aynı

listen to the pronunciation of aynı
Turkish - English
(Hukuk) identical

Although the conditions are slightly different, the result of our experiment was identical with Robinson's. - Şartlar hafifçe farklı olmasına rağmen, bizim deneyin sonucu Robinson'unki ile aynı.

Tom looks almost identical to him. - Tom neredeyse onunla aynı görünüyor.

same

A person's heart is approximately the same size as their fist. - Bir insanın kalbi, yaklaşık olarak yumruğuyla aynı boyuttadır.

The Eiffel Tower is in the same city as the Louvre Museum. - Eyfel Kulesi, Louvre Müzesi ile aynı şehirdedir.

uniform

The man drove his car at a uniform speed. - Adam arabasını aynı hızda sürdü.

All of the students have to wear the same uniform. - Öğrencilerin hepsi aynı üniformayı giymek zorundadırlar.

alike

These pencils might look alike but they're not the same. - Bu kalemler benzeyebilir ama aynı değiller.

We treat all visitors alike. - Biz bütün ziyaretçilere aynı davranırız.

homoeo [Brit.]
all of a piece
look alike

These pencils might look alike but they're not the same. - Bu kalemler benzeyebilir ama aynı değiller.

the same: Aynını istiyorum. I'll have the same. Bu bileziğin aynını yapabilir misin? Can you make a duplicate of this bracelet?
similarly
homo
of a piece
no change
selfsame
like

It smells like Tom is wearing the same perfume that Mary is. - Tom, Mary'nin kullandığı aynı parfümü kullanıyor gibi kokuyor.

I like not only classical music but also jazz. - Sadece klasik müziği değil aynı zamanda jazzı da severim.

to a hair
one

This is the same type of camera as the one I lost. - Bu kaybettiğim kamera ile aynı tip kamera.

You are not the only one responsible for it, I am too. - Onun için sadece siz değil aynı zamanda ben de sorumluyum.

as much as
the same; identical; equal: Bu aynı manto. This is the same coat. Aynı ehemmiyette olan bir meseleyi açmak istiyorum. I want to open a question of equal importance. Aynı can sıkıcı lafları tekrarladı. He repeated the same boring phrases. Notlarımız aynı. Our grades are the same
same, identical, veritable, even, alike
like; facsimile
equal

The law is equal for all. - Kanun herkes için aynıdır.

Tom is equally guilty. - Tom aynı derecede suçludur.

the same

The Eiffel Tower is in the same city as the Louvre Museum. - Eyfel Kulesi, Louvre Müzesi ile aynı şehirdedir.

Fahrenheit is a German inventor who invented the thermometer. At the same time, his name is given to a unit of temperature. - Fahrenheit, termometreyi bulan Alman bir mucittir. Aynı zamanda onun ismi bir sıcaklık birimine verilmiştir.

self
identic

Your chair is identical to mine. - Senin sandalyen benimki ile tamamen aynı.

Tom looks almost identical to him. - Tom neredeyse onunla aynı görünüyor.

homeo
just like

When I grow up, I want to be just like you. - Büyüyünce aynı senin gibi olmak istiyorum.

Your brother looks just like you. - Erkek kardeşin aynı sana benziyor.

spitting image of
(Askeri) in kind

I'm sorry, I'll pay you back in kind. - Özür dilerim. Aynı şekilde sana geri ödeyeceğim.

set

The rebels did not only take hostages, but also set the entire village on fire. - İsyancılar sadece rehine almadılar, aynı zamanda tüm köyü ateşe verdiler.

Computers almost always have the same price. Maybe the prices are set according to the customers' buying ability. - Bilgisayarlar neredeyse her zaman aynı fiyata sahiptir. Belki fiyatlar müşterinin satın alma yeteneğine göre belirlenir.

corresponding
homo-
image

Tom clicked on the thumbnail so he could see a larger version of the same image. - Tom aynı görüntünün daha büyük versiyonunu görebilsin diye minyatür çizim üzerine tıkladı.

self-same
homeo-
one and the same
very

Marcus had scratched a door; the very one I had just entered moments ago, with a pen that had run out of ink - Marcus birkaç dakika önce girmiş olduğum aynı kapıyı mürekkebi tükenmiş bir kalemle çizdi.

Not only was he a doctor, he was also a very famous novelist. - O sadece bir doktor değil, aynı zamanda çok ünlü bir roman yazarıdır.

Going to Europe is very exciting, but also scary. - Avrupa'ya gitmek çok heyecan verici ama aynı zamanda korkutucu.

for all the world as if
iso-
identically

Sami and his identical twin, Farid, dressed identically. - Sami ve tek yumurta ikizi Ferit, aynı şekilde giyiniyordu.

very same

I was just saying the very same thing to John. - Ben sadece aynısını John'a söylüyordum.

You have made the very same mistake again. - Aynı hatayı tekrar yaptın.

same of
tantamount
even

Tom and Mary even talk about the same things. - Tom ve Mary aynı şeyler hakkında bile konuşuyorlar.

