bütünlük

listen to the pronunciation of bütünlük
Turkish - English
integrity

It's a question of integrity. - Bu bir bütünlük sorunu.

completeness
gross
entirety
entirety, integrity, totality
plenitude
wholeness
unit
collectivity

Religion is very personal. Practically everyone has really his own religion. Collectivity in religion is an artifice. - Din çok bireyseldir. Neredeyse herkesin gerçekten kendi dini vardır. Dindeki bütünlük bir kurnazlıktır.

totality
wholeness, entireness, completeness, integrity
unity
fullness
aggregate
entirely
entireness
thoroughness
integrality
bütün
entire

This is my favorite track on the entire disc. - Bu, bütün diskteki favori parçam.

They spent the entire day on the beach. - Onlar bütün günü sahilde geçirdiler.

bütün
all

Motherhood and childhood are entitled to special care and assistance. All children, whether born in or out of wedlock, shall enjoy the same social protection. - Ana ve çocuk özel ihtimam ve yardım görmek hakkını haizdir. Bütün çocuklar, evlilik içinde veya dışında doğsunlar, aynı sosyal korunmadan faydalanırlar.

All the flowers in the garden are yellow. - Bahçedeki bütün çiçekler sarı.

bütün
whole

Karam is the best student in the whole school. - Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.

Will he eat the whole cake? - Bütün pastayı yiyecek mi?

bütün
{s} complete

This isn't completely wrong. - O bütünüyle yanlış değil.

Tom worked all day and was completely worn out. - Tom bütün gün çalıştı ve tamamen bitkin düştü.

bütün
utter
bütün
{i} gross

You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross! - Bütün çocukluk dişlerini bu kibrit kutusunda mı biriktirdin? Bu iğrenç!

You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross! - Bütün bebek dişlerini bu kibrit kutusunda biriktirdin mi? Bu iğrenç!

bütün
the total
bütün
pan

The whole city is in panic. - Bütün şehir panik içinde.

bütün
intact
bütün
every

Everyone in the class is here today. - Bugün bütün sınıf burada.

Every Saturday we clean the whole house. - Her cumartesi bütün evi temizleriz.

bütün
out-and-out
bütün
monolith
bütün
grand

My grandmother told me about her whole life. - Büyükannem kendisinin bütün hayatını bana anlattı.

By the time I was born, all my grandparents had died. - Ben doğmadan önce bütün büyük ebeveynlerim ölmüştü.

bütün
continuum
bütün
overall
bütün
thorough
bütün
full

All the hotels in town are full. - Şehirdeki bütün oteller dolu.

He addressed my full attention to the landscape outside. - Bütün dikkatimi dışarıdaki manzaraya yöneltti.

bütün
all-out
bütün
entirely

Sami is still not entirely satisfied. - Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.

You're not entirely wrong. - Sen bütünüyle hatalı değilsin.

bütün
sum total
bütün
integral
bütün
integrate
bütün
omni-
bütün
entirety

Examine the question in its entirety. - Soruyu bütünü ile inceleyin.

We need to view this in its entirety. - Bütünüyle bunu incelememiz gerekiyor.

bütün
all the
bütün
total

I said hello to Debby but she totally ignored me. - Debby'ye merhaba dedim fakat o beni bütünüyle görmezlikten geldi.

Have you been totally honest with me? - Bana karşı bütünüyle dürüst müydün?

bütün
aggregate
bütün
holo-
bölünmez bütünlük
(Hukuk) indivisible integrity
bütün
out and out
bütün
totality
bütün
(a) whole, (a) totality
bütün
total, sum
bütün
whole, entire, total; all
bütün
clear
bütün
unbroken
bütün
round

It is warm there all the year round. - Orada hava bütün yıl boyu sıcak.

It is very cold here all the year round. - Bütün yıl boyunca burada hava çok soğuk.

bütün
solid
bütün
undivided
bütün
(before plural form) all
bütün
omni
bütün
all over the

The life of Lincoln is read by children all over the world. - Lincoln'un hayatı bütün dünyada çocuklar tarafından okunur.

English has spread all over the country. - İngilizce bütün ülkede yayıldı.

bütün
one and only
bütün
whole, entire, total, complete
bütün
holo
bütün
large (bill, money)
bütün
complement
bütün
all out
bütün
unbroken, undivided
bütün
the whole

Every Saturday we clean the whole house. - Her cumartesi bütün evi temizleriz.

Will he eat the whole cake? - Bütün pastayı yiyecek mi?

bütün
sheer
bütün
allout
bütün
outright
bütün
teetotal
bütün
integer
bütün
aipha
bütün
monolithic
bütün
{i} ensemble
fiziksel bütünlük
physical integrity
milli bütünlük
(Politika, Siyaset) national integrity
ulusal bütünlük
national integrity
Turkish - Turkish
Bütün olma durumu: "Ulusal birlik adına dış politikadaki bütünlük tam olmalıydı."- Ç. Altan
Bütün olma durumu
tamamiyet
Bütün
pan
bütün
Eksiksiz, tam; parçalanmamış
bütün
Çok sayıdaki varlık ve nesnelerin hepsi, bütünü
bütün
Birlik, tamlık: "Şiirde bir bütünün lüzumuna inananlar bile mısralar arasında birtakım aralıklar kabul eder."- O. V. Kanık
bütün
Birlik, tamlık
bütün
Parçalanmamış
bütün
Eksiksiz, tam: "Güller bütün güller bu sabah / Bir ağızdan şarkı söyler gibi açıyor her bahçede."- N. Cumalı. Çok sayıdaki varlık ve nesnelerin hepsi: "Bütün civar köylerde onu sevmeyen yoktu."- Y. K. Karaosmanoğlu
bütün
Ufaklık, bozukluk olmayan (para)