Tom, en azından düzinelerce Mary ile birlikte bu parkta bulundu.
- Tom has been to this park with Mary at least a dozen times.
O, en azından haftada bir kez anne ve babasına yazdı.
- She wrote to her parents at least once a week.
Derhal işimize başlayalım.
- Let's begin our work at once.
Derhal bir diş hekimi ile görüşsen iyi olur.
- You'd better see a dentist at once.
Bizim için sürpriz oldu, o hemen yeniden hayata döndü.
- To our surprise, she revived at once.
Onu hemen tanıdım, çünkü onu daha önce görmüştüm.
- I recognized him at once, because I had seen him before.
Günde en az yedi saat uyumak zorundayız.
- We must sleep at least seven hours a day.
Dişlerini günde en az iki kez fırçala.
- Brush your teeth twice a day at least.
O bebek gerçekten hiç şirin değildir.
- That baby is really not cute at all.
Elektronik sigaradan çıkan duman miktarı hiç fena değil.
- The amount of smoke that comes out of an electronic cigarette isn't bad at all.
En sonunda hatasını anladı.
- At last, he realized his error.
Kar taneleri, en sonunda büyük beyaz kuşlara benzeyene kadar büyüdü de büyüdü.
- The snow-flakes seemed larger and larger, at last they looked like great white fowls.
Hiç değilse duş alabilirsin.
- You could at least take a shower.
Tom'un hiç olmazsa yardım önermesini umuyordum.
- I expected Tom to at least offer to help.
Hiç olmazsa teşekkür ederim diyebilirsin.
- You could at least say thank you.
Onun sıradan bir adam olduğunu bir bakışta anladım.
- I saw at a glance that he was an ordinary man.
Bob maskeli olmasına karşın, ben onu bir bakışta tanıdım.
- Although Bob was in disguise, I recognized him at a glance.
Arabamı zararına satıyorum.
- I'm selling my car at a loss.
Biz onu yıllarca zararına çalıştırdığımız için binayı satmak zorunda kaldık.
- We had to sell the building because for years we had operated it at a loss.
Hava kararmıştı ve ne yapacağımı şaşırmıştım.
- It got dark and I was at a loss what to do.
Jane ne zaman nereye gideceğini şaşırmıştı.
- Jane was quite at a loss when and where to go.
O, bir seferde altı kutu taşıdı.
- He carried six boxes at a time.
Tom'un bir seferde sadece bir ziyartçisi olması gerekiyor.
- Tom is only supposed to have one visitor at a time.
Tom hiçbir şekilde ikna olmuş gibi görünmüyor.
- Tom doesn't look at all convinced.
Senin metodlarınla hiçbir şekilde aynı fikirde değilim.
- I don't agree with your methods at all.
O hiçbir biçimde sorun olmayacak.
- It's not going to be a problem at all.
Güneş olmasa hiçbir biçimde yaşayamayız.
- If it were not for the sun, we could not live at all.
Olsa olsa o, ikinci sınıf bir şarkıcı.
- She is a second-rate singer at best.
İlk bakışta bu iki otobüs birbirine benziyor.
- The two buses resemble each other at first glance.
Endişelenme. İlk bakışta korkutucu gözükebilir, ama aslında çok arkadaş canlısı bir insandır.
- Don't worry. He may look intimidating at first glance, but he's actually a very friendly person.
Elde herhangi bir iyi referans kitabım yok.
- I don't have any good reference book at hand.
Eldeki probleme odaklanmış kalmaya çalışalım.
- Let's try to stay focused on the problem at hand.
Beş mahkûm yeniden tutuklandı, ancak diğer üçü hâlâ serbest.
- Five prisoners were recaptured, but three others are still at large.
İki gün önce kaçan mahkum hâlâ serbest.
- The prisoner who escaped two days ago is still at large.
İlerlememize engel olan şeyler eninde sonunda kaldırıldı.
- The obstacles to our progress have been removed at last.