Mary not only denied that she was Tom's friend, but that she even knew him. - Mary sadece Tom'un arkadaşı olduğunu değil aynı zamanda onu tanıdığını bile reddetti.

in rem
{i} facsimile
similar

We too have a similar approach. - Aynı yaklaşımı biz de sürdürüyoruz.

These cities have similar traffic rules. - Bu şehirlerin trafik kuralları aynıdır.

tauto
duplicate
idem
homogeneous
double
doublet
homoeo
ditto
aynı zamanda
at the same time

In retrospect, Tom realized he shouldn't have been dating both sisters at the same time. - Geriye dönüp baktığında, Tom her iki kız kardeşle aynı zamanda flört etmemesi gerektiğini anladı.

Fahrenheit is a German inventor who invented the thermometer. At the same time, his name is given to a unit of temperature. - Fahrenheit, termometreyi bulan Alman bir mucittir. Aynı zamanda onun ismi bir sıcaklık birimine verilmiştir.

aynı şekilde
likewise

Yet Japan is still not sufficiently understood by other countries, and the Japanese, likewise, find foreigners difficult to understand. - Ancak Japonya hâlâ diğer ülkeler tarafından yeterince anlaşılamamıştır, ve Japonlar, aynı şekilde, yabancıları anlamayı zor bulmuştur.

aynı fikirde olmak
agree

I have to agree with her. - Onunla aynı fikirde olmak zorundayım.

I'm forced to agree with Tom. - Tom'la aynı fikirde olmak zorundayım.

aynı anda olma
concurrent
aynı fikirde
unanimous

They were unanimous that the war should be brought to a halt. - Onlar savaşın durdurulması gerektiği konusunda aynı fikirdeydiler.

aynı anda olmak
synchronize
aynı fikirde olmamak
disagree
aynı görüşte
like minded
aynı hizada
abreast
aynı kökten türemiş
conjugate
aynı kökten türemiş sözcük
conjugate
aynı şekilde karşılık verilmek
retaliate
aynı saymak
identify
aynı anda
meanwhile
aynı dönem
same period
aynı tür
same kind
aynı çerçeve
(Bilgisayar) same frame
aynı zamanlı
synchronous
aynı düşüncede olma
communion
aynı eşya
(Ticaret) identical goods
aynı formülasyon
same formulation
aynı iş yerinde
in/at the same workplace
aynı kefeye koymak
(deyim) Tar with the same brush

It's not fair to tar everybody with the same brush.

aynı kopya
same copy
aynı tas aynı hamam
same old, same old
aynı türden olmak
be from the same species
aynı yerde aynı zamanda
same time same place
aynı yerde aynı zamanda
at the same time, same place
aynı yerde saymak
spin your wheelsto waste time doing things that achieve nothing
aynı yöne yönelme
align with
aynı özellikleri gösteren
showing the same characteristics
aynı özellikte
having same features/characteristics
Aynı kapıya çıkar
It comes to the same thing
aynı acıyı hissetmek
sympathize
aynı ahırdan at
stablemate
aynı ahırdan at
stable companion
aynı amaçlı olan
collateral
aynı anda
at the same time

Tom and Mary both started talking at the same time. - Tom ve Mary her ikisi de aynı anda konuşmaya başladı.

They arrived in Paris at the same time. - Onlar aynı anda Paris'e vardılar.

aynı anda
simultaneously

I am writing a book in several languages, and I simultaneously publish it on Tatoeba's screens all over the world. - Birkaç dilde bir kitap yazıyorum ve aynı anda Tatoeba'nın ekranlarında dünyanın dört bir yanına yayınlıyorum.

Tom and Mary answered simultaneously. - Tom ve Mary aynı anda cevapladı.

aynı anda birkaç işlem yapabilme
time sharing
aynı anda her yerde bulunma
ubiquity
aynı anda iki zıt şeye inanma
double think
aynı anda olmak
concur
aynı anda yapmak
accompany
aynı anlama gelmek
be synonym for
aynı anlamlı
synonymous
aynı anlamı taşımak
have the same meaning
aynı anlamı taşımak
bear the same meaning
aynı anlamı taşımak
carry the same meaning
aynı anı daha önce de yaşadığını hissetme
deja-vu
aynı ağzı kullanmak
to say essentially the same thing
aynı bakış açılı incil yazarları
synoptist
aynı basım
facsimile
aynı derecede
equally

Tom is equally guilty. - Tom aynı derecede suçludur.

They made equally tough demands. - Onlar aynı derecede zor taleplerde bulundular.

aynı değerde
on a par with
aynı durumda
in the same boat
aynı duyguları paylaşan
sympathetic
aynı düzeyde
on the same plane as
aynı düzeyde olmak
take rank with
aynı düşüncede olmak
be on the same wave
aynı düşüncede olmak
to go along with sb
aynı düşüncede olmamak
to disagree (with sb)
aynı en son varış gününe (LAD) sahip olan kuvvetlerin intikal önceliği; öncelik;
(Askeri) movement priority for forces having the same latest arrival date (LAD); priority; progressive routing indicator
aynı evi paylaşmak
room together
aynı familyadan olan
congenerous
aynı fikirde olan
agreed
aynı fikirde olma
agreement
aynı fikirde olmak
to be of the same opinion, think the same, feel the same
aynı fikirde olmak
to concur, to agree
aynı fikirde olmak
agree with

I have to agree with them. - Onlarla aynı fikirde olmak zorundayım.

