bütün bütün

listen to the pronunciation of bütün bütün
Turkish - English
totally
altogether
utter
whole
stubbornness
(deyim) for good and all
up to the hilt
altogether, totally
through and through
thru and thru
utterly
totally, altogether
wholly
hilt
flat
completely
trans
stark
teetotal
bütün
all

All the flowers in the garden are yellow. - Bahçedeki bütün çiçekler sarı.

Motherhood and childhood are entitled to special care and assistance. All children, whether born in or out of wedlock, shall enjoy the same social protection. - Ana ve çocuk özel ihtimam ve yardım görmek hakkını haizdir. Bütün çocuklar, evlilik içinde veya dışında doğsunlar, aynı sosyal korunmadan faydalanırlar.

bütün
whole

Every Saturday we clean the whole house. - Her cumartesi bütün evi temizleriz.

Karam is the best student in the whole school. - Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.

bütün
entire

Working together, they cleaned the entire house in no time. - Birlikte çalışarak, bütün evi çabucak temizlediler.

Examine the question in its entirety. - Soruyu bütünü ile inceleyin.

bütün
complete

Having worked on the farm all day long, he was completely tired out. - Bütün gün boyunca çiftlikte çalıştığı için, o tamamen yorgundu.

This isn't completely wrong. - O bütünüyle yanlış değil.

bütün bütüne
completely, altogether
bütün
utter
bütün olarak düşünmek
structure
bütün bunlara rağmen
nevertheless

Nevertheless, I'm immensely proud. - Bütün bunlara rağmen, ben son derece gurur duyuyorum.

bütün
pan

The whole city is in panic. - Bütün şehir panik içinde.

bütün
intact
bütün
every

Every Saturday we clean the whole house. - Her cumartesi bütün evi temizleriz.

Everyone in the class is here today. - Bugün bütün sınıf burada.

bütün eserler
complete works
bütün olarak
totally
dini bütün
devout
bir bütün halinde
(Tıp) enblock
bir bütün olarak
as a whole
bir bütün olarak
in the aggregate
bütün
out-and-out
bütün
monolith
bütün
grand

Tom has been staying with his grandmother all summer. - Tom bütün yaz büyükannesi ile birlikte kalıyor.

My grandmother told me about her whole life. - Büyükannem kendisinin bütün hayatını bana anlattı.

bütün
continuum
bütün
overall
bütün
thorough
bütün
full

He addressed my full attention to the landscape outside. - Bütün dikkatimi dışarıdaki manzaraya yöneltti.

She got full marks by memorizing the whole lesson. - O, bütün dersi ezberleyerek tam not aldı.

bütün
all-out
bütün
entirely

Sami is still not entirely satisfied. - Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.

You're not entirely wrong. - Sen bütünüyle hatalı değilsin.

bütün
sum total
bütün
integral
bütün
integrate
bütün ayrıntılarıyla
warts and all
bütün ayrıntılarıyla
at large
bütün bunlara rağmen
even so
bütün bunlara rağmen
for all that
bütün bunlara rağmen
despite all
bütün bunlara rağmen
still
bütün bunlara rağmen
even then
bütün dosyalar
(Bilgisayar) all files
bütün dünyada
worldwide
bütün dünyada
throughout the world
bütün dünyada
the world over
bütün gece çalışmak
pull an all-nighter
bütün gün
early and late
bütün gün
a clear day
bütün gün
full time
bütün haklar
(Ticaret) all rights
bütün halinde
bodily
bütün haline gelmek
coalesce
bütün hızı ile
in full career
bütün hızıyla
in full course
bütün kalbimle
with my whole heart
bütün kullanıcılar
(Bilgisayar) all users
bütün kuvvetimle
as far as in me lies
bütün kuvvetiyle
for dear life
bütün kuvvetiyle
in force
bütün kuvvetiyle
all-out
bütün malını satmak
sell out
bütün masraflar
all expenses
bütün olarak
in the lump
bütün oluşturmak
(deyim) make up
bütün sayfalar
(Bilgisayar) all pages
bütün sistem
systemwide
bütün tehlikeler
(Sigorta) all risks
bütün vakit
right along
bütün vatandaşlar
citizenry
bütün yil
year round
bütün yol
(Bilgisayar) full path
bütün yıl
through the year
bütün yıl
all the year round
bütün yıl boyunca
year round
bütün yıl boyunca
(Konuşma Dili) all the year round
bütün yıl boyunca
year-round
bütün çeker
low-gear all wheel drive
dini bütün
religious
dini bütün
pious
dini bütün
god-fearing
bütün insanları göz önüne alan
takes into consideration all the people
bütün insanları içine alan varlık
to encompass all human existence
bütün kilitleri açan anahtar
passepartout
bütün tamir
(Askeri) overhaul
başı bütün
married (person)
bir bütün halinde toplamak
embody
bölünmez bütün
(Kanun) indivisible whole
bütün
out and out
bütün
totality
bütün
(a) whole, (a) totality
bütün
total, sum
bütün
whole, entire, total; all
bütün
clear
bütün
unbroken
bütün
round