O gerçekleri ayrıntılı olarak açıkladı.
- He explained the facts at length.
Tom ve ben bu konu hakkında enine boyuna konuştuk.
- Tom and me talked at length about this subject.
Biz konuyu enine boyuna tartıştık.
- We discussed the topic at length.
Tom neyin tehlikede olduğunu biliyor.
- Tom knows what's at stake.
Onun hayatı tehlikede.
- His life is at stake.
Artık önemli olduğuna inanmadığım, o zamanlar önemli olduğunu düşündüğüm çok şey vardı.
- There were many things that I thought were important at that time that I no longer believe are important.
Artık şimdilik onu bırakalım.
- Let's leave it at that for now.
Bay Clinton, o zamanlar Arkansas'ın valisiydi.
- Mr. Clinton was governor of Arkansas at the time.
Tom o zamanda çalıştığını iddia etti.
- Tom claimed that he was working at the time.
Tom ve Mary şu anda iş başında.
- Tom and Mary are at work now.
Çalışma odasında hâlâ iş başında.
- He is still at work in the workroom.
Birisi bir seferde birden fazla şey yapamaz.
- One can't do more than one thing at a time.
Hiç kimse bir defada birden daha fazla şey yapamaz.
- No one can do more than one thing at a time.
Asla hatalı değilsin.
- You are not at all wrong.
Tom asla sizinle aynı fikirde görünmüyor.
- Tom doesn't seem to agree with you at all.
Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
- At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
- At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
- At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
- At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
Bir kaza her zaman olabilir.
- An accident may happen at any time.
Bir deprem her zaman olabilir.
- An earthquake can happen at any time.
Ağaç çürük ve taş ölü, ve her an düşebilir.
- The tree is rotten and stone dead, and could fall at any time.
Her an yağmur yağabilir.
- It may rain at any time.
En fazla üç saat satın aldık.
- We've bought three hours at best.
İlk önce kimse bana inanmıyordu.
- No one believed me at first.
Tom'dan ilk önce nefret ettim.
- I hated Tom at first.
Neyse, en azından bir şeyi hallettik.
- Well, at least it's one thing we've accomplished.
Dünyanın en büyük şarkıcıları ve ünlü müzisyenlerinin çoğu şişmandır ya da en azından bariz şekilde tombuldur.
- The world's greatest singers and most of its famous musicians have been fat or at least decidedly plump.
Sonunda ağlamaya başladı.
- At length, he began to cry.
Sonunda evini buldum.
- At length, I found his house.
Aniden gökyüzü karardı ve yağmur başladı.
- All at once the sky became dark and it started to rain.
Aniden bir patlama oldu.
- All at once there was an explosion.
Eskiden burada bir ev vardı.
- There used to be a house here at one time.
Rastgele sorular sordu.
- He asked questions at random.
Rastgele üç kitap seç.
- Choose three books at random.
Ben daha ona bakmadım bile.
- I haven't even looked at that yet.
O dükkandan elma satın alabileceğini bile biliyor muydun?
- Did you even know that you could buy apples at that store?
O arada bir saldırganlaşır.
- He gets tough at times.
Bazen yalnız hissediyorum.
- I get lonely at times.
Hepimiz bazen bir aptal gibi davranırız.
- We all make fools of ourselves at times.
Tom'un pazartesi günü hiç dersi yok.
- Tom has no classes at all on Monday.
Sizi rahatsız ediyor muyum? Hayır, hiç de değil
- Do I annoy you? No, not at all.
Onun herkesi rahatlatan alçakgönüllü bir havası vardı.
- She had an unassuming air that put everyone at ease.
Çince konuştuğumda içim rahat hissetmeye başlıyorum.
- I'm beginning to feel at ease when I speak in Chinese.
İlk olarak, onlar ona inanmadılar.
- At first, they didn't believe him.
İlk olarak, her şey zor görünüyordu.
