Definition of ayaklı in Turkish English dictionary
- {s} footed
- podous
- pod
- footed, legged; movable
- legged
- walking
He's what they call a walking encyclopedia.
- O tabiri caizse ayaklı bir ansiklopedidir.
He is a man of great knowledge, that is to say, a walking dictionary.
- Engin bilgi sahibi bir adam o; diğer bir ifadeyle ayaklı sözlük gibi.
- pedate
- ayak
- foot
If you put your mind into your foot, it becomes the foot.
- Eğer zihninizi ayağınıza koyarsanız, o, ayak olur.
He followed in his father's footsteps.
- O, babasının ayak izlerini takip etti.
- ayaklı tava
- spider
- ayaklı vazo
- urn
- ayaklı kule
- legged tower
Fatih Sultan Mehmet İstanbul'un fethi için ayaklı kuleler yaptırmıştı.
- ayaklı kül tablası
- footed ashtray
- ayaklı askılık
- stand
- ayaklı bardak
- wineglass, stemmed glass
- ayaklı canavar
- a child just beginning to walk (who pulls things down), little terror, little monster (said affectionately)
- ayaklı destek
- trivet
- ayaklı gazete
- someone who seems to know all the news
- ayaklı gazete
- retailer of news
- ayaklı gazete
- newsmonger
- ayaklı kütüphane
- well-read person, walking encyclopaedia
- ayaklı kütüphane
- walking library
- ayaklı kütüphane
- very learned person
- ayaklı lâmba
- floor lamp
- ayaklı merdiven
- stepladder
- ayaklı merdiven
- Steps
- ayaklı posta kutusu
- pillar-box
- ayaklı sözlük
- walking dictionary
- ayaklı sözlük
- someone who has an answer to almost everything
- ayak
- feet
Your feet are swollen because your shoes are too small.
- Ayakkabıların çok küçük olduğu için ayakların şişmiş.
I could scarcely stand on my feet.
- Ayaklarımın üzerinde güçlükle durabiliyordum.
- ayak
- plates
- üç ayaklı sehpa
- tripod
- ayak
- pod
- ayak
- step
I don't want to step on Tom's toes.
- Tom'un ayak parmaklarına basmak istemiyorum.
Don't step on my toes.
- Ayak parmaklarıma basmayın.
- ayak
- pier
Tom sat on the pier, dangling his feet in the water.
- Tom ayaklarını suya sarkıtarak iskelede oturdu.
Tom sat on the pier with his feet in the water.
- Tom ayakları suda iskelede oturdu.
- ayak
- standard
- ayak
- (Jeoloji) face
- ayak
- rung
- ayak
- (Astronomi) rigel
- ayak
- pillar
- ayak
- mount
I heard that they discovered the footprints of an abominable snowman in the Himalayan mountains.
- İğrenç bir kardan adamın ayak izlerini Himalaya dağlarında keşfettiklerini duydum.
I heard that footprints of an abominable snowman were found in the Himalayan mountains.
- İğrenç bir kardan adamın ayak izlerinin Himalaya dağlarında bulunduğunu duydum.
- iki ayaklı
- two-legged
- ayak
- pous
- ayak
- histrionics
- ayak
- counterfort
- ayak
- stand
The train was so crowded that I had to keep standing all the way.
- Tren o kadar kalabalıktı ki ben bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
I could scarcely stand on my feet.
- Ayaklarımın üzerinde güçlükle durabiliyordum.
- ayak
- act
- ayak
- stillage
- ayak
- pes
- ayak
- foot steps
- ayak
- foot of
- altı ayaklı dize
- hexameter
- altı ayaklı dizesi olan
- hexameter
- ayak
- gait, pace
- ayak
- footsie; stand
- ayak
- step (in stairs)
- ayak
- treadle (of a sewing machine)
- ayak
- body part located at the end of the leg; hoof; footsy
- ayak
- buttress; plates
- ayak
- foot; leg; step, rung; tributary; gait, pace; rhyme; act, put-off , histrionics
- ayak
- shaft (of a loom)
- ayak
- easel
- ayak
- outlet (of a lake)
- ayak
- folk poetry rhyme; rhyme word
- ayak
- foot (measure)
- ayak
- base, pedestal, footing
- ayak
- intersection between two lines or between a line and a plane
- ayak
- footpound
- ayak
- {i} buttress
- ayak
- arch
- ayak
- tootsie
- ayak
- tootsy
- ayak
- snatch
- ayak
- tod
- ayak
- {i} hoof
The shoe fell off the horse's hoof.
- Ayakkabı atın toynağına düştü.
- ayak
- leg
It crawls on all fours as a baby, then learns to walk on two legs, and finally needs a cane in old age.
- Bir bebek olarak dört ayak üzerinde emekler, sonra iki bacak üstünde yürümeyi öğrenir, sonunda yaşlılıkta bir değneye ihtiyacı olur.
She sat down and crossed her legs.
- Oturdu ve ayak ayak üstüne attı.
- ayak
- footer
- ayak
- stanchion
- ayak
- bearing
- ayak
- rocker
- dört ayaklı
- quadruped
- dört ayaklı
- quadrupedal
- dört ayaklı
- quadruped, four-legged
- eski ayaklı bir silah
- harquebus
- iki ayaklı
- biped
- kara ayaklı martı
- (Tabiat Doğa) (kuş, Fam: martılar,martıgiller) kittiwake
- kırmızı ayaklı sümsük
- (Tabiat Doğa) (kuş, Fam: sümsükkuşugiller) red-footed booby
- kısmen perde ayaklı
- semipalmate
- on ayaklı
- decapod
- perde ayaklı
- palmiped
- perde ayaklı
- web toed
- perde ayaklı
- (Hayvan Bilim, Zooloji) totipalmate
- perde ayaklı
- palmate
- perde ayaklı
- web-footed
- perde ayaklı avustralya hayvanı
- duckbill
- perde ayaklı kuş
- palmiped
- perde ayaklı web-footed
- (bird)
- soyu tükenmiş kafadan ayaklı fosili
- Hamite
- tarak ayaklı
- (Tıp) comb footed
- tarak ayaklı örümcek
- comb footed spider
- yeşil ayaklı sutavuğu
- moor hen
- yumru ayaklı
- taliped
- yumru ayaklı
- club footed
- yumru ayaklı
- clubfooted
- yumru ayaklı
- talipedic
- yüzgeç ayaklı
- pinniped
- çıplak ayaklı
- barefoot
Tom is always barefoot.
- Tom daima çıplak ayaklıdır.
The children were barefoot.
- Çocuklar çıplak ayaklıydılar.
- çıplak ayaklı
- barefooted