baş

listen to the pronunciation of baş
Turkish - English
top

After six hours' climbing, we finally succeeded in reaching the top of the mountain. - Altı saatlik tırmanıştan sonra, nihayet dağın zirvesine ulaşmayı başardık.

Everything on top of the table started rattling when the earthquake hit. - Deprem vurduğunda masanın üstündeki her şey tıkırdamaya başladı.

leader

I am the patrol leader. - Ben devriye başkanıyım.

Former London mayor Boris Johnson was the leader of the campaign for Brexit. - Eski Londra Belediye Başkanı Boris Johnson Brexit için kampanyanın lideriydi.

head

He is suffering from a headache. - O, baş ağrısından acı çekiyor.

It's best to wear a cap on your head during the cold Moscow winters. - Soğuk Moskova kışlarında kendi başına şapka takmak en iyisidir.

beginning

She will arrive in Tokyo at the beginning of next month. - Önümüzdeki ayın başında Tokyo'ya varacak.

I was beginning to lose my cool. - Soğuk kanlılığımı kaybetmeye başlıyordum.

initial

After the initial shock of hearing of her grandfather's death, the girl started to cry. - Onun büyükbabasının ölümünü işitmesinin ilk şokundan sonra, kız ağlamaya başladı.

I'm going to lay you down in the green grass underneath that big old oak tree and then carve our initials into its trunk. - O büyük, ihtiyar meşe ağacının dibinde çimlere uzanıp, gövdesine adlarımızın baş harflerini kazıyacağım.

main

The main islands of Japan are Hokkaido, Shikoku, Honshu and Kyushu. - Japonya'nın başlıca adaları Hokkaido, Shikoku, Honshu ve Kyushu'dur.

His failure was mainly due to carelessness. - Onun başarısızlığı çoğunlukla dikkatsizliği yüzündendi.

coconut
heading

What heading does this come under? - Bu hangi başlığın altında toplanıyor?

prime

The Prime Minister met with the press. - Başbakan basın toplantısı yaptı.

Prime Minister Koizumi is certainly not a cold-blooded man. - Başbakan Koizumi kesinlikle soğukkanlı bir insan değildir.

capital

Kinshasa is the capital city of the Democratic Republic of Congo. - Kinşasa, Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nin başkentidir.

Beijing is the capital of China. - Pekin, Çin'in başkentidir.

grand

It's fine to make grandiose plans, but I'd like you to start with what you have on your plate. - Bu görkemli planları yapmak iyi fakat tabağında sahip olduğunla başlamanı istiyorum.

Sometimes my grandfather talks to himself when left alone. - Bazen büyük babam kendi başına bırakıldığında, kendi kendine konuşur.

principal

The principal natural isotope of aluminium is aluminium-27. - Alüminyum'un başlıca doğal izotopu alüminyum-27'dir.

The organization plays a principal role in wildlife conservation. - Örgüt, yaban hayatı korumasında başlıca rol oynar.

nob

Nobody but John has heard of it. - John'dan başka hiç kimse onu duymadı.

Nobody else got hurt. - Başka hiç kimse yaralanmadı.

basis

Everything starts from the basis. - Her şey temelden başlar.

We work on a piecework basis. - Biz parça başı esasına göre çalışırız.

side, near vicinity, presence: sofra başında at the table. ocak başında near the hearth
(Denizcilik) bow
wrestling first class
primary

Honesty is the primary reason for his success. - Dürüstlük onun başarısı için temel nedendir.

The show Hoarders is one of the primary causes of armchair psychology in America. - Gösteri Stokçular Amerika'da koltuk psikolojinin başlıca nedenlerinden biridir.

head: elli baş sığır fifty steers, fifty head of cattle
fore

I am forever in trouble. - Benim her zaman başım belada.

He lived alone in the forest. - Ormanda yalnız başına yaşadı.

knob
in many idioms self, oneself
premier

Manchester United is one of the most successful teams in both the Premier League and England. - Manchester United, hem Premier League'de hem de İngiltere'de en başarılı takımlardan biridir.

The premier and his cabinet colleagues resigned. - Başbakan ve kabine arkadaşları istifa ettiler.

chief

The chief clerk is not a hardworking man, but gets ahead rapidly because he knows how to curry favor with his superiors. - Baş katip çalışkan bir adam değil fakat üstlerine nasıl yaltaklanacağını bildiği için çabuk ilerliyor.