- At first, everything seemed difficult.
O, ilk önce atı beğenmedi.
- She didn't like the horse at first.
Önceleri iş, Tom'a iyi göründü fakat daha sonra iş yorucu oldu.
- At first the job looked good to Tom, but later it became tiresome.
Babam dün bir kalp krizi geçirdi fakat yakınlarda bir kliniğe sahip olduğu için şanslıydı.
- My father had a heart attack yesterday, but he was lucky to have a clinic close at hand.
Kararlaştırılmış gün çok yakın.
- The appointed day is close at hand.
Bu gece evde mi kalacaksın?
- Will you stay at home tonight?
Bay Nakamura evde mi?
- Is Mr. Nakamura at home?
Seni kendi evindeymiş gibi hissettirmek istedim.
- I wanted to make you feel at home.
Sonunda aklıma güzel bir fikir geldi.
- At last a good idea struck me.
Sonunda, dikkatlice geri saymaya başladılar.
- At last, they began to count down cautiously.
O gerçekleri ayrıntılı olarak açıkladı.
- He explained the facts at length.
Tom en çok on üç yaşında.
- Tom is at most thirteen years old.
O en çok on sekizdir.
- She is eighteen at most.
O, en fazla sadece yirmi dolar ödeyebilir.
- He can only pay twenty dollars at most.
Tom en fazla otuzdur.
- Tom is thirty at most.
Aynı zamanda iki şeyi yapamazsın.
- You can't do two things at once.
Şu anda her şey iyi gidiyor.
- Everything is going well at present.
Benim şu anda paraya ihtiyacım yok.
- I don't need money at present.
O anda dünya ile tam bir uyum içinde olduğumu hissettim.
- At that moment, I felt in complete harmony with the world.
Onlar o anda özgürdü.
- They were free at that moment.
O, o zamanda uyuyor olabilir.
- He might have been sleeping at that time.
O zamanda güneşte banyo yapıyordu.
- At that time, she was bathing in the sun.
Dün gece fazla uyuyamadım bu yüzden bütün gün işte uyukluyordum.
- I didn't get much sleep last night so I was nodding off all day at work.
Evde mi yoksa işte mi daha fazla zaman harcarsın?
- Do you spend more time at home or at work?
Markku ne olursa olsun suçlanmayacak.
- Markku at any rate is not to blame.
Ne olursa olsun yağmur durduğunda dışarı gideceğim.
- At any rate I will go out when it stops raining.
Nihayet, Japonya'nın bu bölümüne bahar geldi.
- At last, spring has come to this part of Japan.
Nihayet, çalışmayı sona erdirdiler.
- At last, they ceased working.
Peter ve Carol'un tatillerini geçirecekleri yerde araları açıktı.
- Peter and Carol were at odds with each other over where to spend their vacation.
Tom ve Mary'nin uzun bir süredir araları açıktır.
- Tom and Mary have been at odds with each other for a long time.
Bu işlerin hepsini bir defada yapmaya çalışma.
- Don't try to do all these things at once.
Sibirya Demiryolu, dünyadaki bir defada en uzun ve en iyi bilinen demiryoludur.
- The Siberian Railway is at once the longest and best known railway in the world.
Bir zamanlar burada bir köprü vardı.
- At one time, there was a bridge here.
Bir zamanlar, her sabah koşardım.
- At one time, I used to go jogging every morning.
Hiçbir münakaşa hayrına bitmez, bir noktada illa ki tekrar su yüzüne çıkar.
- No controversy is ever over for good. It will always resurface at some point.
Tom yıllarca Mary'den hoşlandı ama bir noktada onun için hisleri aşka dönüştü.
- Tom liked Mary for years, but at some point, his feelings for her changed to love.
Risk altında olan çok şey var.
- There's too much at stake.
Sami o anda bunu fark etmedi.
- Sami didn't realize that at that moment.
Onlar o anda özgürdü.
- They were free at that moment.
