bütçe düzeltmesi
- balanced budget multiplier
- (Ticaret) denk bütçe çoğaltanı
- balanced budget multiplier
- (Ticaret) denk bütçe çarpımı
- balanced circuit
- (Havacılık) denkleştirilmiş devre
- balanced code
- dengeli kod
- balanced collective forces
- (Askeri) DENGELİ MÜŞTEREK KUVVETLER: Bir askeri kuvvette "denge" ihtiyacı; kuvveti meydana getiren unsurların birbirlerini tamamlar şekilde bulunmalarından doğar. Bu kuvvetlerin muhtelif bir tim halinde iş görmesi lazımdır ve "denge" terimi bu türdeki çeşitli unsurlar nispetinin, eldeki kuvvete, aldığı vazifeyi müessir ve verimli şekilde icra için en iyi teşkil edilme imkanı verdiğini anlatır. İki veya daha çok millete uygulanması halinde "dengeli müşterek kuvvet", birden çok milletin verdiği bir veya daha çok sınıftan meydana gelen ve toplam kuvveti ile terkibi, planladığı özel vazifeyi en iyi yerine getirecek durumda olan bir kuvvet olarak ifade edilebilir
- balanced collective forces
- (Askeri) dengeli müşterek kuvvetler
- balanced dental occlusion
- (Diş Hekimliği,Tıp) dengelenmiş diş oklüzyonu
- balanced design
- dengeli dizayn
- balanced diet
- (Denizbilim) dengelenmiş besin
- balanced differences
- (Kanun,İstatistik) dengeli farklar
- balanced draft
- dengelenmiş çekiş
- balanced draught
- dengelenmiş çekiş
- balanced earthworks
- dengelenmiş toprak işleri
- balanced element (force)
- dengeleyici unsur
- balanced entries
- (Ticaret) denk kayıtlar
- balanced excavation
- dengeli kazı
- balanced field length
- (Askeri) dengeli alan uzunluğu
- balanced floater
- (Spor) balans uçan servis
- balanced floating serve
- (Spor) balans uçan servis
- balanced flow
- dengeli akış
- balanced flow
- dengelenmiş akış
- balanced flue
- dengelenmiş ekzos
- balanced flue
- (Otomotiv,Teknik) dengeli ekzos
- balanced force
- orantılı güç
- balanced funds
- (Ticaret) dengeli fonlar
- balanced growth
- (Kanun) dengeli kalkınma
- balanced judgment
- düşünülerek verilmiş karar
- balanced judgment
- sağlıklı karar
- balanced manner
- (Politika, Siyaset) dengeli bir tarzda davranma
- balanced mode
- dengeli kip
- balanced offense
- (Spor) dengelenmiş hücum düzeni
- balanced oscillator
- dengeli osilatörü
- balanced product portfolio
- (Ticaret) dengeli mal portfolyosu
- balanced reciprocity
- (Pisikoloji, Ruhbilim) dengeli karşılıklılık
- balanced rudder
- dengeli dümen
- balanced serve
- (Spor) balans servis
- balanced situation
- dengeli durum
- balanced solutions
- (Tıp) dengeli solüsyonlar
- balanced spike
- (Spor) balans smaç
- balanced step
- dengeli basamak
- balanced stock
- (Askeri) (S) DENGELİ STOK (LAR): l. Belirli maddelere ait mevcut ve ihtiyaçların dengeli bulunduğu ikmal durumu. 2. Sabit bir devreye ait ihtiyaçların karşılanması için lüzumlu olduğuna karar verilen miktarlarda bir ikmal maddeleri birikimi
- balanced supply
- (Askeri) dengeli ikmal
- balanced supply
- (Askeri) DENGELİ İKMAL: Belirli bir tarihe kadar yapılan birikmiş ikmal maddeleri toplamıyla talep toplamının o tarihte eşit bulunması hali. BALANCE OF SPACE TO SPACE CONTROL AGENCIES: BOŞ (ARTAN) YERLERİN, PERSONEL BİNDİRME KOORDİNASYON KISMI EMRİNE TAHSİSİ: Muhtelif limanlara giden gemilerdeki personel yerlerinden ihtiyaç fazlası olarak elde kalanlarının, personel bindirme koordinasyon kısmı emrine verilmesi
- balanced surface
- (Havacılık) dengelenmiş yüzey
- balanced tenancy
- (Ticaret) dengeli yerleşim
- balanced trade
- (Ticaret) ticaret bilançosu dengesi
- balanced transmission line
- dengeli iletim hatti
- balanced wind
- (Askeri) dengeli rüzgar
- balance
- kalan
- even
- {f} eşit olarak bölüştürmek
- balance
- karşılaştırmak
- well balanced
- iyi dengelenmiş
- even
- {s} dengeli
- balance
- (Denizbilim) tartaç
- balance
- kalan tutar
- balance
- (Ticaret) eşitlik
- balance
- eşit hale getirmek
- balance
- (Ticaret) hesap bakiyesi
Tom çek yazmadan önce hesap bakiyesini kontrol etti.
- Tom double-checked his bank balance before writing the check.
- balance
- dengeyi sağlamak
- balance
- (Havacılık) aerodinamik denge
- balance
- ağırlık merkezi
- balance
- (Ticaret) borç alacağı eşitlemek
- balance
- (Denizbilim) tartım aracı
- balance
- (Bilgisayar) dengesi
Dengesini kaybetti ve merdivenden düştü.
- He lost his balance and fell off the ladder.
Dengesini kaybetti ve düştü.
- He lost his balance and fell down.
- balance
- (Havacılık) terazileme
- balance
- (Pisikoloji, Ruhbilim) denge duyusu
- balance
- dengeleme
Birçok çalışan anneler ev ve iş hayatlarını dengelemek için mücadele ediyor.