The chief engineer did research hand in hand with his assistant. - Başmühendis, asistanı ile el ele araştırma yaptı.

noddle
main, head, chief, top
top, summit, crest
costard
arch

Tom wants to be a successful architect. - Tom başarılı bir mimar olmak istiyor.

Tom loves architecture more than anything else in the world. - Tom mimariyi dünyadaki başka her şeyden daha çok seviyor.

off

Your success depends a lot on how your manager and other people in the office perceive you. - Sizin başarınız daha çok sizin yöneticinizin ve bürodaki diğer insanların sizi nasıl algıladığına bağlıdır.

There used to be a post office on the corner. - Köşe başında postahane vardı.

clove (of garlic); cyme; (plant) bulb
central

Mario Draghi is the head of the European Central Bank. - Mario Draghi, Avrupa Merkez Bankası'nın başkanıdır.

I work in Central Park every morning starting at six. - Central Park'ta her sabah altıda başlayarak çalışıyorum.

bow

They shake hands instead of bowing. - Başla selamlama yerine tokalaştılar.

Tom bowed his head in shame. - Tom utançla başını eğdi.

leader, chief, head
first

This style of hairdressing first appeared in the early 19th century. - Kuaförlüğün bu stili 19. yüzyılın başlarında ilk kez görüldü.

At first, they were all convinced he was innocent. - İlk başta, onların hepsi onun masum olduğuna ikna oldular.

head; chief, leader; beginning; end; top; bow; main, chief, leading, principal, cardinal
especial

It's interesting to observe American politics, especially during a presidential election. - Amerikan siyasetini, özellikle başkanlık seçimi sırasında gözlemlemek ilginçtir.

outset
in chief
governing
end, either of two ends
foremost
sconce
primal
general

The general use of forks for eating started in the tenth century A.D. - Çatalların yemek için genel kullanımı milattan sonra onuncu yüzyılda başladı.

The mayor addressed the general public. - Belediye başkanı halka hitap etti.

agio, exchange premium
beginnings

Modern philosophy has its beginnings in the 19th century. - Modern felsefe 19. yüzyılda başlamıştır.

In love, there are only beginnings. - Aşkta, sadece başlangıçlar vardır.

head (of a pin)
{i} potato

I ate the whole bag of potato chips by myself. - Bir torba patates cipsini tek başıma yedim.

If I start eating potato chips, I can't stop. - Patates cipsi yemeye başlarsam, duramam.

tete
(Havacılık) course

To win his audience, the speaker resorted to using rhetorical techniques he learned from his communication courses. - Seyircisini kazanmak için konuşmacı, iletişim kurslarından öğrendiği retorik teknikleri kullanarak başvurdu.

Do you have a course for beginners? - Yeni başlayanlar için bir kursunuz var mı?

key

Tom hadn't cleaned his keyboard for months, and it was clogged with dust, food particles, and God knows what else. - Tom aylardır klavyesini temizlememişti, ve o tozla, gıda parçalarıyla ve Allah bilir başka neyle dolmuştu.

The mayor presented him with the key to the city. - Belediye başkanı ona şehrin anahtarını sundu.

cardinal
parent

Apart from his parents, no one knows him very well. - Ebeveynlerinden başka hiç kimse onu çok iyi tanımıyor.

His parents were glad at his success in the examination. - Ebeveynleri onun sınavdaki başarısından memnunlardı.

(İnşaat) short edge
(Askeri) nose

Tom stuck his nose where it didn't belong. - Tom başkalarının işine burnunu soktu.

My glasses started to slip down my nose. - Gözlüğüm burnumdan aşağı kaymaya başladı.

helm

To protect your head, you need to wear a helmet. - Başınızı korumak için bir kask takmanız gerekir.

kephale
master

This movie is indeed a timeless masterpiece. - Bu film gerçekten ebedi bir başyapıt.

His masterpiece has not appeared yet. - Onun başyapıtı henüz görünmedi.

primus
nut

Nobody listens to this music except nuts. - Delilerden başka kimse bu müziği dinlemez.

proto-
base

A relationship based on total honesty is bound to fail. - Toplam dürüstlüğe dayalı bir ilişki başarısızlığa mahkûmdur.

Probably, the prime minister means 'politics based on religious values.' - Muhtemelen Başbakan, dinî değerlere dayalı siyaseti kast ediyordur.

kingpin
chıef
(Anatomi) cephal
jemmy
end

You will succeed in the end. - Sonunda başaracaksın.