It's warm here all the year round. - Burada bütün yıl boyunca hava sıcak.

It is very cold here all the year round. - Bütün yıl boyunca burada hava çok soğuk.

bütün
solid
bütün
undivided
bütün
(before plural form) all
bütün
omni
bütün
all over the

There was peace all over the world. - Bütün dünyada barış vardı.

The life of Lincoln is read by children all over the world. - Lincoln'un hayatı bütün dünyada çocuklar tarafından okunur.

bütün
one and only
bütün
whole, entire, total, complete
bütün
holo
bütün
gross

You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross! - Bütün çocukluk dişlerini bu kibrit kutusunda mı biriktirdin? Bu iğrenç!

You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross! - Bütün bebek dişlerini bu kibrit kutusunda biriktirdin mi? Bu iğrenç!

bütün
large (bill, money)
bütün
total

Have you been totally honest with me? - Bana karşı bütünüyle dürüst müydün?

A totally ordered set is often called a chain. - Bütünüyle sipariş edilmiş bir takıma çoğunlukla bir zincir denilir.

bütün
complement
bütün
aggregate
bütün
all out
bütün
unbroken, undivided
bütün
the total
bütün
the whole

I spent the whole afternoon chatting with friends. - Bütün öğleden sonrayı arkadaşlarla sohbet ederek geçirdim.

Every Saturday we clean the whole house. - Her cumartesi bütün evi temizleriz.

bütün
sheer
bütün Sınıflar muharebe teşhis ve değerlendirme takımı
(Askeri) all Services combat identification evaluation team
bütün amerika'ya ait
Pan-American
bütün aygıtlar
(Bilgisayar) all devices
bütün ayrıntıları
ins and outs
bütün benliğiyle
(deyim) body and soul
bütün bir yıl
all year round
bütün civarda
for many miles around
bütün dikkatiyle
(Konuşma Dili) all eyes
bütün duraklarda duran tren
local train
bütün dünya
all the world

All the world speaks English. - Bütün dünya İngilizce konuşuyor.

All the world is divided into three types of people - finger-users, chopstick-users, and fork-users. - Bütün Dünya üç tip insana bölünmüştür-parmak-kullananlar, çubuk- kullananlar, ve çatal-kullananlar.

bütün dünya
wide world

I think you're the most beautiful woman in the whole wide world. - Sanırım sen bütün dünyada en güzel kadınsın.

bütün dünyaya ait
mondial
bütün düşündüğü bu
that's all he cares about
bütün eşyası ile
bag and baggage
bütün eşyasıyla
bag and baggage
bütün fileto
whole loin
bütün fırsatı kullanmış olmak
have had one's chips
bütün gece
all night long
bütün gece
all night
bütün gece
nightlong
bütün gece açık olan
all night
bütün gece içmek
(deyim) go on a bat
bütün gövde
(Otomotiv) body complete
bütün gücünü kullanmak
go all out
bütün gücüyle
forall one is worth
bütün gücüyle
(Konuşma Dili) like blue murder
bütün gün
day long

He has been working all day long. - O, bütün gün boyunca çalışmaktaydı.