I have to agree with him. - Onunla aynı fikirde olmak zorundayım.

aynı fikirde olmak
be in agreement with
aynı fikirde olmak
subscribe to
aynı fikirde olmak
see eye to eye with
aynı fikirde olmamak
not to hold with
aynı fikirde olmamak
to differ (from sb/sth)
aynı filme yanlışlıkla üst üste çekilen poz
double exposure
aynı frekanslı
synchronous
aynı gemide hizmet eden
shipmate
aynı görevdeki memur
vis-a-vis
aynı görüşte olmak
see eye to eye with smb
aynı gün aktarma yapabilir miyim
Can I make a connection on the same day
aynı gün alabilir miyim
Same day service
aynı hareketi yapmak
follow suit
aynı hareketli kaslar
congenerous muscles
aynı hatta gidip gelen otobüs
shuttle bus
aynı hatta gidip gelen tren
shuttle train
aynı hikâye
the same old story
aynı hisseden
sympathetic
aynı hizada
in alignment with
aynı hizada
on a level with
aynı holdinge bağlı şirket
daughter company
aynı hızla
pari passu
aynı kafada olmak
be on the wavelength
aynı kalitede olmayan
spotty
aynı kalmak
hold one's own
aynı kalmış
unvaried
aynı kapıya çıkmak
to come to the same thing, amount to the same thing
aynı kategoriye almak
bracket
aynı kategoriye almak
bracket together
aynı kefeye koymak
to equate
aynı kişi
the same
aynı konuyu yazan karşılıklı iki sayfa
story or advertisement that covers two pages
aynı konuyu yazan karşılıklı iki sayfa
spread
aynı kuluçkadan çıkan yavruların tümü
covey
aynı kurumda çalışan kimse
confrere
aynı kâğıttan oynamak
return
aynı kökenden türemiş dil
daughter language
aynı kökten gelen
paronymous
aynı kökten gelen sözcük
paronym
aynı kız oğlanla çıkmak
go steady
aynı merkezli olarak
concentrically
aynı noktaya gelme
(Hukuk) convergence
aynı odayı paylaşmak
chum up with
aynı olma
oneness
aynı partiden seçime katılan aday
running mate
aynı perdeden
unisonous
aynı perdeden
homophonic
aynı perdeli
unison
aynı renkten oynamak
follow suit
aynı satırdan başlamak
run on
aynı satırdan başlayan
run on
aynı sesi tekrarlamak
alliterate
aynı sesin tekrarı
alliteration
aynı seviyede
in the same class with
aynı seviyeye indirmek
level down
aynı seviyeye çıkarmak
level up
aynı sofrada yemek yiyen kimse
commensal
aynı soydan gelen
cognate
aynı soydan çiftleştirme
inbreeding
aynı soydan çiftleştirmek
inbreed
aynı sözcük ailesinden olan
paronymous
aynı tarafa ait
ipsilateral
aynı tarafta olmak
side with
aynı tarafta olmak
side
aynı telden çalmak
to say essentially the same thing
aynı tempoda ilerlemek
jog on
aynı tempoda ilerlemek
jog
aynı tür
all of a piece
aynı türden
of that ilk
aynı türden olan
congeneric
aynı türden olan
congenerical
aynı türden olmak
be all of a piece with
aynı türden şey
congener
aynı türün devamı olan
in and in
aynı yapmak
uniform
aynı yapmak
unify
aynı yapılı olan
homogeneous
aynı yazar
idem
aynı yazı
idem
aynı yazıda
ibidem
aynı yazıda
ibid
aynı yazılıp farklı anlama gelen
homographic
aynı yazılıp farklı anlama gelen sözcük
homograph
aynı yerde
ibid
aynı yerde
ibidem
aynı yoldan geri dönmek
backtrack
aynı yolun yolcusu olmak
to be headed in the same direction, be fated for the same bad end (as another, as others)
aynı yöne gitmek
go smb.'s way
aynı yörüngede hareket eden
synchronous
aynı zamana rastlamak
to coincide
aynı zamanda
1. at the same time, simultaneously: Alp ve Aslan aynı zamanda doğdu. Alp and Aslan were born at the same time. 2. at the same time, yet, however, nevertheless: O hafta briç turnuvasına katıldı, aynı zamanda bütün sınavlarını büyük bir başarıyla verdi. That week he played in the bridge tournament, at the same time he passed all his exams with high marks
aynı zamanda
therewithal
aynı zamanda olan
simultaneous
aynı zamanda olma
simultaneity
aynı zamanda olmayan
asynchronous
aynı zamanda yaşamış olan kimse
contemporary
English - Turkish

Definition of aynı in English Turkish dictionary

aynı sefa
(Botanik, Bitkibilim) Şamdan otu
aynı
Favorites