O sırada o neredeydi?
- Where was she at that moment?
Hiç olmazsa, bu sizin için iyi bir deneyim olacaktır.
- At any rate, it will be a good experience for you.
Hiç olmazsa nedenini araştırmalıyız.
- We have to investigate the cause at any rate.
Yine de, yağmur durduğunda dışarı çıkabilirim.
- At any rate, I can go out when it stops raining.
İlk zamanlar şüpheciydim.
- I was skeptical at first.
İlk zamanlar bunu yapmaktan hoşlanmadım.
- I didn't like doing this at first.
Başlangıçta, çok hızlı konuştukları zaman insanları zorlukla anlardım.
- At first, I had difficulty understanding people when they spoke too fast.
Başlangıçta hatalarım hakkında endişeliydim.
- I was worried about my mistakes at first.
At that precise position, at Jim’s house.
I'm offering it - just to select customers - at cost.
Men at work.
At six o’clock, at closing time.
This report is certainly not comprehensive; it is more of a Marketing Division at a glance.
We sold those old computers at a loss.
I have fixed the parts I understand, and the rest leaves me at a loss.
climb stairs two at a time.
He manages to abstain from smoking for weeks at a time, but then gives in and starts again.
If you can see any problems at all, tell us so we can fix them.
Jim broke the window — or maybe it was John? At any rate, the window’s broken now.
These two books of sacred, and secular, passages for memory—will serve other good purposes besides merely occupying vacant hours: they will help to keep at bay many anxious thoughts, worrying thoughts, uncharitable thoughts, unholy thoughts.
Instead of mounted riders following a pack of hounds, it is envisaged that just two dogs will be used to locate a stag and hold it at bay.
At first glance, thinking well of yourself seems obviously preferable to thinking poorly of yourself. But the problem with.
I don't have the information at hand, but I can look it up.
The problem at hand is not the inability of the Arabs and the Jews to live together peacefully.
He felt it, as did the other dogs, and knew that a change was at hand.
Even though I still live at home, I'm quite successful.
Where is your computer? - I left it behind at home because the battery is dead.
I'm right at home in my new university.
Some people support the measure, but the community at large will probably be against it.
The like example I find in Lælius à Fonte Eugubinus, consult. 129 . Read in him the story at large.
The ambassador-at-large was designated to the Middle East as a region, rather than to a specific country.
After three hundred years had passed, the vampire's soul was at last free.
After exhausting all possibilities, Holmes was at last satisfied the problem was unsolvable.
I couldn't count them all, but I think there must have been at least 500 people in attendance.
He went on at length about his supposed qualifications.
How long I slept I cannot tell, for I had nothing to guide me to the time, but woke at length, and found myself still in darkness.
The witness' statement seems to be at odds with the evidence, not a good sign for the prosecutor.
Tell the doctor to come at once. She is having a baby.
He tried to eat four cookies at once.
At one time, I could walk ten miles in a day, but I can't any longer.
At rest, the car is impressive but when it's moving, the sight is astounding.
I see my reputation is at stake. — Shakespeare.
He went to a famous school, and a good one at that.
Maybe I am, at that.
Had she been alive, my mother would have given me a hand then.
- If my mother had still been alive, she would have helped me at that time.
I know you told me when you'd be coming, but I couldn't get there then.
- I know what time you said you would be there, but I wasn't able to be there at that time.
All horses are animals, but not all animals are horses.
- Tüm atlar hayvandır ama tüm hayvanlar at değildir.
Tom raises Arabian horses.
- Tom Arap atları yetiştirir.
The cat jumps on top of the table.
- Kedi masanın üstüne atlar.
The quick brown fox jumps over the lazy dog.
- Hızlı kahverengi tilki tembel köpeğin üzerine atlar.
Sami shot the horses in the stables.
- Sami ahırlardaki atları vurdu.
Layla shot her horses in the stable.
- Leyla ahırdaki atlarını vurdu.