O, en azından haftada bir kez anne ve babasına yazdı.
- She wrote to her parents at least once a week.
Tom, en azından düzinelerce Mary ile birlikte bu parkta bulundu.
- Tom has been to this park with Mary at least a dozen times.
Resimde gördükten sonra, onu derhal tanıdım.
- Having seen him in the picture, I recognized him at once.
Derhal bir diş hekimi ile görüşsen iyi olur.
- You'd better see a dentist at once.
Biz hemen başlamalıyız.
- We must start at once.
Hemen yolculuğa hazırlan.
- Get ready for the trip at once.
Dişlerini günde en az iki kez fırçala.
- Brush your teeth twice a day at least.
Bu kalem bana en az yüz dolara mâl oldu.
- This pencil cost me at least a hundred bucks.
Gerçeği söylemek gerekirse, bu konu onu hiç ilgilendirmez.
- To tell the truth, this matter does not concern it at all.
Sınavda başarısız olarak hakettiğin cezayı gördün,sınava hiç çalışmadın.
- It serves you right that you failed your exam. You didn't study for it at all.
En sonunda hatasını anladı.
- At last, he realized his error.
Kar taneleri, en sonunda büyük beyaz kuşlara benzeyene kadar büyüdü de büyüdü.
- The snow-flakes seemed larger and larger, at last they looked like great white fowls.
Hiç değilse duş alabilirsin.
- You could at least take a shower.
Tom'un hiç olmazsa yardım önermesini umuyordum.
- I expected Tom to at least offer to help.
Tom başarmak için bir şansı olduğunu düşünmüyordu fakat o hiç olmazsa bir fırsat vermek istedi.
- Tom didn't think he had a chance to succeed, but he at least wanted to give it a shot.
O, kızının ağladığını bir bakışta gördü.
- He saw at a glance that his daughter had been crying.
Bob maskeli olmasına karşın, ben onu bir bakışta tanıdım.
- Although Bob was in disguise, I recognized him at a glance.
Biz onu yıllarca zararına çalıştırdığımız için binayı satmak zorunda kaldık.
- We had to sell the building because for years we had operated it at a loss.
Arabamı zararına satıyorum.
- I'm selling my car at a loss.
Hava kararmıştı ve ne yapacağımı şaşırmıştım.
- It got dark and I was at a loss what to do.
Hangi fakülteyi seçeceği hakkında şaşırmıştı.
- He was at a loss as to which faculty to choose.
Bir mıknatıs bir seferde çok sayıda çiviyi toplayabilir ve tutabilir.
- A magnet can pick up and hold many nails at a time.
Bir seferde bir şey yapın.
- Do one thing at a time.
Senin metodlarınla hiçbir şekilde aynı fikirde değilim.
- I don't agree with your methods at all.
Tom hiçbir şekilde ikna olmuş gibi görünmüyor.
- Tom doesn't look at all convinced.
O hiçbir biçimde sorun olmayacak.
- It's not going to be a problem at all.
Güneş olmasa hiçbir biçimde yaşayamayız.
- If it were not for the sun, we could not live at all.
Olsa olsa o, ikinci sınıf bir şarkıcı.
- She is a second-rate singer at best.
İlk bakışta Bay Jones'u tanıdım.
- I recognized Mr Jones at first glance.
İlk bakışta bu iki otobüs birbirine benziyor.
- The two buses resemble each other at first glance.
Eldeki probleme odaklanmış kalmaya çalışalım.
- Let's try to stay focused on the problem at hand.
Eldeki işe bağlı kal.
- Stick to the task at hand.
Kaçan tutuklu hala serbest.
- The escaped prisoner is still at large.
Beş mahkûm yeniden tutuklandı, ancak diğer üçü hâlâ serbest.
- Five prisoners were recaptured, but three others are still at large.
İlerlememize engel olan şeyler eninde sonunda kaldırıldı.
- The obstacles to our progress have been removed at last.
O gerçekleri ayrıntılı olarak açıkladı.
- He explained the facts at length.
Tom ve ben bu konu hakkında enine boyuna konuştuk.
- Tom and me talked at length about this subject.
Biz konuyu enine boyuna tartıştık.
- We discussed the topic at length.
Tom neyin tehlikede olduğunu biliyor.
- Tom knows what's at stake.
Şirketimizin geleceği tehlikede. Son birkaç yıldır aşırı derecede borçluyuz.
- The future of our company is at stake. We have been heavily in the red for the last couple of years.
Artık şimdilik onu bırakalım.
- Let's leave it at that for now.
Artık önemli olduğuna inanmadığım, o zamanlar önemli olduğunu düşündüğüm çok şey vardı.
- There were many things that I thought were important at that time that I no longer believe are important.
O zaman, Tom odadaki tek kişiydi.
- Tom was the only person in the room at the time.
Tom o zamanda çalıştığını iddia etti.
- Tom claimed that he was working at the time.
Babam şimdi hastanede iş başında.
- My father is now at work at the hospital.
Tom hâlâ iş başında olmalı.
- Tom should still be at work.
Birisi bir seferde birden fazla şey yapamaz.
