alışkın

listen to the pronunciation of alışkın
Turkish - English
{s} accustomed

Tom is accustomed to calling up girls on the telephone. - Tom telefonda kızları aramaya alışkındır.

The more countries a language is spoken in, the less important it is to sound like a native speaker, since speakers of that language are accustomed to hearing various dialects. - Bir dil ne kadar çok ülkede konuşulursa, yerli konuşanı gibi ses çıkarmak o kadar daha az önemlidir, çünkü o dilin konuşanları değişik lehçeler duymaya alışkındır.

used to

She is used to living alone. - Yalnız yaşamaya alışkın.

I'm used to keeping early hours. - Erken kalkmaya alışkınım.

trained
used (to), accustomed (to)
used

What time are you used to going to bed? - Ne zaman yatmaya alışkınsın?

He is used to walking long distances. - O uzun mesafe yürümeye alışkın.

used (to)
home

She is accustomed to doing her homework before dinner. - O, ev ödevini akşam yemeğinden önce yapmaya alışkındır.

We're used to not being home. - Biz evde olmaya alışkın değiliz.

accustom

He's accustomed to traveling. - O, seyahat etmeye alışkındır.

I'm accustomed to getting up early. - Erken kalkmaya alışkınım.

alışkın olmak
be used to
alışkın olarak
familiarly
alışkın olmak
be accustomed doing smth
alışkın olmak
to be used to
alışkın olmak
be accustomed to do smth
alışkın olmak
used to
denize alışkın olmayan
freshwater
alışkın olmak
(deyim) keep one's hand in
alışkın olmak
(deyim) get one's hand in
denize alışkın
seafaring
her türlü yürüyüşe alışkın
(at) thoroughpaced
Turkish - Turkish
Bir şeye veya bir şey yapmaya alışmış olan
alışkan
(Hukuk) BAHAİ
alışkın
Favorites