Having worked on the farm all day long, he was completely tired out. - Bütün gün boyunca çiftlikte çalıştığı için, o tamamen yorgundu.

bütün gün
all day

I'm worn out, because I've been standing all day. - Bütün gün ayakta durduğum için yoruldum.

The enemy kept up their attack all day. - Düşman bütün gün saldırısına devam etti.

bütün gün
all day long

Having worked on the farm all day long, he was completely tired out. - Bütün gün boyunca çiftlikte çalıştığı için, o tamamen yorgundu.

He does nothing but watch TV all day long. - Bütün gün televizyon izlemekten başka bir şey yapmaz.

bütün gün ayaktayım
i am on my legs all day
bütün gün çalışmak
(Ticaret) work full time
bütün herkes bakımından geçerli
(Hukuk) erga omnes
bütün hızla
(Askeri) full steam
bütün hızıyla
at full tilt
bütün ilgililer
(Askeri) all concerned
bütün kalbimle
with all my heart
bütün kalbiyle
from one's heart
bütün kalbiyle
(deyim) body and soul
bütün kapsamı ile
in the large
bütün kapıları açan anahtar
passkey
bütün kapıları kapatmak
close the door on
bütün kapıları kapatmak
shut the door on
bütün kapıları kapatmak
bang the door on
bütün kilitleri açan anahtar
master key
bütün kurallara aykırı
counter to all rules
bütün mahalle
the whole parish
bütün mesele
the whole issue
bütün mesele burada
but there it is
bütün millete ait
nation wide
bütün olan bitenden sonra
after all
bütün olarak
completely
bütün olarak
bodily
bütün olarak
en bloc
bütün olarak
outright
bütün parayı kazanmak
break the bank
bütün personel
officiary
bütün sorun
the whole issue
bütün sosyete
all the world and his wife
bütün suçlamalardan uzak
beyond all blame
bütün sürümler
(Bilgisayar) all versions
bütün varlıkların tanrı olduğu görüşü
pantheism
bütün varlığıyla
body and soul
bütün vücudu
one's whole body
bütün vücut dozu
(Çevre) whole-body dose
bütün yaamı boyunca
forthe life
bütün çabuklukla
with all despatch
bütün çıplaklığıyla
without hiding anything
bütün ödülleri kazanmak
clear the deck
bütün ömrümde
in all my born days
bütün üyelerin hazır bulunduğu
plenary
bütün şey
integral
bütün-kaya analizi
(Jeoloji) whole-rock analysis
dini bütün
sincerely religious, entirely given to the Islamic faith and observing its laws. din değiştirmek/inden dönmek to change one's religion
dini bütün
prayerful
dini bütün
pious, religious
dini bütün bir şekilde
prayerfully
dini bütün kimse
Christian
erişilebilir bütün araştırma alanı
(Askeri) total attainable search area
imanı bütün
1. (someone) whose religious faith is strong. 2. true believer, person whose religious faith is strong
kentsel bütün
(İnşaat) urban complex
ulusun bütün tanrıları
pantheon
Turkish - Turkish
Büsbütün
bütün bütüne
Bütün olarak, tamamıyla
bütün
Eksiksiz, tam; parçalanmamış
bütün
Çok sayıdaki varlık ve nesnelerin hepsi, bütünü
bütün
Birlik, tamlık: "Şiirde bir bütünün lüzumuna inananlar bile mısralar arasında birtakım aralıklar kabul eder."- O. V. Kanık
bütün
Birlik, tamlık
bütün
Parçalanmamış
bütün
Eksiksiz, tam: "Güller bütün güller bu sabah / Bir ağızdan şarkı söyler gibi açıyor her bahçede."- N. Cumalı. Çok sayıdaki varlık ve nesnelerin hepsi: "Bütün civar köylerde onu sevmeyen yoktu."- Y. K. Karaosmanoğlu
bütün
Ufaklık, bozukluk olmayan (para)
dini bütün
Dinine çok bağlı, inancı sağlam olan, dinin buyruklarını eksiksiz yerine getiren