Whatever has a beginning also has an end. - Başlangıcı olanın sonu da vardır.

ending

The film had a great beginning, but the ending wasn't believable. - Filmin harika bir başlangıcı vardı, ancak sonu inandırıcı değildi.

Olivia couldn't give an ending to the story. - Olivia hikayeye son vermeyi başaramadı.

pate
baş belâsı
pain in the neck
baş ağrısı
{i} headache

At times, he suffered from a painful headache. - Zaman zaman can sıkıcı baş ağrısı çekti.

The patient is always complaining of a headache. - Hasta her zaman bir baş ağrısından şikayetçi.

baş belası
pain in the neck
baş dönmesi
{i} dizziness

Mary didn't suffer from dizziness. - Mary baş dönmesinden muzdarip değildi.

Tom has been experiencing severe headaches and dizziness. - Tom şiddetli baş ağrısı ve baş dönmesi yaşıyor.

baş belâsı
{i} headache

Getting rid of garbage has become a major headache for the authorities. - Çöpten kurtulmak yetkililer için büyük bir baş belası haline gelmiştir.

baş belâsı
bother
baş ağrısı
a) headache b) nuisance, pest
baş harf
initial

I'm going to lay you down in the green grass underneath that big old oak tree and then carve our initials into its trunk. - O büyük, ihtiyar meşe ağacının dibinde çimlere uzanıp, gövdesine adlarımızın baş harflerini kazıyacağım.

The couples carved their initials in oak trees. - Çiftler baş harflerini meşe ağaçlarına kazıdılar.

baş belâsı
nuisance
baş dönmesi
vertigo
baş düşman
archenemy

Lex Luthor is Superman's archenemy. - Lex Luthor Süpermen'in baş düşmanıdır.

The Joker is Batman's archenemy. - Joker, Batman'ın baş düşmanıdır.

baş harfler
initials
baş kısım
heading
başa baş
neck and neck
baş işareti
nod
baş kıç vurma
(Askeri) pitching
baş yönetici
(Ticaret) chief executive officer
baş-boyun
(Tıp) head and neck
baş-kıç vurma
(Askeri) pitch
baş belâsı olmak
bother
baş harflerini yazmak
initialize
baş açcı
chef
baş bakan
start looking
baş belâsı
stiff
baş döndürmek
begins to rotate
baş döndürücü
Vertiginous, dazzling, giddy, dizzy
baş dönmesi
Dizziness, whirl, giddiness, swim, swimming of the head, vertigo
baş etme
coping
baş etmek
Cope (with), do with, stem the tide of
baş etmek
Cope (with), to do with, to stem the tide of:
baş faktör
primary factor
baş faktör
main factor
baş faktör
chief factor
baş garson
maitre d'hotel
baş garson
headwaiter
baş garson
head waiter
baş göstermek
crop up
baş hekimlik
per physician
baş hemşire
head nurse
baş kaldırı
per lift
baş katip
head clerk
baş komutan
commander in chief
baş konsolos
early consul
baş mühendis
Chief engineer
baş piskopos
primate
baş sağlığı dilemek
language begins to health
baş yardımcı
assistant head
baş yazar
lead author
baş örtü
head coverings
Baş tanrı
Jove
baş alıp baş vermek
to wage a bitter fight
baş ayak, ayak baş oldu
(Konuşma Dili) The high and the low have changed places
baş ağrım var
I have a headache
baş ağrısı
1. headache. 2. trouble, nuisance
baş ağrısı olmak
to be a nuisance (to), cause worry (to)
baş ağrıtmak
to annoy
baş ağır
top heavy
baş aşağı
headfirst, headlong, upside down
baş aşağı
upside down, head down
baş aşağı gitmek
to get worse
baş balerin
premiere
baş bağlamak
1. to cover or tie up one's head (with a scarf). 2. (for grain) to form heads. 3. to take up a duty
baş bağı
1. head band, fillet. 2. (Denizcilik) bow fast, head fast
baş başa
tête-à-tête
baş başa
tête-à-tête, face to face
baş başa kalmak
to stay alone (with)
baş başa vermek
1. to put our/your/their heads together, consult with each other. 2. to work together, help each other, collaborate
baş başa vermek
to put their heads together
baş belası
a) nuisance, pain, pest, plague, pain in the neck, troublemaker b) troublesome
baş belası
nuisance, troublesome person or thing
baş belâsı
troublemaker

You are a troublemaker. - Sen bir baş belasısın.