- Many working mothers struggle to balance their home and work lives.
Fransız hükümeti, ulusal bütçeyi vergi mükelleflerinin dengelemesi için meydan okuyan online bir oyunu piyasaya sürdü.
- The French government has launched an online game that challenges taxpayers to balance the national budget.
- balance
- (Ticaret) artık
- balance
- (Ticaret) hesap
Tom çek yazmadan önce hesap bakiyesini kontrol etti.
- Tom double-checked his bank balance before writing the check.
Bu ay benim hesap bakiyem nedir?
- What's my bank balance this month?
- balance
- (Askeri) kuvvet
- even
- tam (sayı)
- even
- de
- even
- hatta ve hatta
- even
- acısını çıkarmak
- balance
- terazi
Elektronik terazideki bir arıza nedeniyle yetkililer işyerine para cezası verdi.
- The authorities fined the shop because of a disorder in the electronic balance.
- balance
- dengeli olmak
- balance
- {i} denklik
- balance
- düşünmek
- balance
- {i} balans
- balance
- {f} dengele
Birçok çalışan anneler ev ve iş hayatlarını dengelemek için mücadele ediyor.
- Many working mothers struggle to balance their home and work lives.
Bir deniz aslanı burnunda bir topu dengeleyebilir.
- This sea lion can balance a ball on its nose.
- balance
- göz önünde bulundurmak
- balance
- kıyaslamak
- counter balanced
- denk
- dynamically balanced
- dinamik dengeli
- even
- bile
O bir sineğe bile zarar veremez.
- She can't even harm a fly.
O, tatili sırasında bile asla çevrimiçi değil.
- She is never online, even during her vacation.
- even
- engebesiz
- even
- daha da
Şimdi sizi daha da çok seviyorum arkadaşlar!
- Now I love you guys even more!
İki ülke arasında kültürel değişim devam ederken, onların karşılıklı anlayışı daha da derinleşti.
- As cultural exchange continued between the two countries, their mutual understanding became even deeper.
- even
- hatta
Bu hastalıkların yaklaşık üçte biri tedavi edilebilir fakat diğerleri ciddi, hatta ölümcül olabilir.
- About a third of these diseases can be cured, but the others may be serious, or even fatal.
Binlerce insan Bhopal Gaz Trajedisi'nde hayatlarını kaybetti ve bugün bile yüzlerce, hatta binlerce insan hâlâ zehirli gazın kötü etkilerinden muzdariptir.
- Thousands of people lost their lives in the Bhopal Gas Tragedy, and even today hundreds of thousands of people still suffer from the ill-effects of the poisonous gas.
- balance
- balanse
- balance
- bakie
- perfectly balanced
- tam dengeli
- well balanced
- dengeli
- annually balanced budget
- (Ticaret) yıllık denk bütçe
- balance
- {i} uyum
Müzik, filmin yapısıyla uyum içinde.
- The music is in balance with the structure of the movie.
- balance
- {f} denk gelmek
- balance
- kalıntı
- balance
- {i} bilanço
- balance
- {f} tartmak
- balance
- {i} ruhsal denge
- balance
- ithalât ve ihracat arasındaki para kıymeti farkı balance sheet bilanço balance wheel nâzım çark credit balance alacak bakiyesi
- balance
- matlup bakiyesi debit balance zimmet bakiyesi
- balance
- {f} denklemek
- balance
- {f} dengelenmek
- balance
- {f} dalgalanmak
- balance
- {i} denklem
- balance
- borç bakiyesi hang in the balance muallâk
- balance
- {f} inip çıkmak
- balance
- (Askeri) DENGE, KUVVET DENGESİ, BAKİYE: Bir silahları kontrol tedbirine uygulanan ve aşağıdaki karşılıkları veren kavram: a. Silahlı kuvvetlerin ve silahların, bir devlete, kontrol tedbirlerine muvafakatını bildirmiş diğer devletler muvacehesinde askeri bir üstünlük sağlamayacak şekilde ayarlanması, ve; b. Bir devletin kendi kuvvetlerini, silahları kontrol anlaşması başlangıç tarihinden sonraki devrede kendi güvenliğine karşı vaki olacak her türlü tehditle başa çıkabilecek tarzda iç ayarlaması
- balance
- {f} denk olmak
- balance
- (Tıp) a) Tartı b) Farklı element veya kısımların birbirine uyması, istikrar, balans, c) Azot bilançosu, denklem
- balance
- {f} salınmak
- balance
- {f} eşitlenmek
- balance
- dengelilik
- be balanced
- dengelenmek
- even
- da
- even
- tamamıyla
Tom'u tamamıyla hatırlıyor musun?
- Do you even remember Tom?
Asal sayılar hayata benzerler, onlar tamamıyla mantıklıdır ama bütün zamanınızı bu konuyu düşünerek harcasanız dahi belirli bir kural bulmak imkansızdır.
- Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- even
- {s} temkinli
- even
- neredeyse
Bugün bile onun teorisi neredeyse inkar edilemez olarak kalmaya devam etmektedir.
- Even today, his theory remains practically irrefutable.
Seni neredeyse hiç tanımıyorum.
- I hardly even know you.
- even
- {s} düz, engebesiz
- even
- dahi
Kiminle buluşmaları gerektiğini dahi bilmiyorlardı.
- They didn't even know who they were supposed to meet.
Tom'un neye benzediğini dahi hatırlamıyorum.
- I don't even remember what Tom looked like.
- even
- düzeltmek
- even
- {s} başabaş
- rudder balanced
- dengelenmiş dümen
- semi balanced rudder
- yarı dengeli dümen
- well balanced
- hesaplı