Yalnız yaşamaya dayanamıyorum.
- Ich kann es nicht ertragen, alleine zu leben.
Tom oraya yalnız gitmek zorunda kaldı.
- Tom musste allein dorthin.
O yalnız yürümeyi sever.
- She likes to walk alone.
Yaşlı adam yalnız yaşıyor.
- The old man lives alone.
Deniz kendi kendine derinleşecek.
- The sea will turn deep by itself.
Sadece kapıyı kapamak için çekin. O kendi kendine kitlenecektir.
- Just pull the door shut. It'll lock by itself.
Ormanda yalnız başına yaşadı.
- He lived alone in the forest.
Tom bu işi yalnız başına yapabilir.
- Tom can do this work alone.
Ben gidersem kimsesiz olacaksın.
- If I go, you'll be all alone.
Sadece yalnız kalmak istediklerini söylediler.
- They said they only wanted to be left alone.
Şu anda, Tom sadece yalnız bırakılmayı istiyor.
- Right now, Tom just wants to be left alone.
Her şahıs tek başına veya başkalarıyla birlikte mal ve mülk sahibi olma hakkına sahiptir.
- Everyone has the right to own property alone as well as in association with others.
Tek başına yaşıyordu.
- She is used to living alone.
It took courage to sail across the Pacific single-handed.
- Es verlangte Mut, ganz alleine über den Pazifik zu segeln.
She did it single-handedly.
- Sie hat es ganz alleine gemacht.
The candle went out by itself.
- Die Kerze ging von alleine aus.
The tree fell down by itself.
- Der Baum ist von alleine umgefallen.