Tom is accustomed to calling up girls on the telephone.
- Tom telefonda kızları aramaya alışkındır.
The more countries a language is spoken in, the less important it is to sound like a native speaker, since speakers of that language are accustomed to hearing various dialects.
- Bir dil ne kadar çok ülkede konuşulursa, yerli konuşanı gibi ses çıkarmak o kadar daha az önemlidir, çünkü o dilin konuşanları değişik lehçeler duymaya alışkındır.
She is used to living alone.
- Yalnız yaşamaya alışkın.
I'm used to keeping early hours.
- Erken kalkmaya alışkınım.
What time are you used to going to bed?
- Ne zaman yatmaya alışkınsın?
He is used to walking long distances.
- O uzun mesafe yürümeye alışkın.
She is accustomed to doing her homework before dinner.
- O, ev ödevini akşam yemeğinden önce yapmaya alışkındır.
We're used to not being home.
- Biz evde olmaya alışkın değiliz.
He's accustomed to traveling.
- O, seyahat etmeye alışkındır.
I'm accustomed to getting up early.
- Erken kalkmaya alışkınım.