all that

listen to the pronunciation of all that
English - Turkish
öylesine
o kadar çok

Seyahat etmeyi o kadar çok sevmiyorum. - I don't like traveling all that much.

Tom Mary'den gerçekten o kadar çok fazla hoşlanmıyor. - Tom doesn't really like Mary all that much.

very
tümüyle

I am very against the legalisation of drugs - Uyuşturucuların yasalaşmasına tümüyle karşıyım.

very
zilzurna

We got very drunk. - Zilzurna sarhoş olduk.

very
cüda
very
ta kendisi

You are the very definition of love - Sen aşkın ta kendisisin.

very
çok

Bu kravat sana çok iyi uyuyor. - That tie suits you very well.

Bunlar çok eski kitaplar. - These are very old books.

very
pek

Senin ve benim aramda, Tom'un fikri pek ilgimi çekmiyor. - Between you and me, Tom's idea doesn't appeal to me very much.

Bugünün Pekin'i bende çok derin bir etki bıraktı ve merakımı uyandırdı. - Today's Beijing has given me a very deep impression and aroused my curiosity.

very
köp

Köpeklere çok düşkündür. - She is very fond of dogs.

Ben köpekleri çok severim. - I like dogs very much.

very
tam

He left his last job for very this reason - İşinde tam bu yüzden ayrıldı.

Bu tam aradığım video. - This is the very video I have been looking for.

Burası tam uzun süredir ziyaret etmek istediğim yer. - This is the very place that I have long wanted to visit.

very
yaman
very
aynı

Marcus had scratched a door; the very one I had just entered moments ago, with a pen that had run out of ink - Marcus birkaç dakika önce girmiş olduğum aynı kapıyı mürekkebi tükenmiş bir kalemle çizdi.

O sadece bir doktor değil, aynı zamanda çok ünlü bir roman yazarıdır. - Not only was he a doctor, he was also a very famous novelist.

O imkansız. Seninle aynı fikirde olmamalıyım. Bu çok mümkün. - That's impossible. I must disagree with you. It's very much possible.

very
en

Those were his very last words - Bunlar onun en son sözleriydi.

all my
herime
all my
herim
very
çok, pek, gayet: very good çok iyi. very warm pek sıcak. He speaks English very well. İngilizceyi gayet iyi konuşuyor
very
kati

This is the very proof of God's grace - Bu Tanrı'nın lütfunun kati kanıtıdır.

Leyla ve Sami çok korkunç bir katil çiftiydi. - Layla and Sami were a very gruesome couple of killers.

Seri katillerin çoğu, çocukluklarında şiddete maruz kalmışlardır, ama çocukluklarında şiddete maruz kalan çok az insan, sonradan seri katil olmuştur. - Most serial killers have experienced brutal childhoods, but very few people who experienced brutal childhoods later become serial killers.

very
{s} bile

O, makyaj yapmadığı zaman bile, o çok güzeldir. - Even when she's not wearing makeup, she's very beautiful.

Makyajsızken bile çok hoş. - Even without makeup, she's very cute.

very
{s} salt

O salt melodi bana gençliğimi hatırlattı. - That very tune reminded me of my adolescence.

very
Marriage is the very thing for you Evlilik se
very
(sıfat) tam, bile, sırf, salt, mutlâk, çok, gerçek, aynı, özel
very
hususi
English - English
very

We do not have all that much time to finish.

possessing remarkable social acumen (also, all that and a bag of chips)

She's all that and a bag of chips; also as in the title of an American children's sketch comedy television program, made by Nickelodeon.

everything that; special, extraordinary, superior (Slang)
all that

    Turkish pronunciation

    ôl dhıt

    Pronunciation

    /ˈôl ᴛʜət/ /ˈɔːl ðət/

    Etymology

    [ 'ol ] (adjective.) before 12th century. Middle English all, al, from Old English eall; akin to Old High German all all.

    Videos

    ... And that's really all that it is. ...
    ... all that attitude. ...
Favorites