- One can't do more than one thing at a time.
Hiç kimse bir defada birden daha fazla şey yapamaz.
- No one can do more than one thing at a time.
Asla hatalı değilsin.
- You are not at all wrong.
Tom asla sizinle aynı fikirde görünmüyor.
- Tom doesn't seem to agree with you at all.
Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
- At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
- At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
- At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
- At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
Beni her zaman arayabilirsin.
- You can call me at any time.
Bir deprem her zaman olabilir.
- An earthquake can happen at any time.
Tom her an gelebilir.
- Tom may come at any time.
Her an yağmur yağabilir.
- It may rain at any time.
En fazla üç saat satın aldık.
- We've bought three hours at best.
İlk önce öğretmen olduğunu sanmıştım ama değilmiş.
- At first, I thought he was a teacher, but he wasn't.
O, ona ilk önce inanmadı.
- He didn't believe it at first.
Neyse, en azından bir şeyi hallettik.
- Well, at least it's one thing we've accomplished.
Dünyanın en büyük şarkıcıları ve ünlü müzisyenlerinin çoğu şişmandır ya da en azından bariz şekilde tombuldur.
- The world's greatest singers and most of its famous musicians have been fat or at least decidedly plump.
Sonunda ağlamaya başladı.
- At length, he began to cry.
Sonunda evini buldum.
- At length, I found his house.
Aniden bir silah sesi duyduk.
- All at once we heard a shot.
Aniden bir patlama oldu.
- All at once there was an explosion.
Eskiden burada bir ev vardı.
- There used to be a house here at one time.
O, CD'leri rastgele dinledi.
- She listened to her CDs at random.
Rastgele sorular sordu.
- He asked questions at random.
Tom o zaman o bandoyu hiç duymadı bile.
- Tom had never even heard of that band at that time.
O zaman biz bile Boston'da değildik.
- We weren't even in Boston at that time.
O arada bir saldırganlaşır.
- He gets tough at times.
Bazen curve'ü carve ile karıştırıyorum.
- At times I confuse curve with carve.
Bazen onu anlayamıyorum.
- At times I can't understand him.
Sizi rahatsız ediyor muyum? Hayır, hiç de değil
- Do I annoy you? No, not at all.
Onun tuhaf olduğunu hiç de düşünmüyorum.
- I don't think it's strange at all.
Onun herkesi rahatlatan alçakgönüllü bir havası vardı.
- She had an unassuming air that put everyone at ease.
Babamın şirketinde asla rahat hissetmedim.
- I never felt at ease in my father's company.
İlk olarak, her şey zor görünüyordu.
- At first, everything seemed difficult.
İlk olarak, onlar ona inanmadılar.
- At first, they didn't believe him.
Önce onu erkek kardeşinle karıştırdım.
- At first, I mistook him for your brother.
İlk önce kimse bana inanmıyordu.
- No one believed me at first.
Giriş sınavımız çok yakındı.
- Our entrance examination was near at hand.
Noel yakın, değil mi?
- Christmas is near at hand, isn't it?
Bu gece evde mi kalacaksın?
- Will you stay at home tonight?
Öğle yemeğini evde yedi.
- She has lunch at home.
Seni kendi evindeymiş gibi hissettirmek istedim.
- I wanted to make you feel at home.
Sonunda, dikkatlice geri saymaya başladılar.
- At last, they began to count down cautiously.
Sonunda aklıma güzel bir fikir geldi.
- At last a good idea struck me.
O gerçekleri ayrıntılı olarak açıkladı.
- He explained the facts at length.
En çok, Henry'nin sadece altı doları var.
- At most, Henry has only six dollars.
Tom en çok on üç yaşında.
- Tom is at most thirteen years old.
Tom en fazla otuzdur.
- Tom is thirty at most.
Onun en fazla 100 doları var.
- He has at most 100 dollars.
Aynı zamanda iki şeyi yapamazsın.
- You can't do two things at once.
Amcam şu anda Hong Kong'da kalmaktadır.
- My uncle is staying in Hong Kong at present.
Onlar şu anda İngiltere'de büyük bir şirket için çalışıyorlar.
- At present they are working for a big company in England.
Sami o anda bunu fark etmedi.
- Sami didn't realize that at that moment.
O anda gerçeklik duyumu yitirdim.
- I lost my sense of reality at that moment.
Sanırım o zamanda hiçbirimiz zaman makinesine oldukça inanmıyordu.
- I think that at that time none of us quite believed in the Time Machine.
O, o zamanda uyuyor olabilir.
- He might have been sleeping at that time.
Dün gece fazla uyuyamadım bu yüzden bütün gün işte uyukluyordum.
- I didn't get much sleep last night so I was nodding off all day at work.
İşte daha az ve evde daha çok zaman geçirmek istiyorum.
- I'd like to spend less time at work and more time at home.
Ne olursa olsun yağmur durduğunda dışarı gideceğim.
- At any rate I will go out when it stops raining.
Markku ne olursa olsun suçlanmayacak.
- Markku at any rate is not to blame.