You're something of a troublemaker, aren't you? - Sen biraz baş belasısın, değil mi?

baş belâsı
tease
baş belâsı
a thorn in the side
baş belâsı
annoyance
baş belâsı
a thorn in the flesh
baş belâsı
hellbender
baş belâsı olan
plaguy
baş belâsı olan
headachy
baş bezi
head scarf
baş bilmez unbroken
(horse)
baş bodoslaması
stem post, stem
baş boy
best quality
baş bulmak
to pay, leave a profit
baş dayak
headstock
baş direği
foremast
baş döndürücü
vertiginous
baş döndürücü
dizzy

Tom has a lot of dizzy spells. - Tom'un birçok baş döndürücü büyüleri vardır.

Tom looked down upon the city from the dizzying height of the skyscraper. - Tom gökyüzünün baş döndürücü yüksekliğinden şehre baktı.

baş döndürücü
giddy
baş döndürücü
dazzling, dizzy, giddy
baş döndürücü bir şekilde
dizzily
baş döndürücülük
headiness
baş dönmesi
whirl
baş dönmesi
dizziness, vertigo
baş dönmesi
giddiness
baş dönmesi
swim
baş dönmesi
swimming of the head
baş dönmesi hissediyorum
I feel dizzy
baş dönmesi ve göz kararması
staggers
baş edebilmek
to be able to cope (with), to manage successfully
baş edememek
to be unable to cope (with)
baş etmek
to cope (with), to do with, to stem the tide of
baş eğerek selâmlamak
incline
baş eğme
obeisance
baş görevli
(Ticaret) principal officer
baş gösterge
(Ticaret) leading indicator
baş göstermek
to appear, to arise
baş göz etmek
to marry (off), to give in marriage
baş gübresi
top dressing
baş güverte
main deck
baş harflerden oluşan sözcük
acronym
baş harflerle yapılan desen
monogram
baş idari (muharebe) subay; sivil işler harekatı; mukabil hava harekatı
(Askeri) chief administrative officer; civil affairs operations; counterair operation
baş ile ilgili
head
baş işareti
beck
baş işareti yapmak
beckon
baş kadın oyuncu
prima donna
baş kadın oyuncu
leading opera singer; premiere
baş kalfa kadın
forewoman
baş kasarası
fo'c's'le
baş kelime
lemma
baş kesme makinesi
header
baş konsoloslar
(Hukuk) consuls-general
baş kontrolör
(Hukuk) chief superintendent
baş koymak
to set one's heart/mind (on)
baş koymak
put one's heart to
baş kıç vurmak
pitch
baş kıç yapmak
(Askeri) heave and set
baş mali yönetici
(Ticaret) treasurer
baş neden
mainspring
baş nedime
maid of honour
baş nokta (GEOLOC)
(Askeri) origin (GEOLOC)
baş papaz
hierarch
baş plan
big close-up
baş rüzgârı
head wind
baş sallamak
to nod
baş sayfa
front page
baş sayfa
title page
baş sokacak yer
pied-a-terre
baş tacı edilmek
be enthroned
baş tacı etmek
to make a fuss over
baş tacı olmak
be enthroned
baş taraf
fore
baş tuğlası
head brick
baş uşak
butler
baş ve kıç istikametinde
fore and aft
baş ve son
the alpha and omega
baş vergisi
capitation tax
baş vermek
come to a head
baş vermek
head
baş yastığı
pillow
Turkish - Turkish
(Osmanlı Dönemi) t. Reis, birinci, evvel. Başlıca, en mühim
Arazide en yüksek nokta
İnsan ve hayvanlarda beyin, göz, kulak, burun, ağız gibi organları kapsayan, vücudun üst veya önünde bulunan bölüm, kafa, ser
insan ve hayvanlarda beyin, göz, kulak, burun, ağız vb. organları bulunduran vücudun üst kısmı
Temel, esas: "Gücün, erdemliğin, bilimin, her şeyin başı paradır, para."- H. E. Adıvar
Güreşte pehlivanların ayrıldıkları beş derecenin en yükseği
Bir şeyin yakını veya çevresi
Bir teknenin ön ve ileri kısmı
Para değiştirirken verilen veya alınan üstelik, sarrafiye
Çıban
Kasaplık hayvanlarda ve bazı yiyeceklerde adet
Temel, esas
Bir şeyin genellikle toparlakça ucu
İnsan ve hayvanlarda beyin, göz, kulak, burun, ağız gibi organları kapsayan, vücudun üst veya önünde bulunan bölüm, kafa, ser: "Sağ elinin çevik bir hareketiyle başındaki tülbenti çekip aldı."- N. Cumalı
Başlangıç, önsöz
Bir şeyin genellikle toparlakça ucu: "Avcumuzun içinde sakladığımız sigaraların yanmış ucu ile fitillerin başını yaktık."- F. R. Atay
Deniz teknelerinde ön taraf
Bir topluluğu yöneten kimse: "Cumhurbaşkanı devletin başıdır."- Anayasa
Bir şeyin uçlarından biri: "Bu müjde verilince acele yerinden kalktı, merdiven başına yürüdü."- R. H. Karay
Kasaplık hayvanlarda ve bazıyi yeceklerde tane
Bir topluluğu yöneten kimse
Bir şeyin yakını veya çevresi. "Önem veya yönetim bakımından ileride olan, en önemli, en üstün" anlamında birleşik kelimeler yapar
Başlangıç