Nihayet, onlar kanla özgürlüğü satın aldı.
- At last, they purchased freedom with blood.
Nihayet, Japonya'nın bu bölümüne bahar geldi.
- At last, spring has come to this part of Japan.
Peter ve Carol'un tatillerini geçirecekleri yerde araları açıktı.
- Peter and Carol were at odds with each other over where to spend their vacation.
Tom ve Mary'nin uzun bir süredir araları açıktır.
- Tom and Mary have been at odds with each other for a long time.
Kimse bir defada iki şeyi yapamaz.
- Nobody can do two things at once.
Bütün çamaşırımı bir defada yıkayabilir miyim?
- May I wash all my laundry at once?
Bir zamanlar burada bir köprü vardı.
- At one time, there was a bridge here.
Bir zamanlar Amerika'da birçok köle vardı.
- At one time there were many slaves in America.
Bir noktada, bu cümle Esperanto'ya çevrilecek.
- At some point, this sentence will be translated in Esperanto.
Hiçbir münakaşa hayrına bitmez, bir noktada illa ki tekrar su yüzüne çıkar.
- No controversy is ever over for good. It will always resurface at some point.
Risk altında olan çok şey var.
- There's too much at stake.
Sami o anda bunu fark etmedi.
- Sami didn't realize that at that moment.
Onlar o anda özgürdü.
- They were free at that moment.
O sırada o neredeydi?
- Where was she at that moment?
Hiç olmazsa nedenini araştırmalıyız.
- We have to investigate the cause at any rate.
Hiç olmazsa, bu sizin için iyi bir deneyim olacaktır.
- At any rate, it will be a good experience for you.
Yine de, yağmur durduğunda dışarı çıkabilirim.
- At any rate, I can go out when it stops raining.
İlk zamanlar bunu yapmaktan hoşlanmadım.
- I didn't like doing this at first.
İlk zamanlar şüpheciydim.
- I was skeptical at first.
Başlangıçta, ondan hoşlanmadım.
- At first, I didn't like him.
Başlangıçta stajyerler bu şirkette sakardılar.
- At first, the trainees were awkward in his company.
At that precise position, at Jim’s house.
I'm offering it - just to select customers - at cost.
Men at work.
At six o’clock, at closing time.
This report is certainly not comprehensive; it is more of a Marketing Division at a glance.
We sold those old computers at a loss.
I have fixed the parts I understand, and the rest leaves me at a loss.
climb stairs two at a time.
He manages to abstain from smoking for weeks at a time, but then gives in and starts again.
If you can see any problems at all, tell us so we can fix them.
Jim broke the window — or maybe it was John? At any rate, the window’s broken now.
These two books of sacred, and secular, passages for memory—will serve other good purposes besides merely occupying vacant hours: they will help to keep at bay many anxious thoughts, worrying thoughts, uncharitable thoughts, unholy thoughts.
Instead of mounted riders following a pack of hounds, it is envisaged that just two dogs will be used to locate a stag and hold it at bay.
At first glance, thinking well of yourself seems obviously preferable to thinking poorly of yourself. But the problem with.
I don't have the information at hand, but I can look it up.
The problem at hand is not the inability of the Arabs and the Jews to live together peacefully.
He felt it, as did the other dogs, and knew that a change was at hand.
Even though I still live at home, I'm quite successful.
Where is your computer? - I left it behind at home because the battery is dead.
I'm right at home in my new university.
Some people support the measure, but the community at large will probably be against it.
The like example I find in Lælius à Fonte Eugubinus, consult. 129 . Read in him the story at large.
The ambassador-at-large was designated to the Middle East as a region, rather than to a specific country.
After three hundred years had passed, the vampire's soul was at last free.
After exhausting all possibilities, Holmes was at last satisfied the problem was unsolvable.
I couldn't count them all, but I think there must have been at least 500 people in attendance.
He went on at length about his supposed qualifications.
How long I slept I cannot tell, for I had nothing to guide me to the time, but woke at length, and found myself still in darkness.
The witness' statement seems to be at odds with the evidence, not a good sign for the prosecutor.
Tell the doctor to come at once. She is having a baby.
He tried to eat four cookies at once.
At one time, I could walk ten miles in a day, but I can't any longer.
At rest, the car is impressive but when it's moving, the sight is astounding.
I see my reputation is at stake. — Shakespeare.
He went to a famous school, and a good one at that.
Maybe I am, at that.
What were you doing then?
- What were you doing at that time?
I know what time you told me to be there, but I couldn't get there then.
- I know what time you said you would be there, but I wasn't able to be there at that time.
The horses make dust as they run.
- Atlar, koşarken toz yapar.
We took care of our horses by turns.
- Atlarımıza nöbetleşe baktık.
The quick brown fox jumps over the lazy dog.
- Hızlı kahverengi tilki tembel köpeğin üzerine atlar.
The cat jumps on top of the table.
- Kedi masanın üstüne atlar.
Sami shot the horses in the stables.
- Sami ahırlardaki atları vurdu.
Layla shot her horses in the stable.
- Leyla ahırdaki atlarını vurdu.