Başlangıçta lüks ve sefa içinde yaşıyorlardı. - Başlangıçta varsıllık içinde yaşıyorlardı.

Başlangıçta varsıllık içinde yaşıyorlardı. - Başlangıçta lüks ve sefa içinde yaşıyorlardı.

Bir şeyin uçlarından biri
"Önem veya yönetim bakımından ileride olan, en önemli, en üstün" anlamında birleşik kelimeler yapar
(Osmanlı Dönemi) NITAB
ser
(Osmanlı Dönemi) re's
baş göstermek
Belirmek, ortaya çıkmak, zuhur etmek, vuku bulmak: "Bu kış yine, kök kömürü sıkıntısı baş gösterecekmiş."- H. Taner
baş altı
Yağlı güreşte pehlivanların ayrıldığı beş derecenin ikincisi
baş ağrısı
Başın ağrıması, başta oluşan rahatsızlık
baş ağrısı
Sürekli sıkıntı yaratan durum veya kimse
baş aşağı
İniş, yokuş
baş aşağı
Başı aşağı gelmek üzere
baş başa
Birlikte, beraberce
baş belası
Sıkıntı, üzüntü veren
baş bezi
Mendil
baş biti
bakınız: bit
baş bıçağı
Ustura
baş döndürücü
Şaşkına, serseme çevirici
baş döndürücü
Baygınlık verici
baş döndürücü
Çabuklukta olağanüstü, aşırı
baş dönmesi
Göz kararıp düşecek gibi olma
baş dümeni
Gemi veya teknelerin başına yerleştirilen ve iyi bir manevra sağlayan dümen
baş kaldırma
Baş kaldırmak işi, isyan
baş kaldırmak
Ayaklanmak, yönetime karşı gelmek, isyan etmek
baş kaldırmak
İyice coşmak, kabarmak
baş sağlığı
Ölen bir kimsenin yakınlarına ilgi ve yakınlık gösterme
baş tacı
Çok sevilen, çok yüksek tutulan (kimse veya şey)
baş tacı etmek
Çok sevmek ve saymak, el üstünde tutmak
baş ucu
Yatılan bir yerin baş konulan yönü veya yakını
baş ucu kitabı
Sık sık yararlanılan, ana bilgileri veren, değerini hiç yitirmeyen eser
baş yastığı
Yatakta başın altına konulan yastık
baş çanağı
Kafa tası
baş örtüsü
bakınız: başörtü
baş üstü
Geminin ön bölümünde çapanın bulunduğu yer
baş üstüne
Bir isteği, buyruğu hemen yerine getireceğini bildiren söz
başa baş
Eşit durumda, dengeli olarak
başa baş
Birine üstünlük sağlamadan
Baş ağrısı
(Osmanlı Dönemi) SUDA'
Baş dönmesi
vertigo
Baş parmak
(Osmanlı Dönemi) İBHAM
Baş vurmak
(Osmanlı Dönemi) TEVESSÜL
Baş örtüsü
örtme
Baş örtüsü
dastar
Baş örtüsü
bürgü
Baş örtüsü
başörtü
English - Turkish
baştan
baş kırdırma
Atı, dizgin vurulmasını ve sırtına binilmesini kabul eder hale getirme (horse breaking) esnasında uygulanan bir yöntem